“Çık tayy-ı zaman et, açılır her perde Bir ömr geçir istediğin her yerde, Ben hicret edip zamanımızdan, yaşadım, İstanbul’u fethettiğimiz günlerde…”
Rahmetli Fırat KIZILTUĞ, son kırk yıl içinde, tanıyıp dinlemekle, sohbetine katılmakla iftihar ettiğim nadir insanlardan biriydi. Birkaç ay evvel ebedî âleme uğurladığımız Fırat Bey’in 90. yaşına girdiği 2025’in Ocak ayında hatıralarını yad edecek toplantı ve kitap hazırlıkları, memnuniyet verici vefa örnekleridir.. Bizim de bir çift sözümüz olsun istedik. Nazikâne teklife icabet ettik. Hemen kitaplarından birini tekrar okumaya koyulduk.
DİLDESTE, rahmetlinin yıllar önce Türk Edebiyatı Dergisinde yayınlanan musiki yazılarından 28’inin yer aldığı hatıra-hikâye tarzındaki bilgi ve ihtisas yüklü, ustalıkla kaleme alınmış, yazarının şair-bestekârlığının yanısıra nesir üstatlığı cephesini de gün ışığına çıkaran, zevkle okunan ve erbabınca kıymeti anlaşılabilecek bir eserdir. Kitabı yeniden okurken çok duygulandım, hayıflandım ve rahmetlinin aramızdan ayrılışına tekrar tekrar üzüldüm. Artık böyle yazıları kim yazacaktı. Burada okuduklarım, bir ömrün muhassalası, Türkçenin nağmelerle güzelleştiği muhteşem bir âlemdi. Buna benzer kendine has yazılar, başka yazarlar tarafından da denenmişti. Hepsi kendine mahsustu. Mesela rahmetli Ahmet Kabaklı’ının edebiyatımızın tarihî şahsiyetleriyle onların zamanına gider gibi bir halet içinde âdeta zaman tünelinden geçerek yaptığı, eserlerinden ilhamla cevaplar aldığı sohbet metinleri de okucuyucu sarıp sarmalıyor, o günlere götürüyordu. Bazı senaryo metinlerinde de bu zaman içinde gelgitler vardı, düşündürücü olabiliyordu. Fırat beyin Dildeste’sini okurken, yüzlerce yıldan günümüze ulaşan gönül dilimiz Türk musikisinin şarkı ve türkülerinden saz eserlerine kadar vatan seslerinin hikâyelerini kendi irfan ırmağında yıkayıp duruladığını anlıyoruz. Bu eserindeki satırlar, yaşanmadan yazılamaz. Belli ki rahmetli ömür boyu Türk nağmeleriyle yaşadığı hayatı ve o nağmelerin, sözlerin sahiplerini de kendi içinde bir macera olarak yaşamış. Bir kısmını kaynaklara sadık kalarak, bir kısmını da hayalhanesinin kanatları altında şairane bir güzellikle anlatmayı başarmış. “Keşke daha çok yazabileydi.” diye hayıflanmaktan kendimizi alamıyoruz. “Bu kadar duygulu ve ince ruhlu bir millet olmak bizim zaafımız mıdır, meziyetimiz midir ?” diye kendime sorduğum suale cevap alamıyor, mısraların az çok bildiğim bestelerine dalıp dalıp gidiyor, gözlerimin dumanlanmasından da pek şikâyetçi olamıyorum. Kitaptan bölümler işaretledim fakat konunun akış ve bütünlüğü bozulmasın diye sadece aşağıdaki birkaç cümleyi aktarmak istiyorum. “Müheyya Oldu Meclis” yazısından :
“…Hiç konuşmadılar. Ruhlarını dışa vuracak en uygun yolu seçtiler. Neyzen Ahmet Bey, uzun bir dem tuttu. Dügâh perdesi köşeyi bucağı sarıp sarmaladı. Hâdi Beyin tanbur mızrapları çağlamağa başladı. Parmakları iradesinin dışında akıl almaz hünerlerle perdelerde dolaşıyordu. Gezindi o ilahî sesler ve Hüseynî perdesinde asma karar kıldı. Kanunî Mehmet Beyin parmakları, küçük çağlayanlar gibi dökülmeye başladı. İnciler saçılıyordu her yana. Bir göz ucu işaretiyle devri, Rakım Efendi’ye sundular. Hoca, Muhayyer’de gezdi, Tahir’le feryad etti, Nevalı, Bayatılı ses rüzgârlarıyla çağıldadı, sonunda Hüseynî makamındaki Bülbül Uşşakı’na girdi. Yalnız o değil hepsi hissetmişlerdi, aynı sesten katıldılar. Bu şuh, mutasavvıf edalı devir Peşrev’i yükseldi yükseldi. Meclis, tam Hüsey-i Baykara meclisi hâlini ruhen de almıştı…” diye fasıl devam edip giderken siz de zamanınızdan başka zamanlara musikinin kanatlarında uçup gitmektesinizdir.
Dilbeste’de Türk Dünyası’nın sesleri, sözleri, Urumeli’nden tutun , Kırım’ın Gazi Giray’ına, Tebriz’in Şehriyar’ına, Üzeyir Hacıbeyli’nin “Çırpınırdın Karadeniz”ine, Tanburî Cemil’in Gülizar’ına kadar nice hatıralar, hafızalarımıza misafir oluyor bizi onların dünyasında tekrar yaşatıyor ve hüzünlendiriyor. Hele o dinlemeyi beğendiğim eserlerden biri olan Emin Fevki’inin hikâye ve eser kahramanı olduğu “Hüsnüne güvenme ey ruy-ı mahım / Niceler bu tarz-ı revişten geçti…” diye başlayıp yürek paralayıcı tarzda “ Şimden geru sen sağ ben selamet” diye nihayetlenen nağmeler, hep okuyanı bulunduğu yerden alıp alıp meçhul diyarlara götürmekte, uçurmakta, düşündürmekte, şaşırtmakta, sırların kapısını aralayan musikinin bambaşka hususiyetlerde ilahi bir lisan olduğunu hissettirmektedir.
7 Yıl önce Babıali Enderun Sohbetlerinin eri, ereni, Fırat Kızıltuğ Beydi. İki sat süren zevkli sohbetinden seçtiğimiz birkaç tesbiti dikkatlerinize sunuyor, bu seviyeli kültür programında emeği geçenleri başta Mehmet Nuri Yardım bey ile Menekşe Özkaya hanım olmak üzere tebrik ediyoruz...* Bizde ailenin ortak şarkıları yok.Tıpkı milletimizin birleşeceği on ortak kitabın olmaması gibi...Acı acı düşünülmelidir,çare aranmalıdır.* Musiki, eğitim meselesidir.Türkünüz yoksa ölürsünüz...* Türk musikisi,Türkçenin ikizidir...* Destanlarımız,söylenmiştir.Onlarda Türkçe vardır.* Melodinin ritmik bir zamanı vardır.* Dünyada hiçbir ses tek başına değildir,üstünde ve altında binlerce ses salkımları(armonikler) vardır.* Bir stadyum dolusu insan aynı resme saatlerce bakamaz ama o kalabalık aynı musikiyi heyecanla coşarak dinler.* Müzik,âşıkın aşkını,fâsıkın fıskını,âlimin de ilmini artırır, derler...
Sözün özü; rahmetli Fırat KIZILTUĞ, şiirleri ve bestelerinin yanında üstat derecesinde kıvrak Türkçesiyle, “millî romantizme” yakışan zevkli üslubuyla, Turan illerinden sesler devşiren, ömür boyu gönül verdiği Türk sesleri ve sözleriyle, gönüllerimizde ve hafızalarımızda kurduğu tahtta manen yaşamaya devam edecektir inşallah. Ruhu şad mekânı cennet olsun. “Yıldızların söneceği güne kadar” adı yaşasın… / Erenköy,23 Aralık 2024
Bugün 29 Aralık 2024 Pazar günü öğle-ikindi arasında rahmetli 8. Cumhurbaşkanımız ÖZAL'ın anıt mezarının bulunduğu Topkapı-Edirnekapı arasındaki TURGUT ÖZAL PLATFORMU'nun tesislerinde ve salonunda, İstiklal Marşı şairimiz Mehmet Âkif'i, şahsiyetini ve fikirlerini konuştuk. Kıymetli müttefekkirimiz ve yazarımız Taha AKYOL, değerli tarihçilerimiz, Prof. Dr. Mualla Uydu YÜCEL ve Doç.Dr. Dilara USLU hanımlarla aynı kürsüde yer almanın manevi hazzını yaşadık. Bu soğuk günde salonu ısıtan dinleyicilerimiz, sayıca 50-60 kişi arasındaydı ve tamamına yakını bizim gibi ak ve kır saçlı umur görmüş, tecrübeli, kâmil kimselerdi. İstiklal Marşı ve Kur'an tilavetiyle başlayan sohbet, rahmetli Turgut Özal ve rahmetli Mehmet Âkif'e dualar Fatihalarla tamamlandı. Hatıralarımız arasına güzel bir gün daha katılmış oldu. Vesile olanlara teşekkürlerimizle...
73. YAŞIN EŞİĞİNDE...
"Gün akşamlıdır devletlüm! Dün doğar, bugün ölürüz ..."
Bugün itibariyle, nüfus cüzdanım ve bilumum kimlik kartlarım 71. yaşıma girdiğimi, adeta şölen varmış gibi neşeyle haykırıyorlar fakat içimden bir ses "haddi aşalı" çok zaman geçtiğini, ayağımı denk almam gerektiğini, mütebessim bir ciddiyetle ihtar ve ikaz ediyor. Haddini bilmez nefsim ise, diz çökmüş yalvarıyor: "N'olur torunlarımın ve onların çocuklarının da mürüvvetini göreydim keşke.. Lokman ömrüne sahip olaydım bari.." Hasılı, bu kıssa bitmez. Rahmetli babam 33'ünde giderken, sevgili annemin 90'lara kadar yaşayacağını bilebilir miydi ? Benim bitmeyen öksüzlüğüme teselli olarak aziz devletimin kanatları altına sığınacağımı tahmin etmesi mümkün müydü ? Sonsuz şükürlerim, ebedi secdelerim vardır. İlim talep ettim, hamdolsun nasip etti, aile ve huzur istedim, güzel torunlar sundu kucağıma. Mesleğimin yarım asrı bulan yıllarında memleket evlatlarına dünyanın en güzel dili Türkçe ile edebiyatımızın altın sayfalarını anlatıp dinletmeyi nasip etti. Daha ne isterim ki ?! Defalarca hamdolsun. Bu vesile ile fani dünyadaki yeni günümü selamlayan yakınlarıma, öğrencilerime ve arkadaşlarıma teşekkürler ediyor, sağlık ve afiyetler diliyor, mensubu olmaktan şeref duyduğum aziz milletime güzel vatanımızda mesut istikbal asırları yaşamayı temenni ve dua ediyorum efendim...
Aralık 2020 / Eskimeyen Eskiler; yani dedelerimiz, "Dolu başak,başını eğer." demişler..Tevazu gösterin, itibarınız artar. Hem halk hem Hak nazarında muteber olursunuz. Kibir ise küçüklüktür. "Şeytana yakışır" denmiştir. Haklılık inadı, sadece kör nefisleri tatmin eder. Mütevazı insan, haklı bile olsa, söyleyebileceklerinin esiri olmadığı gibi dilini tutup da söylemediklerinin hakimidir. 49-50 yıl önceye giderek bu binayı tanıyacak olan var mı içinizde?
Aralık 2021 / Çocuk dediğin ilkokul bittiğinde 40 milli oyun oynayamıyor, 40 türkü, 40 şiir söyleyemiyor, 40 dua bilmiyor, rahatlıkla 4 işlemle 40 problem çözemiyor, iki lafı bir araya getirip cümle kuramıyor, düzgün yazıyla meramını ifade edemiyorsa bu öğretmenler ne iş yaparlar,"Millî Eğitim"in anlı şanlılarının çağdaş projeleri var mıdır ? diye sormayalım mı "Ey...." diye başlayan cümlelerle ?
Aralık 2021 / Evvelsi gün bir davete icabet ederek gittiK. İsa Kocakaplan kardeşimle orada liseli gençlere hitaben Yunus Emre'yi yad ettik. 50 yıl önce Turgut Güler biraderimle paylaştığımız üst kattaki odaya, yanındaki rahmetli arkadaşlarımız Sıtkı Turan ile Halil Yavuz'un odalarına, duvarlarına, kapılarına elimizi sürdük, hüzünlendik, sevindik. "Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer..." Bir varmış, bir yokmuş...
EROL KILINÇ BEY'e rahmetler olsun...Onu 1969 Kasım'ında Fakülteye başladığım yıl tanımıştım. Benden 7 yaş büyükmüş. Tarih bölümünde okuduğunu hemşehrisi bölüm arkadaşım Kâmil Tiken'den öğrenmiştim."Hadi Erol abiye gidelim.."dedi, gittik. O gün meğerse İstanbul Ülkü Ocakları açılışına Rahmetli Albay (Türkeş) de gelecekmiş. Yeşilköy Hava Alanına karşılamaya giden bir avuç gençten biriydim. Geldik, Cağaloğlu'nda Milliyet'in karşısındaki 1. veya 2. kattaki dairede 25-30 genç rahmetiyi bir saat kadar dinledik ve yorumlardan etkilendik. Rahmetli Erol Bey, ilk başkandı. Bölüm arkadaşım Sakin Öner de oradaydı. Albay bize İstanbul'da rehber olarak yanında bulunan Dr.Alev ARIK'ı tavsiye etmiş, yanımızda neden hanım arkadaşlarımızın olmamasından şikâyet etmiş "Onları, bacılarınızı komonistlere mi bıraktınız ?" sorusuyla dikkatimizi çekmişti....Yıllar akıp geçmiş..53-54 yıl sonra, İstanbul Ülkü Ocakları'nın ilk kurucu başkanının vefatını bu hatıralarla yad ediyorum. Bütün şehitlerimizin ve "Türk-İslam Ülküsü"ne ömrünü adayıp rahmet-i Rahmana kavuşanların ruhu şad olsun. Kalanlara baş sağlığı, sağlık ve selametler diliyoruz...
Aralık 2017 / Tanpınar'ı 45 yıl sonra tekrar okuyorum.İki gün önce Sahnenin Dışındakiler bitti. Dün Mahur Beste'yi bitirdim, bugün Huzur'u yarıladım. İki gün sonra Saatleri Ayarlama Enstitüsü ile ve Aydaki Kadın ile devam etmeli.
Bence Tanpınar 20. asrın en zengin üsluba sahip, mütefekkir, şair ,dramatik bir sanat adamı ve şahsiyetidir. Yaşadığı devri onunla birlikte, neslinin diğer şair ve yazarlarından tekrar okumanın zevki, merakı ve dikkati içindeyim.
Öğrencilerime hararetle tavsiye ederim. Tabii ki Edebiyat Tarihi, Beş Şehir, Makaleler, Şiirler, Hikâyeler, Mektuplar, Ders Notları ve Hatıralar'ı da unutmadan...Düzenli ve disiplinli bir okumayla on haftada veya yüz günde biter.... Tanpınar'ın millî özelliklerinden soyulmuş taklidi Nobel alıyorsa varın ötesini siz hesap edin. Aslı dururken suretleriyle oyalanmamalı. Prof.Dr.Birol Emil'e göre "Dünyanın en zengin klasik edebiyatı"nın şairleri Fuzulî, Baki,Nedim, Nef'î,Şeyh Galib dururken Goethe'nin yazdığını sandığı "Divan" taklidini alkışlamak gibidir..Tanpınar ve nesli okunmazsa düne ve yarına tam bakılmış olmaz..