“Mabet ve Millet" ile  “Müslüman Türkiye' de" geçen geçen kavramlar, ifade gücü ve söz varlığına dair…

Rahmetli ve aziz hocam Ahmet Kabaklı, 35 ile 45 yaşları arasındaki, 1960 sonrası yazılarıyla, başta fıkra yarışması kazanarak devamlı yazma teminatı aldığı, kendi adıyla özdeşleşen  Tercüman Gazetesinde “Gün Işığında” köşesindeki kalem tecrübeleriyle ve diğer edebî çalışmalarıyla tam bir edip ve idealist kavga adamı hüviyetindedir. Millî-İslamî konulardaki tavizsiz ve cesur yazılarıyla necip milletimizin aradığı ve beklediği adam olan hocamızın, takip eden 40 yıl içinde, vefat tarihi 2001 yılı başına kadar bu üslubu ve mütebessim çatık kaşlarına yansıyan millî tavrı, eksilmeden devam edecek, yarım asırlık fikir hayatı, binlerce yazısıyla taçlanacaktır. Ben bu yarım asrın son 30 yılına, öğrencisi olarak yakında ve yakınında şahit olan şanslı kişilerden biri olmakla müftehirim.

Hocamızın dünyaya gelişinin 100. yılında bulunduğumuz bu günlerde,  en değerli eseri olan Türk Edebiyatı Vakfı ve Dergisi faaliyeti olarak “Ahmet Kabaklı Armağanı”  hazırlanması, onun da ruhunu şad edecek bir hizmet olmuştur. Vesile olanlara, destek verenlere tebrik ve teşekkürlerimiz vardır. Bu hayırlı teşebbüste bizim de bir hatıramız kalsın düşüncesiyle ilk iki kitabı olan “Mabed ve Millet” ile “Müslüman Türkiye” yi inceleme yazımıza konu olarak seçtik. Toplamda 550 sayfada 150 kadar yazıdan oluşan yaklaşık on bin cümle, yüz kırk bin kelime arasından seçtiğimiz %3’lük bir nispet ihtiva eden dört beş  bin arasındaki  kelime grubunu;   bize göre “kavram” oluşturan, dikkat çeken, devrini yansıtan, millî mesajlar  veren, şaşırtan veya düşündüren, bazen normal gelen bazen ironik mahiyette can sıkan ifadelerden  tercih ettik, listeledik, kısalık-uzunluk durumlarımuue ili kullanan insan zeke birbirine yakışan kelime toplulukları uzar veya kısalır.Akordiyon misali üslup deiğimiz sözün kna göre alfabetik sıraya koyarak gruplandırdık, karşımıza 30 sayfayı bulan zengin bir tablo çıktı. Hiçbirine kıyamadık, azaltamadık, kitapları yeniden çizerek okurken zaten seçme yapmıştık. Bizi bir diğer şaşırtan nokta, onlarca yazıdan seçilmiş alt alta gelen kelime gruplarıyla alfabetik sıra düzeni kurulurken, tekrara düşülmemesi, her birinin yakın manalar taşısa da kelimelerin bir araya  gelişleriyle farklı oluşları, yazarın iradesi dışında zengin bir ustaca  yan yana oluş özellikleriydi. İki kelimeden yirmi ve daha fazla kelimeye kadar uzayabilen bu kavram oluşturucu, ”nevi şahsına münhasır” ifadeler, yazarının öfkesini yatıştırmak için bazen sözü esnettiği ama “taşı gediğine koymak için” yazma gereğini ihmal etmediği sözlerdir. Hukuk tahsili de almış, gözü kara, sürekli okuyan, çalışkan bir edebiyatçı olması, onun yazılarını halkın nezdinde eller ve başlar üstünde tutmuş, Anadolu’nun her yerinde “Bugün Kabaklı ne yazmış acaba ?“ diyen kır saçlı, meraklı dedeler, torunlarına “Gün Işığında”ki yazıları zevkle okutmuşlar, manen ve fikren rahatlamışlardır.

“Kavram yahut klasik ifadesiyle mefhum, kâinattaki mücerret veya müşahhas var oluşların dilden dile değişerek ifade ediliş tarzıdır. İnsan zekâsı, kendi idrak sınırları içindeki her var oluşu isimlendirmiştir. İlimden sanata, kültürden edebiyata binlerce sahaya yayılan insan ilgisi, farklılıkları isimlendirirken yeni anlatım kalıpları kullanmak durumunda olmuştur. Nüansları; kelimelerle, kelime gruplarıyla, mevcut kelimelere yeni anlamlar yükleyerek anlatmak çareleri aramış ve bulmuştur. Evrendeki nesneler ve zihnî gelişmeler isme bürünmek için dilde kendine ifade kalıpları bulurken somut ve soyut bir yığın mana renkleri de ortaya çıkmıştır. Fikreden, felsefe yapan, edebiyat ve sanat hareketleri geliştiren, maddenin sırları peşinde ilmin ayrıntılarına uzanan zekânın en yakın müttefiki daima lisan olmuştur. Lisan, mananın ses ve şekil halinde sembollerini sunar. Kelimeler, kavramlar, isimler, fiiller, farklılıkları anlatmak üzere vardır. Bazen formüller ve denklemler maddenin ilişkilerini temsil eder, bazen de kelime veya kelime grupları, insanın iç ve dış âlemini anlatmak üzere dil sembolüne dönüşür.Şair ve yazarlar, felsefenin bir başka boyutu demek olan edebiyatın farklı alanlarında kanat açarlar. Dilin sınırları ile kendi sınırları arasında gider gelirler. Onların eserleri incelenmedikçe, hangi mücerret veya müşahhasa hangi ifade tarzlarıyla yaklaştıkları anlaşılamaz. Mesela, herkesin bildiği “ölmek, ölü, ölüm” gibi var oluşun en keskin gerçeği, satırlar arasında nasıl dillendirilmiştir, hangi ifade yolları bulunmuştur, ancak sabırlı, belki monoton tarama ve dökümlerle ortaya konulabilir.” (Ergüzel : 2007)

 Biz de buna benzer bir incelemeyi sunduk. Bir başka çalışma ile aynı yazara bir başka tarzda yaklaşılabilir. Dilcinin, edebiyatçının, sanat tarihçisinin, sosyolog veya psikoloğun aynı konuya yaklaşım ve yorumları aynı sonuçları vermez. İnceleme ve yorum sahibi hürdür. Ona niye böyle yaptığı sorulur, farklı düşünülse bile, cevabına  saygı duyulur. Eğer bilimsel araştırmalar tek kalıp üzerinde yürüseydi, dünya bilim çevrelerinde bu kadar sayısız ve renkli yorumlar gelişemezdi. Demagoglar ile yetinmek zorunda kalınır, kendi ufkunu yegâne-i cihan sayanların fikirleri herkese kâfi gelirdi. Halbuki bu âlem herkese dar gelmekte, sonsuzluk evreni her zekâ erbabını kendine râm etmededir.

 Kelime grupları, ağırlıklı olarak sıfat ve isim tamlamaları kalıbındadır. Zaten tek kelimeyle yetinmeyip “kelimelerin izdivacı” dediğimiz ifade renklerine doğru giderken, yirmi civarında grup oluşmaktadır. En çok rastladığımız isim ve sıfat tamlamaları, bütün dillerin gramer yapısında vardır. Herhangi bir dili kullanan insan zekâsı, önce isimler arası uyum ve bunların özelliklerini yansıtan tavsifî  ifadelere ihtiyaç duyar. Bu yönde birbirine yakışan kelime toplulukları uzar veya kısalır. Akordiyon misali, ses renkleri kendi içinde açılır kapanırken üslup dediğimiz, dilin kendine has fakat yazara mahsus özel bestesi  de böylece  ortaya çıkar.

Merhum Ahmet Kabaklı, 1960 sonrasının  Türkiye’sinde, malum  İhtilalle alelacele yapılıveren yeni Anayasanın “aslında sola açık” hürriyet ikliminden de faydalanarak, kalemini kılıç eylemiş, millî ve İslamî her meselede fikir meydanında “millletin sesi” olmayı vazife telakki etmiştir. Zamanımızda onun cesaretinde, ciddiyetinde, asla birilerinin adamı olmadan yazıp konuşabilenlerin varlığına duyulan hasret, bütün aydınlarımızın  gönlündedir. ”Acaba o olsaydı, bütün bu olup bitenler için ne der, neler yazar, kimlerle bir fikir muhalafeti içinde olur ve meşru zeminlerde siyaseti etkileyip yönlendirecek hangi  toplulukların içinde yer alırdı ?” diye düşünmekten ve sormaktan kendimizi alamıyoruz. Demokratik hayat ve çok seslilik ihtiyacı, bu soruyu kaçınılmaz yapıyor. Kabaklı Hoca, bahsettiğimiz ilk iki kitabındaki yazılarında, seçtiğimiz kavramlardaki tekrar sayısı (frekans) itibariyle en çok hangi kırk elli kelimeyi öne çıkarmıştır? Dikkatlerinize sunmak isteriz : Türk/lük, Türkiye (125), bir (96), İslam (80), din (83), bu (67)  millet (62), Allah (58), insan (33), en (30), ilim (25), millî/yet/çi (24),  dünya (22), söz (21), bin (21), Atatürk (20), devlet (19), yoksul (18), fikir (18), Avrupa(17), ruh (17), yeni (16), memleket (16), Peygamber (16), adalet (15), iman (15), İstanbul (14), Kurân (13), bayram (13), manevî (13), Hakk (12), medeniyet (12), eski (12),  mübarek (12), yurt (12), son/suz (11),  Müslüman (11), sev/gili (11), ileri (11), biz (11), o (11), halk (11), gönül (11), laik (10), hürriyet (10), şeref (10), vatan (10), kendi (10), Anadolu (10), zafer (10), Tanrı (10), fazilet (10), Ay (10), bütün (10), böyle (10), ilahi (10 ), çağ (10) …

 Bir gün yazarımızın bütün eserleri taranıp kullandığı kelimelerin genel dizini, kavramlar ve söz varlığı ile cümle yapıları da incelenip lisansüstü tezlere konu yapıldığında; yukarıdaki tablodaki sayıların değişerek, yeni ilavelerle daha da zenginleşeceği açıktır ama “Rahmetli Hoca”nın ana fikirleri, idealleri, hayatını adadığı, kendi ifadesiyle “Muhammed Oğuz oğulları”nın ülküleri, Gökalp, Yahya Kemal, Âkif ve Necip Fazıl, Atsız ile Arif Nihat Asya’nın eserlerinde de  ifadesini bulan temel değerler “Türk-İslam-muasır terkibi” ni temsil eden kavramlar, yerinde kalacaktır diye düşünmekteyiz. Yukarıda ifade edildiği üzere Mabed ve Millet ile Müslüman Türkiye’deki yazılarda yer alan muhtelif kavram ve kelime grupları, bugün için dikkate değer sözleri ihtiva etmekte ve bazen de hayret verici idealizmi ile bizi düşündürmekte, yarım asırda neleri feda ettiğimize üzülerek gönüllerimize hayıflanma kederi yaşatmaktadır. ”Biz böyle değildik” yakınması ile zaman harcanamaz. Rahmetli Banguoğlu’nun kitabına verdiği isimle “Kendimize Geleceğiz”. Kaynağımız, dündedir. Bu iki eserindeki yazılarda, 1960 sonrası Türkiye’sinin  İhtilali takip eden zamanlarındaki fikir çatışmaları ve demokratik mücadeleler dikkat çekmektedir. Bilhassa din ve laiklik tartışmaları ile dindarlara karşı yapılan resmî baskılara maruz kalan sade dindar vatandaşlarımız, Kabaklı’nın kaleminde cesur bir savunucu bulmuştur. Hoca, hukuk ölçüleri içinde kalarak, bürokrasinin acımasız çarklarında  ezilmeye çalışılan insanlarımızı usta kalemiyle korumuş, zalimane davranan “hükümet dedikleri çatık kaşlı zat” karşısında zaman zaman ironik üslubunu veya ince mizahını devreye sokmuş, “kara cübbeli” hukuk esnafının açıklarını bularak onları âdil olmaya davet etmiştir. Dokuz, on konu etrafında tasnif edilerek sütunlar hâlinde alfabetik olarak sunulan kavramları, tek tek düşünerek okuyan bir göz, düşününce anlar ki bu sözler, içinde yer aldığı cümlelerin hareket noktalarıdır ve sadefinden çıkmaya hazır mana incileridir. Bu sözlerin her birinde kalem sahibinin uyarıları ve yanlışa saplananları hizaya getirici bilgiler vardır. “Türk ve İslam” bu  yazılarda iki temel değerdir. Bu milletin adı ve dini bellidir. Onun milliyeti ve mukaddesatı ile oynanamaz. Zaten Hocanın kitaplarını yayınlayan yayınevi de kendisine umde  olarak “Milliyetçi ve Mukaddesatçı neşriyatın önderi” sözünü seçmiş, Ahmet Kabaklı’nın eserlerini bayrak yapmıştır.

Burada sayfalarca akıp giden, iki ile yirmi kelime arasında değişen beş ayrı gruptaki yüzlerce kelime grubunun sıralanışı, ilk kelimeye göredir. Aradaki diğer kelimeler ayrıca ele alındığında ana tablo daha çok renklenmektedir. Mesela; ESKİ hikmetler, ESKİ bir vatan köşesi, ESKİ konaklardan yadigâr, ESKİ devirlerden kalma bir takım iptidailikler, ESKİ yeni düşmanlarımıza zafer süngüleri üşüren Kore gazilerimiz için söylenmiş bir şiir…/ veya; YENİ baştan inşa edilecek a’dan z’ye kadar bozuk bir memleket, YENİ nesillere temiz bir Atatürk sunmak, YENİ Türkiye’nin yapılışı, YENİ şahsiyet renkleri, YENİ ulu devlet,…ve nihayet  TÜRK ruhu, TÜRK’ün ahlakî seciyesi, TÜRK milletinin ebedî hilali, TÜRK milletindeki engin müsamaha,  TÜRK varlığının kendisi olan gür ırmağı içinde ebediyete koşturmak, İSLAM birliği, İSLAMLIĞIN şerefi, İSLAM’IN VE TÜRK’ÜN büyüklüğü, İSLAMİYETİ gösterişe âlet edenler,  İSLAM devletleriyle siyasi, iktisadi, ticari, kültürel bağlarımızın güçlenmesi…gibi kavramlar veya ifade kalıplarının  her biri, bizi tekrar tekrar düşünceye sevk eden dünün ve bugünün eskimeyen hep yeni kalan gerçeklerinden söz açmaktadır. Tabi ki anlayana, derdi olana. Bu örnekler, kendi içinde tekrar ele alınsa, aynı sıfatın farklı cümlelerde nasıl farklı mesajlar verdiği daha iyi anlaşılacaktır. Biz dil ve üslup çalışmalarının, anlam bilgisi yönünde ve yazarlarla şairlerimizin söz varlığından hareketle özel sözlüklerine doğru yönelmesi gerektiğini düşünenlerdeniz. Yazımızın başlığında görüldüğü üzere, her biri bir yazı başlığı olacak değerde millî-insanî-İslamî mesajlar taşıyan bu kıvamlı ve muhtevalı kavramlar, idrak erbabının fehmine arz edildiği için aynı zamanda birer mefhumdur ve “mevhum”larla, hayallerle iştigal eden evhamlıların ve kasıt erbabının huzurunu kaçıracak, vehimli başlarını uykusuz bırakacak ama milletin derdine derman olacak has sözlerdir. Öyle olmasaydı ben “rahmetli Hocamın el pençe divan, hep yanında” olur muydum ?

 Bize göre; şair ve yazarların söz varlıklarının ortaya konulması ve özel sözlüklerinin yapılarak aynı devir içinde ve dünden bugüne doğru karşılaştırmalı olarak incelenmesi ve hatta başka dil ve kültürlerle mukayeseli olarak ele alınması, yorumlanması önemlidir. Mademki asırlardır diller arasında alış verişler vardır, tercümeler yapılıyor, hem dil içi ve hem de diller arası karşılaştırmalar, dillerin birbirinden faydalanması, zenginleşmesi, ufuklarının açılması, yeni ifade tarzlarına kapılarını açması evrensel / cihan-şümul bir hakikat olmalıdır. “Kelimeleri yalnızlığından kurtararak başka kelimelerle kaynaştıran yeni mana renkleri, birer ifade kalıbı ve anlatım imkânı olarak dile zenginlik katar. Dilimizin imkânlarını araştırır ve ortaya koyarken, yazar ve şairlerin eserlerinde yer alan söz varlıklarını bilmeye ihtiyacımız vardır. Bu sadece onların kullandıkları kelime sayısıyla sınırlı değildir. Üslup dediğimiz esrarlı yapı, işte bu kelimelerin yan yana gelişlerinde gizlidir…Yeni bir mana ifade etmek üzere birkaç kelimenin bir araya getirilişi, aslında dile hakim olmanın bir başka adıdır. Çünkü biz tek tek, birbirinden ilgisiz kelimelerle iletişim kurmayız. Aksine anlamca birbiriyle ilgili olan kelimeler bir aradadır.Eskiden buna “tenasüp” denirdi. Bu kelime dizilişleri, kişinin üslubunun da ipuçlarıdır. ”(Ergüzel: 2005)

 Her iki eserde geçen, kavram oluşturan kelime grupları, ikiliden yirmiliye kadar yaklaşık 4500 civarındadır. Bunların  %45’i isim tamlamalarıdır ve çoğu kalıp ifadeye dönüşmüş nitelikte belirsiz isim tamlamalarıdır, bu tercih yazarın üslubunun fikir ağırlıklı olduğunun ifadesidir. %35’i sıfat tamlamalarıdır, olay örgüsü, fikirlere göre ikinci planda kalmaktadır. %20’si diğer kelime gruplarıdır ki bağlama grubu başta olmak üzere fiilimsi grupları, kısaltma grupları ve edat grupları da dikkat çekmektedir. Bu tablo yazarın dili kullanmadaki kıvraklık ve kabiliyetinin yansımasıdır. Eserlerin kavramlaşma ifadeleri ve konuları 9-10 açıdan  tasnif edildiğinde ise; dinî, İslamî kavramların %20, millî özellikte kavramların %9, (İslamî-millî toplamda %29), mizahî-ironik-tenkidî kavramların %22, edebî kavramların %15, sosyal-içtimaî mahiyette kavramların %14, siyasî kavramların %9, fikrî ağırlıklı kavramların %7, hukukî kavramların %2 ve nihayet tarihî mahiyette kavramların ise %2’lik bir nispette temsil edildikleri anlaşılıyor. Bu durum, yazarımızın 35-45 yaşları arasında kaleme aldığı ilk iki eserinin fikrî tablosunun ipuçları sayılabilir. Sonraki 35-40 yıl içinde bu tablo hemen hemen aynı mahiyette yükselerek devam edecektir. Ahmet Kabaklı, bu milletin millî-manevî değerlerinin savunucusu olan “ipeğe sarılmış çelik olan kalem”ini zaman zaman sert ve edebî bir üslupla, fikrî ve sosyal konuları ihmal etmeden, hukukî zemini sağlam bir ana cadde üzerinde ustalıkla kullanmıştır. İhtisasını aşan konularda daima ihtiyatlı ve saygılıdır.

Yazarımız, dili ve üslubu itibariyle;

1.       Millî-İslamî ve insanî değerlerden taviz vermeyen bir kalem sahibidir.

2.       Bu milletin manevî  hayatına, töre ve geleneklerine, aile hayatına kasteden her şahıs veya zümre ile kıyasıya bir fikir mücadelesi içindedir.

3.       Edebiyatçı olmanın üslup inceliklerinden faydalanarak, nezaketini kaybetmeden zaman zaman keskin bir ironi veya mizah tarzına mecbur kalsa da vakarını muhafaza ederek ifade seviyesini korumakta, sözü ayağa düşürmemektedir.

4.       Milletin ve gençliğin meselelerine ilgisiz kalmamakta kendisini onların dertlerinin tercümanı gibi görmektedir.

5.       Tafsilatına hakim olmadığı konulara mesafeli durmakta, ihtiyatlı davranarak ancak emin olduğu meselelere cesaretle ve sükunetle girmektedir.

6.       Dinî romantizmi yüksek bir üslup ile İslamî konulardaki milletimizin hassasiyetlerini gözetmekte, resmî ağızların dinimize karşı gösterdiği soğukluğa şiddetle karşı çıkmaktadır.

7.       Laikliğin istismar edilmesine ve din dışı bir tavır gibi anlaşılmasına sert bir tavırla muhalefet etmekte, dindar milletimizden yana durmaktadır.

8.       Atatürk’ün farklı anlatılmasını eleştirmekte onun olmayan sözlerini yanlış yorumlayanlara dersler vermektedir.

9.       Türk Dünyası ve İslam âlemiyle yakınlaşmamızın ileriki zamanlar için önemini hatırlatmakta, âdeta günümüze mesajlar göndermektedir.

10.    Cesur bir yazar olarak, hukuk ölçüleri içinde, demokrasinin nimetlerinden faydalanan Ahmet Kabaklı kendisinden sonraki yıllar için örnek teşkil edecek idealist, çalışkan, medenî, Müslüman ve Türk milliyetçisi bir fikir adamı portresi çizmektedir.

 Ahmet Kabaklı’nın ilk iki kitabı olan Mabed ve Millet ile Müslüman Türkiye, yazarının kemal çağına adım attığı, dünya görüşünün ana çizgileriyle oluştuğu yılların eserleridir. Kabaklı Hoca’nın bu eserlerini takip eden 30 yıl içinde  “mütefekkir” ve “üstad” sıfatları kendisine layıkıyla yakışacak  ve bütün millî kuruluşların ortak kararıyla “şeyhü’l-muharrirîn”unvanını hak edecektir. Hoca, kitaplarında ne demişse son yazısında da aynı temel değerlere sahiptir ve çizgisinde asla kırıklık yoktur. Onun adına kurulacak bir Enstitüde bütün eserlerinin, “Gün Işığında 1,2,3,4,5” ana başlığı altında büyük boy, konularına göre tasnif edilmiş şekilde yeniden neşredilip, e-kitapları da ayrıca sunularak üzerinde çalışmalar yapılmaya hazır hâle gelmesini temenni etmekteyiz. Zaten büyük ölçüde bir araya getirilmeye  hazır olan bütün eserlerinin genel dizini yapıldıktan sonra bir örnekli “Ahmet Kabaklı Sözlüğü” de ortaya konulsa ne kadar hayırlı bir hizmet olur. Bu temennilerle sevgili hocamı tekrar hayırla  yad ediyor, ruhu şad, mekânı cennet olsun, diyorum.