Prof.Dr.M. Mehdi ERGÜZEL
Su, hayatın özüdür. Şiir de dilin özüdür. İki özün izdivacından su şiirleri doğar. Su, coşa, köpüre indiği yokuşlardan düze doğru tavrını, edasını değiştirir, sükuta erer, susar. Suyun susması, nedense denizden ziyade gölü hatırlatır. Deniz; başa çıkılmazdır, dalgalıdır, hırçındır. Göl ise sakin, kendi halinde ve iddiasızdır. Sınırları belli, etrafı yeşillik, ağaçlık göle karşılık, uçsuz bucaksız deniz, karaları tehdit eder, bazen içinde gizli dağlar taşır. Göl ise olsa olsa bir dağa yaslanır. Onun eteklerinde çırpınır.
Dervişlerin ölümünü anlatmak için eskilerin şu sözü aynı zamanda olgunlaşmayı, kemali de anlatıyor:
" Cuylar kim, vardılar deryaya hamuş oldular."
Yani, "Sular, deryaya ulaştılar, sustular." Dervişler mezarlığına da "hamuşan"(susmuşlar) deniliyor. Derya, deniz midir göl müdür? Susan, gürültüden uzaktır. O, derinden konuşur.
Yunus bir şiirinde:
"Bu yol ıraktır, menzili çoktur
Geçidi yoktur, derin sular var..."
diyor.
Derin sular ve göl..Göl , bende sessizlikle birlikte derinlik hissi de uyandırır. Bu hal , şairin:
"Sükutu derin, meçhul askerin"
mısraında anlattığına benzer bir hal olmalı.
Bazan türküler sizi çöllere düşürür, Mecnun ederken, bazen aşığın sazındaki nağmelere eş olur gölde süzülen "suna"yı hayale dalar,
Yeşil ördek gibi daldım göllere
Sen düşürdün beni dilden dillere
Başım alıp gidem gurbet ellere
Ne sen beni unut ne de ben seni.
Mısralarının eşliğinde gurbet duygularıyla ezilir,bir başka türküde baştanbaşa sitem kesilir, köprüleri atar, som isyan halinde gölün ayna berraklığında duru sularına kaş çatar, meydan okursunuz:
Giderim ilinizden, kurtulam dilinizden
Yeşil başl' ördek olsam, su içmem gölünüzden..
Göl şairi, Ahmet Haşim'dir, diye biliriz. Şu mısralar ne hüzünlüdür:
Durgun suya baktım ve dedim ah ölebilsem
Madem ki yok ağlayacak mevtime kimsem.
Mehmet Akif ise, Küfe şiirinde bakımsız İstanbul sokaklarını anlatır ve o zamanların Fatih semtinin yağmurda göllenerek geçilmez hale gelen yollarından bahseder:
Bizim mahalle de İstanbul'un kenarı demek
Sokaklarında yürünmez ki yüzme bilmeyerek
Adım başında derin bir buhayre dalgalanır
Sular karardı mı, artık gelen gelir dayanır.
Buradaki "buhayre" kelimesi "küçük deniz" anlamında su birikintisi veya gölcüktür. Akif'in kara mizahı,aslında günümüz belediyelerine de küçük bir göndermedir.
Yahya Kemal'imiz de , Tevfik Fikret'in Sis şiirinde kararttığı İstanbul ufkunu aydınlatmaya çalışırken göl sembolünü kullanarak İsviçre'nin su ve yeşil ahengini İstanbul ile karşılaştırır:
"Benzetmek olmasın sana dünyada bir yeri
Eylül sonunda böyledir İsviçre gölleri"
Ben asıl sizin ince zevkinizin, son otuz yılın şairlerinden Ali Akbaş'ın bir göl şiirine yönelmesini beklerim. Şairi de bir göl sükutunda ve fakat derinlerden ses veren bir insandır. Bir Azerbaycan hatırası üzerine Göygöl şiirini yazmış. Şu mısralarla başlıyor:
Bir seher vaktinde vardık Göygöl'e
Burada kızlar gül takıyor kaküle
Alev alev bir gül attım su yandı
Sunam derin uykusundan uyandı
Yavaş yavaş araladı perdeyi
Gönlüm göle düşmüş yaban ördeği
Giyip kuşanmaya erinmiş Göygöl
İpekten tüllere bürünmüş Göygöl.
Türkçede "göl" kavramı:
Göl kelimesi tarihi metinlerimizden günümüze pek değişikliğe uğramamış. İlk Türkçe sözlüğümüz Divanü Lugati't Türk'te "köl" şekliyle geçiyor. Hem bugünkü manada, "göl, havuz, birikmiş su" hem de "denizin kendisi" karşılığı verilmiş. Ayrıca "kuşların indiği su birikintisi" anlamında "kölüng" kelimesi var. Fiil olarak da "kölermek" tabirinin "göl haline gelmek,göllenmek" manasında bugün dahi yaşadığı düşünülürse en az bin yıldır bu kelime yazılı belgelerle takip edilebiliyor demektir.
14. asır Kıpçak Türkçesi eserlerinden İrşadü'l-Müluk'ta "köl" ve "kölçük" kelimeleri aşağıdaki şekilde geçiyor:
"Takı ulug köl ol turur kim tepremegey
İki karıgından birisi"
(Büyük göl, iki kıyısından birisi kıpırdamayandır.)
"Havzlar suyu kibi takı kölçükler suvı kibi"
(Havuzlar suyu gibi ve gölcükler suyu gibi)
17. asırda Aydınlı İshak Hoca'nın Akselireb adlı Kıpçakça'dan aktarma sözlüğünde;
"Akar çayda su mecmaıdır ki anda guslederler.
Türkide ana gölet ve büget dahı derler."
şeklinde geçen kelime, aynı asrın ünlü saz şairi Karacaoğlan'ın bir güzellemesinde;
"Bir çift suna gördüm gölde gölekte
Altın küpe şan veriyor kulakta"
mısralarıyla ifadesini bulmaktadır. "Göl" sözü, günümüzün Türkçe sözlüklerinde şu açıklamalarla tanıtılıyor:
1. Oluşması genellikle tektonik, volkanik v.b. olaylara bağlı olan, toprakla çevrili derin ve geniş, tuzlu veya tuzsuz durgun su örtüsü .
2. Suni su birikintisi
Kelimenin; gölcük, gölcül "gölde yaşayan", gölek, gölermek.. örnekleriyle türemeleri; göl ayağı "gölün sularını taşıyan akarsu", göl alası "balık" ve göl olmak "göllenmek" kullanımları ile de kelime grubu oluşumlarını biliyoruz.
Günümüzün yaşayan Türk şivelerinde de kelime bin yıl önceki sesini koruyor; köl, kül,
Türkiye Türkçesindeki ilk ses "k" sesi birçok benzeri gibi g'ye dönüşür. "Kelmek", "gelmek" olurken "köl" de "göl" e dönüyor.
Gölden göle bakışlar .
Türkçe bir şiir dilidir.
"Gölün söylediği şiir" nedir?
"Göl ve gönül" birlikte hangi şiire yöneliyor?
Göl nedir? Durgun su mudur? İnsan eliyle yapılamayacak felekleri yansıtan bir ayna mıdır?
Bu suyun sükutu, el pençe divan durması nedendir? Adeta "emrine amadeyim" der gibi boyun bükmüş, derin susuşu dervişlikten nişane midir?
Öbür yanda, "derinden derine ırmaklar ağlar, uzaktan uzağa çoban çeşmesi çağlarken." suların sesini veya sessizliğini okumak, yorumlamak kimlere kalmıştır?
Göl, bir mecaz belki, onu okumak lazım.
Göldeki sakin su; sükutu emziren bir annedir; yanında, yöresinde her varlığa bir aynadır, kuşların yakındığı bir havuzdur.
Göl, ay aydınında yıldızların yüzdüğü ışıkların oynaştığı sular ülkesidir.
. Ve göl sazlıktır. Orada neyler için sazlar büyümektedir. Belki ilahi aşkın filizleri orada yeşermektedir.
Bolu dağlarının ve ormanlarının arasında "yedisi bir yerde" rüzgara bağrını verirken; Abant'tan Sapanca'ya, Beyşehir'den Bafa'ya, Boraboy'a,Hazar'a, Van'a nice su güzelleri uzanmaktadır.
Biz göllere Asya bozkırlarından alışığız. Yüce dağların arasında Kırgız yaylalarının ortasında Isık Göl'den hatıralar taşırız. Aral ve Baykal kıyılarında altın yeleli atlarını sulamış kurt bakışlı yiğitlerin ufka dalışları hafızalarımızda donup kalmış gibidir.
Nasrettin Hocanın Akşehir gölüne yoğurt çalışları, mayanın tutması için asırlar ötesinden yarına nakış gibidir.
Manilerimizde göl; şaka ve sitemlerle bir aradadır. Birisi şöyle:
Ördek isen göle gel
Şahin isen kola gel
Hakikatli yar isen
Bir söz ile yola gel
Kısacası göl, kültürümüzde su, deniz, sevgili, orman, dağ, kuş, ördek, temizlik, duruluk kavramlarıyla bir aradadır.
Sözü başladığımız gibi bitirelim:
Göl; bulunduğu coğrafyayı yeşillikler arasında güzelleştirirken derinden kaynar, tepelerden, vadilerden derelerle beslenir, çevresindeki insanlara da şairane duygular tattırır.
Sözün güzeli, şiirde durulurken, suyun güzeli gölde dinleniyor.
Yeter ki kıymeti biline, hoyrat ellerde perişan edilmeye.