22 Şubat 2015  · Keşke...Hatay, Kıbrıs olur da Halep, Musul , Kerkük neden olmaz ?

"Şu yakın suların kolu neden bükülmez? Fırat niçin, Aras niçin, Dicle niçin benden doğar, bana dökülmez...? " diye soran Arif Nihat Asya haksız mı ? Şairin sadece "Fetih Marşı" şiirini, orda burada okumak yetmiyormuş, demek ki...· Süleyman Şah Türbesi 'ndeki emanetler, bulunduğu 30 km'lik yerden sınırımıza 200 m. yakınlıktaki Eşme köyü yakınlarına nakledilmiş...Ne diyelim.. Kıbrıs'a nasıl uzun sabır zamanlarından sonra dönmüşsek, inşallah belki bir gün yeniden.. Kolay değildir dönmek..Üsküp'e, Selanik'e, Kerkük'e, Girit'e...dönülemediği gibi...Neredeyse Edirne, İzmir, İstanbul’ da, Millî Mücadele kahramanları ve şehitlerimiz olmayaydı "Dönmeyen gemiler olduk açıktan/ Adımızı soran arayan var mı ?" diye kederlenen rûhanî sesler yankılanacaktı, kırık mezar taşlarının arasından... Büyük millî şairimiz Yahya Kemal BEYATLI, kaybedilen ve dönülemeyen vatan parçalarını ne acıyla anlatır : "Gözlerinin ardında eski vatan / Bizim diyar olarak kaldı, kıyamete dek..." Başarı, "Ver kurtul !" mudur, "Al kurtul.." mudur ? Yeniden düşünülmeli...Allah sonumuzu hayreylesin. Şehit Mehmetçiklerin de ruhları şad olsun...Askerlerimiz şehit olmasın diye Çanakkale'yi savunmayacak mıydık, Kıbrıs'a asker çıkarmayacak mıydık ? Ey çok bilmişler, bir daha düşünün. Yarını düşünün. Üstümüze her gelişlerinde kendimize hep yeni yerler mi arayalım ?

***

25 Şubat 2015  · Ne sevimli resimler var...Tabi ki sadece iki kişiyi önüne katmış götüren "bala"yı kastediyorum....Acaba" iki ırmağın ardında bir derya mı gidiyor ?" Allah bilir, biz bilemeyiz, temenni ederiz...Tabi ki çocuğun Müslüman ve Türk olması kaydıyla...Elin gâvurundan derya çıkmasa iyi olur...Mevlana küçükken, onu çarşıda babasının ardında görenler, böyle demişler, ne güzel dua etmişler de kabul olmuş... Bu kuşlara hayranım... Kanatları, çalışkanlıkları, evcillikleri, merhametleri, sanatkârlıkları, bazan da atmaca gibi yırtıcı cesaretleri, kibarlıkları, masumiyetleri..

Bir de rüzgâr kanatlı atlar...Bize ders olsun diye mi yaratılmışlar ?...

***

Çünkü O; "SETTARÜ'L-UYÛB" dur. Ayıpları gizleyen, kusurları örten, affedendir, rahmeti gazabını geçen, en merhametli bir tarzda hükmeden, "Hakîm" ve "Âdil " olan, "Celal ve Cemal" iyle idrak edilmesi gerekendir......

***

 Turgut Bey'in yanındaki memnuniyetimin derecesini ayağa kalkarak ifade etmişim ..O satırların yazarının yanında ayakta olmak tabii değil mi ? Bir sonraki fuarda kitap sayısı 10'u bulunca, başım yana eğik ve el pençe divan duracağımdan şüpheniz olmaya...Kim bu milletin irfan binasına bir tuğla koyarsa, biz ona medyun-ı şükran oluruz efendim...

***

“CEMRELER GELİYOR HAZIRLANIN.” derken Hıdırellez bile geldi  HOŞ GELİŞLER OLA...

ŞU "CEMRE GÜNLERİ" NE KADAR DA HOŞUMA GİDİYORDU.. Kışı uğurlamak üzereyiz...Bu Pazartesiden itibaren birer hafta arayla havaya, suya, toprağa ve kendinize bakın.. 21 Mart "Nevruz / Yeni gün" ü de siz düşünün artık. Tabiidir ki, 6 Mayıs Hıdırellez'i de unutmayasınız...Nimetler ve mucizeler içindeyiz... Allah'a şükürler olsun.. Mevsimlerin her biri nimet.. İçimizdeki ve dışımızdaki mevsimler, mevsimler...20 Şubat 2024 Salı günü ilk CEMRE, havaya, 27 Şubat'ta suya ve 6 Mart'ta da toprağa düşecek.. Nihayet 21 Martta Yeni Gün / Jangı Kün / Sabantuy /Nevruz geliyor. Ergenekon Bayramı.. Tabiat yine Allah'ın verdikleriyle canlanacak, renklenecek. Her yer kokular, sesler, şırıltılar ve binbir lisan ile konuşacak, arz-ı hâl eyleyecek, hazırlanın... Allah'ın izniyle bu yıl da ilk yaz geliyor. Bazı bölgelerimizin ulu dağlarındaki güzelim "elhân-ı şita " onun habercisidir. "Sükûtun elhân-ı mezâmiri"dir.. 

***

İNSAN DENİLEN MUAMMAYI ANLAMAK… Geçenlerde TRT2'de "Oyunbozan /Systemsprenger" isimli çok ustaca çevrilmiş bir film seyrettim. Hayli etkilendim ve üzüldüm . Problemli bir çocuğun eğitimi ile ilgili..Film bitince düşüncelerimi yazmak istedim.. Bir insan evladı ne kadar önemli...Benni, dokuz yaşında bir çocuk. Beyninde ve sinir sistemindeki sıkıntılar sebebiyle, annesi dışında herkesle ve her şeyle kavgalı.. Ne zaman ne yapacağı belli olmuyor. Kendine ve herkese zarar vermeye çalışıyor. Onu özel eğitim kurumlarında ve tıbbın da imkânlarıyla takip ediyor, tedaviye, terapiye tabi tutuyorlar ve eğiterek düzeltmeye uğraşıyorlar. Ah bu insanoğlu, bir kere bozulunca düzeltmesi ne kadar da zor. Ya millet ya toplum bozulursa ? Bozulması için her şey yapılırsa. O eski Osmanlı Paşasının dediği gibi "Onlar dışardan biz içerden" bu aziz millete ve onun insanlarına etmediğimizi bırakmadık. Allah sonumuzu hayreyleye.. Fakat insan meselesi , ince iştir, ilim konusudur. Şakaya gelmez. Tamire teşebbüs etmeden önce bozmamaya çalışmalıdır. Filmden çarpıcı bir cümle :

" Kimse insanın kendi annesi gibi olamaz..."

Her şey beyinde ve sinir sisteminde olup bitiyor. Hırçın, yalnız, mustarip, eve hasret küçük kızın ıstırabı, anasının kucağında ve seven, okşayan gözlerinde diniyor, yatışıyor... İnsanoğlu bir muammalar yumağı. Allah kimseyi aklıyla sıkıntıya düşürmesin. Filmi çeviren Almanlar pedagojiyi, psikololoji yaşayan bir laboratuvar olan hayatın içinde incelediklerinden dolayı başarılı oluyorlar işi tesadüflere bırakmıyorlar.. Hele insanı ! Ya biz ? Hem de "Hoşça bak zatına kim zübde-i âlemsin sen.. / Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen”" dedikten bilmem kaç asır sonra ne hallerdeyiz. Yazık bize vah bize...

***

BİR ZAMANLAR BİTİRME SINAVLARI ÖNEMLİYDİ…

1958 Eylül'ünde de Zile Altınyurt İlkokulu'nda öğrenciliğim başlamıştı. 1963'te Taşova YEŞİLIRMAK İlkokulu'nda İlkokulu Bitirme Sınavına, 1966'da TAŞOVA Ortaokulu'nda Ortaokul Bitirme Sınavına, 1969'da ÇAPA YÜKSEK ÖĞRETMEN HAZIRLIK SINIFI' nda Lise Bitirme Sınavına, 1973'te de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde Fakülteyi Bitirme Sınavına girdik. Sınavların hepsi hem yazılı hem de sözlü idi. Alıştıkça, çalıştık; hayat sınavları hâlâ devam ediyor. Allah şaşırtmasın.

***

15 Şubat 2021  ·  RAHMETLİ AYHAN İNAL BEY’in hafızasında yüzlerce şiir vardı. Kendisini son 25-30 yıl içinde defalarca dinledim. Son 50-60 yılın büyük şairlerini, fikir adamlarını tanımış, dinlemiş, millî hassasiyetleri yüksek bir insandı. Gür sesiyle kendini dinleten, güler yüzlü, kibar ve mütevazı bir şahsiyetti. Sakarya Üniversitesinde 1999 yılında düzenlediğimiz bir şiir akşamına, beni kırmayıp gelmişler; Rahmetli B.Sıtkı ERDOĞAN ve Rahmetli Dilaver CEBECİ ile birlikte dinleyenleri şad u hurrem eylemişlerdi. Allah rahmet eylesin. Ruhu şad, mekânı cennet olsun. "Gelimli gidimli dünya; son ucu ölümlü dünya..."

***

15 Şubat 2020  · TELEVİZYON KANALLARI DAHA DİKKATLİ OLMALI…

Eminim ki televizyon kanallarındaki dizi filmleri seyreden herkes farkındadır. Birileri bu milletin kimyasıyla mı oynuyor ? Aile faciaları, bilmem neler , her türlü felaketler, karakter bozulmaları, lüzumsuz masumane gözyaşları, bin yıllık değerleri aşındıran her türlü suistimal, cinayet ,sahtekârlık, felaket art arda gidiyor. Sonra da hiçbir şey olmamış gibi masumane pozlar. Birileri bizimle fena halde oynuyor mu yoksa ? Biraz daha rıza gösterilir ve hoşgörülü olunursa çok geç kalınmış sayılabilir. Ben aklımdan geçenlerin binde birini sembolik olarak söyledim. Üzerimizde ölü toprağı yoksa bu dizi filmlerin senaryolarına çok daha dikkat edilmesi zamanının gelmiş ve geçmek üzere olduğunu hatırlamalı ve hatırlatmalıdır. Hem dinî hassasiyetleriniz olacak, bir bardak suda fırtınalar kopartacaksınız hem de bu olup bitenlere göz yumacak, duymayacak, susacaksınız. Siz "Herkesi sağır, âlemi kör mü sanırsınız ? " Türkiye'nin sabırlı insanları ruhen ve bedenen sağlıklıdır. Sorumlular hem kim iseler onlara, milletimizin has insanlarına hastanelik, zavallı, tehlikeli insanlarmış gibi muamele yapılması yanlıştır, denilmelidir.Yarınki çocuklarımızın ruh sağlıkları önemlidir Kaşlarımız çatıktır, televizyonlardaki dizi film senaryolarının muhteva ve sanat değerlerinin düzelmesini teyakkuz halinde beklemekteyiz. Evlerimiz "yol geçen hanı", çocuklarımız da sahipsiz değildir. Bazılarına sormalı : Bir zamanların istihbaratçıları bu görevleri yapmasalar mıydı ? Meydan yabancıların adamlarına mı kalaydı ? Devlet tedbirini almayacak mıydı ? Dünyada hangi devlet geleceğini tesadüflere ve başkalarına bırakır ? Yahudiler ve cahiller, niye II. Abdülhamid'i sevmezler ? İstihbaratı güçlü olduğundan...

***

ESKİ EVLERİ ÖZLEMEK …Şu eski Türk evlerindeki ince zevke, bir de günümüz evlerine bakın...Eski evlerin arkasında da sevimli bir bahçe görünüyor. Çiçekler, kuşlar, domatesler, biberler, çilekler; su şırıltıları içinde koşuşan çocuklar, tavuklar, kediler... Tandırda pişen taze ekmeğin kokusu... Nerelerdesiniz ?

***

TÜRKÇEYE DAİR BAZI TARTIŞMALAR ÜZERİNE… Sosyal Medyada şahsımı hedef alan ifadeleri tebessümle karşılıyorum.. Bu saatten sonra kimseden Türkçülük ve Türkçecilik dersi almam. Hele enternasyonalist bakışlılardan asla... Görüyorum ki paylaştığım “hazır levha” epeyce fikir hareketi meydana getirmiş. 72 yıldır süregelen öğrenciliğim, son nefesime kadar devam edecektir. Burası bilimsel bir platform değil ki. Kurultayda mıyız ? Bu ne heyecan arkadaşlar ? Beğenmediğiniz fikirlere katılmazsınız, olur biter. Kim kime ne zarar vermiş ki ? Kendi dağarcığını "altın" akan pınarlardan doldurduğunu sanan bazı "erler", öteki "erler"i yabana atmamalıdırlar. Türkçe gibi, İngilizce gibi "İmparatorluk dilleri" zengin diller, başka dillerden kazandıkları yahut "fethettikleriyle " daha zengin olurlar. Mesele, Türkçenin cümle yapısının, ek düzeninin sağlam kalmasındadır. İngilizce'de 700 000'in üzerinde kelime olduğu söyleniyor. Acaba 20-30 bin kelimelik bir Türkçe yeterli olacak mıdır ? Nezaket sınırını aşan merak erbabı, benim bu konudaki yazılarımı okumaya zaman bulamayacaksa, susmayı yahut çay sohbeti davetime gelmeyi düşünebilirler.. Hür düşünceden korkmasınlar, nüansların bir dili zenginleştirdiğini, Türkçe Sözlük'ün bir milyon kelimeye doğru giden ve evrensele uzanan "Turan Türkçesi Ufku"nu da görmeye ve anlamaya çalışsınlar. Fanatizmle bir yere varılmaz. Lütfen üsluba dikkat edilsin. Bizim de elimiz armut toplamıyor ama ölçülü olmayı kendimize daha çok yakıştırıyor ve vakarı tercih ediyoruz. Masallarla iştigal edenler, dil gibi hassas bir alanda at koşturmamalı, tökezleme tehlikesine karşı tedbirli olmalıdırlar. Konuyu daha fazla uzatmak istemem. 51. yılına ulaşan hocalığımı da asla tartışmaya açmam. Çünkü ben çok okuyan, dinleyen, düşünen demokrat tavırlı bir insanım. "Herkes düşünceme katılırsa yanılmış olmaktan korkarım." diyen ne kadar da haklıymış. Selamlarımla0

***…

*ABASIZ, POSTSUZ BİR DERVİŞ… -Dr. MEHMET EMİN AĞAR BEY İÇİN-

    Tanpınar’ın “Ne İçindeyim Zamanın” mısraıyla başlayan şiirinden hafızamda kalanları mırıldanıp duruyordum son günlerde… Maksadım o şiirde geçtiğini tam hatırlamadığım mısralarla,  bir ruh hâline karşılık aramaktı. Şiirin bir yerinde geçen şu mısralar rahatlatıcıydı:

“Başım, sükûtu öğüten / Uçsuz bucaksız değirmen /İçim, muradına ermiş, / Abasız, postsuz bir derviş…”

     Acaba biz muradımız yolunca giderken içimizde ve dışımızda olup bitenlere ne kadar müdahil olabiliyoruz? Kader, ömür dediğimiz zaman içinde hükmünü icra ediyor ve bizi sükûn sahillerinde dinlenmeye alıyor. Resmî hayatta buna “emeklilik” diyorlar. Yakın zamana kadar “tekaüd olma” denildiği gibi. Bu kelimenin “karşılıklı oturma” manası da var. Kelimenin geldiği “kuûd” un bir manası da “namazın oturarak eda edilen kısmı” … Yıllar önce, kendisine “mütekaidînden ve müderrisînden Hacı Mehmed Emin Bey” diye hitabına niyetlendiğini haber aldığımız yirmi şu kadar yıllık arkadaşımız, belki de “tekaüd” kelimesinde mündemiç manalara doğru yeni bir hayırlı bir kapı açmaktadır. “Keşke devam etseydi..” temennileri samimi olsa da dostları, karar sahibinin gidişini; “hırka ile taç” yerine “gönlünü derviş eyleme” yönünde belirlediğini düşünerek, sağlık ve afiyet dilediler…Dr. M. Emin Ağar’la çeyrek asır aşinalığımız var. İstanbul’daki millî kültür kuruluşlarında, vakıflarda, konferanslarda, üniversitelerde, kitap çarşılarda sohbetler ettik , Dedelerimiz cihetiyle “eski vatan” Rumeli’nin hüznünü dile getirdik. Bu güler yüzlü, dost çehreli, mülayim tabiatlı adam; “mülayim” kelimesinin yakışan manasıyla ilimle hemhal olduğu kadar irfandan da nasiplendiği hal ve tavırlarıyla belli ediyordu, Kırk yıllık arkadaşınız gibi yüzünüze gülen, aylarca görmeseniz bile dün ayrılmışsınız gibi sıcak sohbete kaldığı yerden devam eden, çantasındaki taze kitapları masaya serip “ Mehdi Abi, istediğini seç..” ikramında bulunan Mehmed Emin Bey gibi çok az insan olduğunu düşünüyorum.Yolumuz 1995’lerde Sakarya Üniversitesinde birleşti. Sapanca’da, Hendek’te görev yaptığı yıllarda adı etrafında bir güven ve huzur mutabakatı oluşan M. Emin Hoca, asıl tecrübesini Eğitim Fakültemizin kuruluşunda ve bilhassa Türkçe Öğretmenliği Bölümünün şekillenmesinde ortaya koydu. Bu bölümün eğitime başladığı yıl beni de davet ettiler, Vahdettin Bey’le beraber onun nezaketi ve güler yüzlü disiplinleri, hafızamda gururlu bir hatıra olarak parlamaktadır. Tıpkı toplu kitap hediye ederken yaptığı gibi dönem başında programı bana uzatarak “Mehdi Abi, uygun gördüğün dersi veya dersleri seç…” demesi ne kadar hoşuma gitmişti. Kale, başka türlü nasıl fethedilirdi. Zira onun mizacı ve meşrebi de benim gibi ; “evlâd-ı fâtihân” dan geliyordu.

     M. Emin Bey, okuyan, düşünen, dinleyen, öğrencisiyle kolay anlaşan bir üniversite hocasıdır. Yöneticilikte surat asmadan da işlerin yürüyebileceğini gösteren bir anlayışı olmuştur. Bölümünde ağabey üslubu ile bir gelenek kurarak emaneti gençlere bıraktığına çalışma arkadaşları şahittir. Üniversite dışında, İstanbul’da bir saygıdeğer sohbet çevresi, onu “Ozanlar” ımızdan biri yapmıştır. Sazı yoksa da sözü vardır. Yolunuz Beyaz Saray kitapçılarına veya Sahaflara düşmüşse, “en derin” düşüncelere dalarak kitap peşinde iseniz “Enderun” namıyla anılan bir yerde onu bir sohbetin baş köşesinde bulur yanında sükûna erersiniz. İddiasız konuşur ama bilmeden konuşmaz. Muhatabımın canını yakmak, onu incitmek, mahçup etmek M. Emin Bey’in tanımadığı tuhaflıklardır. Bize kendi sıkıntılarından bahsetmez. Yahut önemsiz konularmış gibi sohbeti başka vadilere çevirerek, nefsinden uzağa götürmek ister. Milliyetimizi temsil eden ne varsa M.Emin Bey’in ilgi sahasına girer. Zaten münevver olmak dediğimiz de böyle bir hal üzere olmak değil midir? Doçentliğe hazırlandığım 1995 sonrasında Millet Kütüphanesi’nde, yazma eserlerle ilgileniyordum. Kütüphane Müdürü rahmetli M. Serhan Tayşi Bey’le beni tanıştırdı. “Bazname” nüshalarının peşine düşmüştüm. “Bende bir tane var” dedi. Çantasından çıkarıp uzattı “Sizde kalsın” dedi. “Siz kendiniz için almamış mıydınız?” dedim. “Benim başka çalışmalarım var… Bir kolayına bakarız.” kabilinden nezaketli sözlerle gönlümü aldı. Yazmanın aslını müdür beyle yakınlığı dolayısıyle hemen getirtip incelemem için masaya bıraktılar. Bu tür eserlere yönelişimde rahmetli O. Nedim Tuna kadar M. Emin Bey’in hissesi olduğunu da burada şükranla yad ediyorum. Kendisine kitaplar arasında  sıhhat ve afiyetler diliyorum.

***

18 Şubat 2022  ·  / TRT1'de gösterilen, AŞKIN YOLCULUĞU: HACI BAYRAM-I VELİ'yi beğendik. Güzel hazırlanmış. Mekânlar, kıyafetler ve senaryo başarılı. Dil ve üslup seviyeli . Hikmetli sözler ve nükteler gönül okşayıcı. Somuncu Baba diziye çok yakışmış. Medrese talebeleri, yörük kızları ve esnaf da tavır ve edalarıyla, her hâlleriyle kendilerini seyrettiriyorlar. Bizimkiler zengin irfan kaynaklarımızı keşfettiler. Nice yüz ve bin dizi çevrile ve torunlarımıza gösterile de akıllarımız başlara devşirile ve gönüller şad ola inşallah. Emek verenleri tebriklerimizle ve kendilerine teşekkürlerimizle efendim... Ben konuya Türkolog gözüyle ve Rahmetli Prof. Dr. Mehmet Kaplan danışmanlığındaki "Fakülte Bitirme tezi Tiyatro Eleştirileri" olan biri ve tabi ki yarım asırlık hoca mantığıyla bakıyorum. Alan sınırlarımı aşmam ama münevverlik sınırlarımdan da taviz vermem .Televizyon dizileri tarih kitapları ve belgeselleri değildir. Sanatın kendine mahsus hür bir dünyası vardır. İlgili hocamız saygıdeğer bir insandır ve hatta roman yazarı olması hasebiyle bir sanatçıdır. Bu konuları konuşmak yazmak daima faydalıdır.Televizyonda "Hacı Bayram-ı Veli" yazmışlar, biz yıllardır "Hacı Bayram Veli" deriz, halkımızın da tercihi o yöndedir. Halkın tercihi doğrudur. Bazı konularda ilmî izahı lüzumlu bulmuyorum. Bu ilk bölümden birkaç cümle: * Bizim somunların tadı, bal, pekmez ve yoğurdun mahir ellerde yoğrulmasındandır. * Yoğurmak yetmez, beklemek, durmak ve sabır gerek.* Somunu somun eden, piştiği fırındır...