BİR ÖĞRETMENİN HATIRALARI ARASINDA…

NERELERDESİN?  / 20 Haziran 2007

Otuz iki aydır görüşemiyoruz. Bu ne vefasızlık? Müderris-i evvel olmuşsun. Başka vadiler ve ulu sular ve iç âlemler hevesleri içinde salınıp duruyormuşsun. Birer fırsat bularak görmediğin bazı diyarlara gidip geliyormuşsun. Heyecanların azalmış. Kızmıyor, küsmüyor, şaşırmıyormuşsun. Sadece üzüntülerinde bir derinleşme, sessizlik içinde feryat ve sükûnet varmış.“Hayırlısı olsun” demelerin çoğalmış. Kazanç hesapların bitmiş, sitemlerin sona ermiş. İnce sözlere, hikmetlere merakın artmış. Yazmaktan çok okuma ve dinlemelere  zaman ayırır olmuşsun. Okumak üzere tefsir, hadis külliyatı, Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Türk Tarihi  ve Divanları  bir yıl için, sıraya koymuşsun. Haydi hayırlısı. Daha sık görüşelim Mehdi Hoca…SİYASETE MEYLETME  / 02.07.2007 Yaratılışında siyasete yatkınlık var ama sinirlerin  buna müsait değil. Sen yalan söyleyemezsin. Göz göre göre gerçekleri gizleyemezsin. Senin yapın tevazu gerektirir. Sen sohbet adamısın.. Edebiyatı, şiiri, sanatı seversin. İlim en sevdiğin meşgaledir. Bilgili ve seviyeli insanlara hep hayran oldun. Sen siyasetle ilgilensen de huzurunu kaçırmaktan başka  bir işe yaramıyor. Başa çıkılır bir iş değil. Keşke danışılan biri olsaydın… Siyasi temayüllerinde haklı mısın? Kim ne kadar haklı? Gerçek bu kadar çok yüzlü olabilir mi?

KELİMELER DIŞINDA ANLAMAK /  18.06.2008 Ancak düşünmek, susmak, okumak ve dinlemekle oluyor. Kelimeler içinizde ve dışınızda koşuyor, duruyor siz onları tekrar tekrar düşünüyor, yeniden anlamaya çalışıyorsunuz. Yunus’un söylediği “size nazar kılacak dostlarınız varsa taze civan olursunuz.” Yoksa fakir kalırsınız. Size sevgiyle nazar edecekler, bazan çiçektir, bazan kuştur, bazan bir çift gözdür. Sizin bu nazarlardan neler aldığınız önemli. Yanılmak ve yanılmamaktan ötede bir şey var hayatta, onu çözmek mümkün değil. Şairin sırrını ararken patlayan gülle veya öteki şairin “ruh ufuksuz yaşamaz” dediği gibi manalı yaşamalı. Allahım, beni ufuksuz bırakmasın.

NEDENDİR ?.../ 15.07.2016 Sekiz, on yıla yakın bir zamandır defterciğimle sohbet etmeyişime bir mânâ veremedim. Emeklilik yaklaşıyor.Tam 18 ay sonra, askerliğin bitmesi gibi, bir resmî yazı gelecek, elime teskereyi verecekler : “Buraya kadar..” diyecekler. “45 yıl 5 aydır sürdürdüğün yolculuk buraya kadardı..” Bunu diyenlere de bir müddet sonra başkaları benzer sözler edecek, benden öncekilere denildiği üzere. Dünya denilen yer, yoksa sanal / var olduğu zannedilen bir âlem midir ? Yaşadığımızı sanıp da yaşamadığımız veya yaşayamadığımız bir yer midir yoksa ? Elim yazmaya gitmiyor. Herhalde birkaç zaman daha geçeceğe benzer. Ruhen ve bedenen dinlenmeye ihtiyacım var. Hayırlısı olsun…

SEN BİR DEDESİN AZİZİM…/ 01.01.2018

Dedelik başka  hiçbir meşgaleye, unvana benzemiyor. Unvanlar, makamlar ötesi bir hâl. Açıklaması yok, yaşanır. Allah’a hamdolsun ki bize hem kız hem erkek, hem esmer hem beyaz, hem kıvırcık hem düz saçlı iki güzel torun nasip etti. Onların bakışları “dede” demeleri, dünyalara bedel. Küsmelerine, ağlamalarına dayanamam. Sağlıklı, güler yüzlü, akıllı, her çocuk gibi birazcık ısrarcı, çabuk küser, çabuk barışır, “nar tanesi nur tanesi, hepimizin birerden iki tanesi” Allah onları ve dünyanın bütün masum emaneti olan evlatları korusun. Şerden, zulümden, yokluktan, felaketten muhafaza eylesin. Çocuğa kalkan eller uyuşsun ve o ellerin sahipleri mahcup ve peşiman olsun…

İLK OKUR YAZARLIKLARIM  / 06.01.2018

Düşündüm de okur-yazar olalı, kaç yıl geçmiş diye, öğrenciliğimin 60. yılına girdiğimi fark ettim.1958’in Eylül başlarında o zaman 30 yaşında olan rahmetli babam Abdullah Ergüzel,  beni küçücük elimden tutarak Zile çarşısındaki fotoğrafçıya ve nüfus cüzdanımla Altınyurt İlkokuluna götürmüştü. Boyum küçük diye az kalsın beni okula yazmayacaklardı. Babam ne yaptı etti, beni Zile’nin bu adı güzel okulundaki rahmetli Bekir Telkenar öğretmenime emanet etti. Teneffüslerde üst sınıflarla “kerrat cetveli” yarışına girdiğimi, derslerin birinde ise ölçülerle ilgili bir soruyu bilemediğim için kulağımın çekildiğini ve azarlandığıma üzüldüğümü, kızarıp bozardığımı hatırlıyorum. Evde de gündüz vakti, pencerenin camına dayadığım resimlerin üstündeki beyaz kâğıtların kurşun kalemle üzerinden geçerek kopya ettikçe sevinişim, hayal meyal gözlerimin önüne geliyor.. Okula başlamadan önceki yaz ise, dedemin “Sofu” diye seslendiği rahmetli babaannem Şahsenem Hanım, beni, boynuma süslü, işlemeli bir mahfaza içine koyduğu “Elif Cüzü” ile Mahalle Hocasına göndermişti. Bir evin salonunda kızlı-erkekli 8-10 kadar yakın yaşlarda çocuk, hocanın karşısında rahlenin önünde diz çökmüş, biraz korkarak, biraz kendimize güvenerek harfleri, heceleri sökmeye çalışıyorduk. Birkaç hafta sonra boynuma “Amme Cüzü” takıldı. Bilgimiz artmış olmalı ki bana evde ara sıra dua okutuluyor, babamın büyük parmağını sıkıca tutarak camide namaza bile gidiyordum. O yaz sonu ne yazık ki babaannemi kaybettik, hayatım alt üst oldu.

DEFTERİMLE HASBİHAL / 11.01.2018

Bunaldığım zamanlarda sana kaçardım. Görüyorum ki 5000 (beş bin) güne yakın zamandır senden kaçıyorum. Bu benim hâlim vefasızlık sayılır. Senin ağzın, dilin yok ki konuşasın. Elli yıl boyunca hep ben anlattım. Bembeyaz, yer yer sararmış sayfalarını irili ufaklı yazılarla doldurdım.”Gık” bile demedin. Sadakat ve vefanın bu türlüsü ancak senin cinsinden olanlarda var : Kitaplar, kalemler, defterler ve gözler, okumak ve yazmak için; kulaklar  dinlemek, diller konuşmak için…Muntazam yazılarımın sonuncusu, 2001 yılının Mayıs’nda susuyor. Birkaç ay sonrasında ise bir 50. yaş yazısı. Doçentlik sonrasında ciddi bir ameliyat ve yine uzun uzun susmalar, içe dönmeler, havayla, suyla, kaldırımlarla yârenlikler…Neden ? Herhalde beni sen bile anlayamaz teselli edemezmişsin ki öyle olmuş ey defter-i hususiyyem.  Ümitsizliği, boşvermişliği, kendi başına kalma, yollara düşme ve yılları ardarda ekleme meyli ve niyeti miydi bilmem. İşte yıllar akıp gitmiş, resmî emeklilik yaklaşmış, sağlık problemleri başlamış, herkesin her hâli hoş görülür olmuş…Kitap okumalar, konuşmalar, dinlemeler, yazmalar, gidip gelmeler, olup bitenleri kendimce anlamaya çalışmalar, kimsenin işine karışmadan sade ve iddiasız hâller..Çocuklar okullarını bitirmişler, askerliklerini yapmışlar, meslek sahibi olmuşlar, evler, arabalar almışlar, iki büyük kardeş, yuva kurmuşlar. Hamdolsun, kucağımıza iki torun gelmiş. Eee, işte böyle azizim. O güzel torunlar, hayatın özetidir. Yeni bir fasıl başladı, serviliklere yol görünüyor. Haberin olsun. Ben gidersem, -defterim- sen kal dünyada; “Gizli sırlarımı âşikâr etme”. Hayırlısıyla inşallah…

66. YAŞIMA ŞÜKÜRLER OLA…/ 15 Ocak 2018

33. yaşıma girerken 1985 yılında kaleme aldığım yazıya baktım, düşündüm, orada güya geçmiş yıllara gitmişim. Aradan bir o kadar daha zaman geçmiş. Çocuklar okullar bitirmiş, meslek sahibi olmuşlar,  yeni yuvalar kurulmuş, gelinler gelmiş, torunlar doğmuş ve saçlar ağarmış. Unvanlar kazanılmış, fani makamlar nasip olmuş ve hepsi tek tek tek bırakılmış ve ben mesleğimin 45. yılında emekliliğin eşiğindeyim. Gariptir ki ben “Yine bir başka yerde sınıfların kapısını açar mıyım ?” derdindeyim. Bu nedir ? Yalnız kalma korkusu mu ? Unutulma endişesi mi ? Kime, neyi ıspat derdindeyim ? Hangi bildiklerim ve kararlarım ne ölçüde doğrudur ? Hayret ! Paraya ihtiyacım yok. Huzura ve sağlıklı yaşamaya ihtiyacım var. Kimsenin hayatı nasıl gördüğü, neye nasıl baktığı, eskisi kadar beni düşündürmüyor. Gelişmeler; etrafımla arama, benim planlamadığım garip mesafeler koydu, koyuyor. Kimseleri incitmeden, kimseye yük olmadan, minnetsiz yaşamaya uğraştım, didindim durdum. Yolların sonuna doğru neler düşünüldüğünü bilmezdim, onu da felek öğretmeye başladı. Eski alınganlıklarımdan eser kalmadı, herkesin her hâlini tabiî göre göre binde bir kızmalarım bile yok olacak zahir…Çok okuyorum, gözlerim yoruluyor. Okumazsam gezmem lazım. Sohbetime katlanacak veya kendisini dinleyebileceğim arkadaşlarım da var.. Ama nereye kadar ? Dervişler nerede, ben neredeyim ? Gözlerim, kulaklarım, dilim, hafızam, kitaplar, kalemler ve kâğıtlar daimi yoldaşlarım, hamdolsun…

KİM DERDİ Kİ  ? / 22 Ocak 2019

Üç ay kadar evvel ciddi bir ameliyat daha geçirdim. İnşallah şifa bulurum.Tam da emekliliğim yaklaşmışken bu badireyi de inşallah atlatmışımdır. İki hafta içinde derslere döndüm. Zaten arada vize sınavları vardı.İki ay sonra en kısa gündüze girdiğimiz gün 20 Aralık’ta benim için sağ olsunlar muhteşem bir “Veda-vefa programı” yaptılar.  Rektör ve Dekan bey ile mesai arkadaşlarım profesör, doçent ve doktor olan öğrencilerim ve arkadaşlarımın hakkımdaki nezaketli sözleri, salondaki asil kalabalığın hafızalarına güzel  hatıra renkleri armağan etti Konuşmalardan çok mütehassis oldum, benim  de duygu tarafı ağır basan  konuşmam ile günü tamamladık. Final sınavlarını yaptım, ara tatile girdik ve nihayet…Emekli olmak da varmış…15 Ocak 2019 sabahı Sakarya Üniversitesi Personel Dairesi’nin Emeklilikle ilgili Özlük İşleri Şubesi’nde küçük bir panoda tanıdık bir yazı gördüm: “Yaş haddinden emekliliği gelen Mehmet Mehdi Ergüzel..” Şakayla karışık ilgili memurlara “Beni gönderiyor musunuz ?” tarzında takıldım. Onlar, “Hayırlı olsun”larla, ben “Darısı başınıza”larla işlemleri yürüttük, fotoğraflar yapıştırıldı, imzalar atıldı, bilgisayar sistemlerinden adım düşüldü. 15 Ocak 2019 itibariyle mütekaid oldum. Hayırlısı olsun. Duygularım gergin, adımlarım mahzun. Çok kişinin sevindiğine ben niye üzülüyorum ki ? Durulunca yazarım.

EMEKLİLİK SONRASI 70. YAŞ ve SONRASINA DOĞRU…/  Ocak-Aralık  2022

Boş duramaz, kenara çekilemezdim. Zaten Arel Üniversitesinde Dekan arkadaşım Prof.Dr.Muhammet YELTEN’in davetiyle birkaç dönemdir Yüksek Lisans derslerine girmekteydim. Danışmanlık görevlerim de vardı. Sakarya Üniversitesindeki 10’a yakın doktora ve yüksek lisans danışmanlığım ise 4 5 dönem uzatılmıştı. Hepsini hayırlısıyla tamamladık. 25 yıl içinde 10 doktora, 45 yüksek lisans tezi ve yüzlerce lisans tezi / Bitirme Çalışması tamamlatmak nasip oldu, hamdolsun. Emekliliğimin üzerinden daha bir hafta geçmeden Biruni Üniversitesi’nde Dekan olan  arkadaşım Prof.Dr. Adnan ÖMERUSTAOĞLU; “Hocam bize gel, Türkçe Bölümü açalım. Kadronu istediğin gibi oluştur..” dedi. Böyle bir teklif reddedilemezdi. Hayırlısıyla başladık, Eğitim Fakültesi’nin diğer bölümlerinin ilgili derslerine haftada iki gün girdik, programlar ve konuşmalar yaptık, saygı ve nezaket gördük, hazırlıklarımızı yaptık, kadrolar ilan edildi ve maalesef bölüm teklifi YÖK’çe  onaylanmadığı için  hevesimiz kursağımızda kaldı. Bir müddet sonra İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi’nde Yüksek Okul Müdürü ve Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Başkanı arkadaşım Dr.Öğr.Üyesi  Erol ÜLGEN Bey; “Hocam, buyrun beraber çalışalım..” dedi. Bu asil nezaket karşısında da “Sınıfta olabilme, zevk ve heyecaniyle…” cevabım elbette müspet olacaktı. Malum  salgın başladı. Derslere önce çevrimiçi, sonra yarı yarıya yüz yüze, iki dönemdir de, şükürler olsun yine haftada iki gün gidip gelerek, emekli olmamışım gibi; Osmanlı Türkçesi 1-2-3, Eski Anadolu Türkçesi, Yazılı Sözlü Anlatım ve Dilbilimi derslerine girmekteyim. Prof. Dr. Metin KARAÖRS Bey de bölümün tecrübeli hocası olarak yanıbaşımızdadır. Burada, mutad  tören konuşmalarının yanısıra, iki oturum halinde Hacı Bektaş Veli-Ahi Evran-Yunus Emre’yi temsil eden “Anadolu’nun Üç Güzeli” başlığı altında başka üniversitelerden katılan hocalar ve bölümümüzün  bütün mensuplarının bildiriyle yer aldığı ilmî bir kültür proğramı yaptık. Türk Edebiyatı Vakfı  Başkanı Serhat Kabaklı’nın desteğiyle TEDEV Yayınları arasında bildiriler kitaplaştı.12 Mart’ta “İstiklal Marşı’nın 101.yılındaki konuşmamız dinlendi. Bazı Vakıfların ve liselerin Yunus Emre ve Âkif’le ilgili konuşma davetlerine icabet ettik.  Alanya’daki 14. Uluslararası Dünya Dili Türkçe Sempozyumu ve Van’daki 4. Uluslararası Türkoloji Araştırmaları Sempozyumu’nda birer bildiri sunduk. Hem vefatının 600.Yılında Mevlid şairi Süleyman Çelebi’yi hem de vefatının 40. yılında ilk doktora danışmanım rahmetli Prof.Dr. Faruk K.Timurtaş’ı “Yaşayan Türkçemiz İdeali”yle yad eyledik. Has niyetimiz, bölüm hocalarımızın katılımıyla bir Lisansüstü program açarak bilimsel hareketliliği artırmaktır. İnşallah nasip olur. Galiba bu Aralık başında Ankara-Keçiören’de Rahmetli Hocam Ahmet Kabaklı için hazırlanan bir programda Serhat Kabaklı, İsa Kocakaplan, Saliha Malhun ve İmdat Avşar’la birlikte konuşacağız. Hayırlısı olsun…

Bu arada, eskimeyen öğrencilerimin teşebbüsüyle Turkish Studies desteği ve yönetiminde “Meslek Hayatının 50. Yılında Prof. Dr. Mehmet Mehdi ERGÜZEL Armağanı” hazırlıklarının başladığını, Cumhuriyet’in 50 yılına denk gelen  öğretmenliğe başladığım Eylül 1973’ten tam 50 yıl sonra yine hüsn-i tesadüfle  aziz Cumhuriyetimizin 100. yılına rast gelecek  şekilde bir cemile düşünülmüş olması, duygularımı daha da yüksek seviyelere taşıyor. Allah bu günümüzü aratmasın. Ama benim 50 yıldır bitmeyen, sönmeyen hayalim; mezun olduğum Çapa’da bir “Türkiye Öğretmen Akademisi” kurulması, orada lisansüstü derslere girebilmek, bahçesinde öğretmen arkadaşlarla çay sohbetleri yapabilmek, kültür ve edebiyat programlarında yer alabilmek, tecrübelerimi anlatabilmek ve genç nesillerin fikir ve projelerini dinleyebilmek. “Bilim, kültür ve sanat adamının emekliliği olmaz.” Rahmetli Hocam Ahmet Kabaklı’nın kurduğu ve sonraki nesillere emanet ettiği Türk Edebiyatı Vakfı’nın güzide yayın organı  Türk Edebiyatı Dergisi 50. Yaşına girdi, Ekim 2023’te tam da Cumhuriyet’in 100. Yılında 600. Özel sayısını yayınlayacak. Türk Dünyasının merkezlerinde şubeler de açıyor. Azerbaycan-Bakü Şubesinin açılışında bulunmak nasip oldu. Keşke Tebriz, Semerkant, Aşkabat, Bişkek, Astana, Urumçi, Kazan, Üsküp, Köstence, Komrat, Gümülcine,  Kerkük, Halep… şubelerini de açabilseydik…Bu arada rahmetli hocamın adına bir Enstitü kurulmasının yanısıra “Ahmet Kabaklı Fıkra-İnceleme-Deneme Yarışması”nın düzenlenmesi en geç onun doğumunun 100. yılı olan 2024’e yetişirse ruhu şad olur. İnşallah bir gün bu hayaller de gerçekleşir.. Benim de torunlarıma anlatacak başarı hikâyelerim olur inşallah; “Bir varmış bir yokmuş…” diye başlayan, “Gökten üç elma düştü..” diye devam eden ve biten… Maksat ağzımızın tadı eksilmesin. Allah aziz milletimize nice hayırlı gelecekler, bize ve size  de  sağlık ve afiyetler nasip eylesin inşallah…

Son olarak; bana güzel Tekirdağ’ımızın haber ve kültür merkezi 59haber.com’da bir köşe açan ve nezaketle, hiç müdahale etmeden her yazımı yayınlamakta olan   Hasan Erge Bey ile Fatih Erge Bey’e de teşekkürlerimi arz ediyorum..