​​​​​​​PROF.DR.FARUK K.TİMURTAŞ’IN “YAŞAYAN TÜRKÇEMİZ İDEALİ” ÜZERİNE…(1)

Bu yazımızda; lisanstan hocamız, ilk doktora danışmanımız, yakından tanıma şerefine nail olduğumuz, rahmetli Prof.Dr. Faruk K.TİMURTAŞ’ın ömrünü adadığı “Yaşayan Türkçe Mücadelesi” ve bu idealin ilmî dayanakları üzerinde durulacaktır. Faruk Kadri Bey, daha üniversite yıllarından önce babasından ve KABATAŞ Lisesindeki Faruk Nafiz Bey ve Nihat Sami Bey gibi güzide hocalarından sağlam bir ana dil sevgisi ve şuuru kazanmıştır. Başarılı Türkoloji lisans eğitimini takiben, Tarihî Türkiye Türkçesinin ana kaynaklarını ve yazmalarını incelemeye, kitaplar, makaleler ve tezler yazmaya yönelen dikkati, onu genç sayılacak yaşta alanında profesörlüğe taşımış, Osmanlı Türkçesi Grameri ile de Türkiyat âleminde ciddi bir boşluğu doldurarak önemli bir ihtiyacı karşılamıştır. 1965’i takip eden yıllarda, Türkçenin kendi kuralları içinde gelişmesi yolunda, tarihten kazandığı ifade zenginliklerini de koruyarak ilerlemesi için çok sayıda makale kaleme alan, kitaplar yazan, çeşitli toplantılara katılan Dr.Timurtaş Bey, arkadaşlarıyla birlikte, Türkçeye kastedildiği gergin tartışma yıllarında vakur bir üslupla, ilmî dayanaklarla vefatı zamanına kadar aralıksız, sabırla çalışmalar yapmıştır. Sadece Türkçe üzerindeki makale sayısı 200’e yakın, bu vadideki kitapları ise 4’tür. Kısacası F.K. Timurtaş’ın “Yaşayan Türkçemiz İdeali”nin temelinde: *Türkçenin tarihten günümüze işleyen ve geleceğe doğru akan şaşmaz ve sağlam kuralları vardır.*Türkçe, yenilenir, sadeleşir ve zenginleşirken, asırların kazandırdığı dilimize mal olmuş kelimeler yok sayılamaz, atılamaz, feda edilemez.*Yeni teklif edilen kelimeler, dilin kurallarına uymuyorsa kabul edilemez, dilin zedelenmesine izin verilemez.*Yakın anlamlı kelimelerin aralarındaki nüans azaltılamaz.*Dilin sahibi millettir. Milletin benimsemediği kelimeler, eğitimde baskı ve zorlamayla dayatılamaz.*TRT ve basın yoluyla dile kasteden yayınlar, devlet eliyle denetlenmelidir.*Uydurma kelimelerle edebî zevk bozulmamalıdır.*Dil meselesi siyasete âlet edilmemeli, uzmanlarının denetimine bırakılmalıdır.*Yeni kelimeler mutlaka erbabının görev aldığı kurullarca incelenmelidir.*Türk Dil Kurumu mutlaka, dilci, edebiyatçı ve ünlü kalem sahiplerinden oluşan kurullarca yönetilmelidir.Bu saydıklarımız etrafında “Türkçe benim hayatımdır.” düsturuyla çalışan rahmetli hocam  Prof.Dr. F.K.Timurtaş’ı şükranla yad ediyorum “

GİRİŞ:

Türkçemiz, millî varlığımızın temelidir. Yahya Kemal’in güzel ifadesiyle “Türkçe, manevî vatanımızdır. Bu vatanın gövdesi ve ruhu Türkçedir…O bizi sınırlar ötesi birbirimize bağlar. Türkçe  çekilirse oralar da vatan olmaktan çıkar..”  İşte bu bakış tarzı ve anlayışı bizi Türkçe konusunda titiz, dikkatli ve tavizsiz olmaya alıştırmıştır. Anadolu’da bin yıldır, Malazgirt öncesi yüzlerce yıldır, Türklüğümüzü aziz Türkçemiz sayesinde koruyabilmişizdir. Farklı zamanlarda Türkçemiz tehdit altına girmiş, yabancı, komşu diller ve kültürler millî hayatımızla birlikte kelimeler dünyamıza da kastetmiş, bazan yiğit beyler, gelinlik kızlar Türk adlarını bırakarak yabancı adlar almaya heveslenmişler, kendilerini unutmuşlar ve ne yazık ki Köktürk Kitabelerine bile konu olmuşlardır. Benzeri tuhaflıkların Selçuklu’da, Osmanlı’da, Türkiye içinde ve dışında da yaşandığını kaynaklar kaydediyor. Bilge, Korkut, Alpaslan, Tuğrul, Emre  torunları; Celaleddin, Keyhusrev, Keykubat, Melisa olabiliyor, batılı,  doğulu ve hatta kuzeyli kavimlerin adlarına merak sarabiliyormuş. Bu tavrın bir zaaf olduğu ve yayıldığı hâllerde millî şahsiyeti zedelediği de tarihen sabittir. Diller, zaman içinde aslını koruyarak zenginleşir ve evrensel ölçülerde yeni kavramlar üretir, kendi kuralları içinde gelişirken, tercümeler yoluyla dünya dillerinden de faydalanır bazen onlardan kelimeler de almak zorunda kalabilir. Bu gerçek, bütün büyük diller için geçerlidir. Yoksa “Dünya Dili” olma ideali gerçekleşemez. Dünya çapında ilim, fikir ve sanat eserleri ortaya konulamaz. Bütün mesele; millî dilin kurallarına sahip çıkmak, onun kelime ve kavram üretebilme yeteneğini, cümle kurma şartlarını korumak, üslup kıvraklığını canlı tutmak ve millî dilin her dilden tercüme yapabilme  esnekliğini, nüanslarını öğrenip öğretebilme güven ve iradesinde saklı olduğunu unutmamaktır. Büyük şairler, yazarlar ve bilim adamları, eserlerini bu irade ve şuur içinde yazdıkları için unutulmazlar arasına katılırlar. Büyük davaları olanların büyük idealleri olur. Dünyanın en güzel ve zengin dili Türkçe,  bu yüksek iddia ve idealin önündeki engelleri aşan ve yolu düzelten bir gidiş içindedir. 55 yıl önceki 30 bin kelimelik Türkçe sözlüğümüz, günümüzde TİKA’ca basılan  400 bin kelimeye yaklaşan Y. Çağbayır sözlüğüyle 10 cilde ulaşmış, Prof. Dr. Birol Emil’in de inandığı  bir  milyon kelimelik 20 cilde doğru yeni hedefine yönelmiştir.

DÜNDEN GÜNÜMÜZE “YAŞAYAN TÜRKÇE” İDEALİ YOLUNDA ÇALIŞMALAR

Bu günlere kolay gelinmemiştir. Asırlar öncesinden son  yüzyıla doğru gelirken Türkçe üzerine çok çetin fikir mücadeleleri yaşanmıştır. Köktürk Kitabelerinde Bilge Kağan’ın hayıflanması, Kâşgarlı Mahmud’un bin yıl önceki  Türkçeye eseriyle sahip çıkması, Ali Şîr Nevaî’nin  “dikenlerle sarılmış Türkçenin bahçelerinden  güller derlemesi”, Âşık Paşa’nın  devrin aydınlarının  ilgi duymadığı Türkçeye gönül vermesi, hep bu millî dil şuurunun parlayan zekâ yıldızları sayesinde olmuştur. Türkçenin Tanzimat yıllarında  tekrar kendine gelir gibi olduğu, Millî Edebiyat hareketiyle, taşların yerine oturduğu malumunuzdur fakat “tasfiyeci, arı dilci” eğilimler, yanıltıcı iğnesini hep hazır tutmuş, gafilleri avlamış, yeni dil kavgalarına yol açmaya devam etmiştir. Orta yol, mutedil tavır zaman zaman etkili olsa da ilim dışı güya “sade Türkçe iddiası”ndaki noksan bakışlılar, manzarayı bozmayı, zihinleri bulandırmayı başarmışlar, gruplaşmalar  ve çekişmeler devam etmiştir. Cumhuriyet’in lideri Atatürk ile yakın çevresi 1932-34 arası bu havaya kısmen dahil olsa bile  Falih Rıfkı ile neslinin yazdıklarından ve kendi üslubundan açıkça anlaşılacağı üzere  “Güneş Dil Teorisi” bahanesini de değerlendirerek Millî Edebiyatın ana hatlarını çizdiği “Yaşayan Türkçe İdeali”nde, yani orta yolda birleşilmiştir. Ancak bu kavga onun vefatından sonra bir 40 yıl daha sürmüş, bizim nesli de içine alan Türkçe tartışmaları fikir, edebiyat ve ilim hayatımıza zarar vermiş, zaman kaybettirmiştir, diyebiliriz. Öğrenciliğimizden öğretmenliğimize kadar biz bu tuhaf ve lüzümsuz kavganın içinde yer aldık, o yılların fikir ve ilim adamı hocalarımızın eserlerini okuyarak ve konuşmalarını dinleyerek  meselelerin özünü anlamaya çalıştık. Onlardan biri de geçen yıl vefatının 40. yılında çeşitli programlarda andığımız ilk doktora danışmanım, hocam rahmetli Prof.Dr. Faruk K.TİMURTAŞ’tır. Bu yazı vesilesiyle “Türkçe benim hayatımdır.” diyen hocamın 40 yıllık mücadele ve  başarısını da eserlerine ve yazılarına dayanarak dile getirmiş olacağız.

1940-1980 ARASINDA TÜRKÇE ETRAFINDA KOPAN FIRTINALAR…

Dil ve kültür meselelerinde ilim ve fikir çevrelerinde görüş ayrılıklarının olması normaldir ve hatta öylesi daha sağlıklı bir yaklaşımdır. Fakat “millî dil” gibi bütün milletin hayatını ilgilendiren ve varlığımızın temelini temsil eden bir konuda yaşanabilecek derin ayrılıklar, millî bünyede telafisi ve tedavisi imkânsız yaralar açabilir. Geçen  yüzyılın ikinci yarısında veya Atatürk’ün vefatından sonraki yıllarda  ne yazık ki ülkemizin bazı aydın  iddiacıları, sahip çıkılması gereken Türkçemizi insafsız kavgaların içine düşürmüşler, ilim konusu olması gereken dil meselelerini siyasî yönlere çekerek zaman ve edebî zevk kaybına yol açmışlardır. Mesele basittir: Türkçemiz, Millî Edebiyat hareketinden sonra edebî ve fikrî eserlerde yabancı dil kurallarından kurtulmuş, yazı diliyle konuşma dili arasındaki ayrılıklar en aza inmiş, gitgide zenginleşen bir şiir ve nesir dünyası kendini göstermiş, büyük şair ve yazarlar yetişmiştir. Fakat bazı çevreler “dilde sadeleşme”nin bitmeyeceğini, güyâ  bir “sürekli devrim” tuhaflığı içinde “arı dilcilik, öztürkçecilik” gibi, sadece  yarı cahilleri yahut yarım aydınları yanıltıcı, slogan ve kelime oyunlarıyla kökleri “tasfiyecilik” olarak bilinen, aslında dili fakirleştirmekten başka bir özelliği olmayan iddialarla siyasi muhitleri de kışkırtan, okullara ve TRT’ye kadar resmî kurumları bile içine alan bir  kavgayı başlatmış, Atatürk’ün  emaneti olan Türk Dil Kurumu’nu da emellerine âlet ederek dil birliğimizi derinden sarsan bir kavgayı başlatmış,  40 yıla yakın bir süre memleketin eğitim, kültür ve ilim hayatına zarar vermişlerdir. Bu gergin durum, karşı mücadeleyi başlatmış, zengin ve güzel Türkçeyi sahiplenen ve savunan ilim ve fikir adamları; yazılarıyla, düzenledikleri toplantılarla kamuoyunu uyanık tutmak için bütün enerji ve gayretleriyle çalışmışlardır. İşte rahmetli hocam Prof.Dr. Faruk K. Timurtaş’ın sesi bu mücadelenin “Yaşayan Türkçemiz” tarafında yükselir.1960’ların başlarından itibaren gazete ve dergilerdeki yazılarıyla, katıldığı toplantılarla ve bilhassa 1968’de Muallimler Birliği Başkanı olarak arkadaşlarıyla birlikte İstanbul’da düzenlediği, kültür  ve ilim çevrelerinde yankılar uyandıran “İkinci Dil Kongresi ve Akademi”  toplantısıyla davayı  bütün millete mal etmede öncü rolü oynamıştır. 1982 sonlarında  millî dil davasında sonuç alınana kadar çalışmalar, tartışmalar, gerginlikler  devam eder gider. Bu  yıllar bizim Üniversite öğrenciliği ve öğretmenlik yıllarımızdır. Şimdi hepsi rahmetli olan diğer hocalarımız arasında ; Mehmet Kaplan, N. Sami Banarlı, Muharrem Ergin, Ahmet Kabaklı, Necmettin Hacıeminoğlu, A.F. Karamanlıoğlu..vardır. Onlarla fikir birliği içinde çok sayıda ilim ve fikir adamı; Türkçe’nin Karanlık Günleri’ni aydınlatmak, Kültür ve Dil konularında gençleri düşündürmek, Türkçenin Sırları’nı öğretmek için  Yaşayan Türkçemiz’e Tercüman olan, Türkçe Nereden Geliyor Nereye Gidiyor? sorusuna cevap veren kitaplar kaleme aldılar. “Türk Dili İçin” yüzlerce yazı yayınlandı. Andığımız hocalardan önceki dilcilerden Prof.Dr. Tahsin Banguoğlu Dil Bahisleri’ni yazmış, o yılların genç dilcilerinden Dr. A. Bican Ercilasun da Dilde Birlik idealini anlatan yazılarını kitaplaştırmış, romancımız Samiha Ayverdi Dil Davası eseriyle bu millî dil hareketine katılarak, “arı dilci” gaflet, cehalet ve siyaset erbabını ilim ve fikirle susturmuşlardır.

FARUK K. TİMURTAŞ’IN “YAŞAYAN TÜRKÇE İDEALİ” YOLUNDA ANA FİKİRLER...

Prof.Dr. F.K.Timurtaş, gazete ve dergilerde dil davasına dair onlarca yazı kaleme almıştır. Millî Kültür Vakfı Ödülü layık görülen “Türkçemiz ve Uydurmacılık” kitabı ile   “Diller ve Türkçemiz”deki 150’den fazla yazısı bu mücadele yıllarının mahsulüdür. “Yeni Kelimeler Sözlüğü”nde ise yanlış kelimelerin Türkçe kurallara göre açıklamasını yapmıştır. Rahmetli Hoca, bu alanın uzmanı olarak, sabırla, ısrarla ana fikirlerini her seviyede okumuş yazmışa anlatmış, düşüncelerini onlara ulaştırmayı başarmıştır. Bu temel fikirler,  -Hocamın vefatının 40. yılında ve  doğumunun 100. yılına yaklaşırken- 100 madde halinde ana hatlarıyla şöylece sıralanabilir :

*Dil davası, kültür hayatımızın baş meselesidir. Dili sadeleştirme davası, bir milliyetçilik hareketidir. Yüzyıllar boyunca böyle süregelmiştir. Biz bu davaya bütün gönlümüzle bağlıyız. İki dilli bir millet olamayız. Irkçılık her sahada olduğu gibi dilde de zararlıdır.

*Radyolar; uydurma dilin borusu, düdüğü haline gelmiştir. Radyoları, arı dilin tecrübe tahtası olmaktan kurtarmak gerekir. Halkın anlamadığı, benimsemediği bir dil kullanmak, millet dilinin değil de bir zümrenin dilini esas almak ve bunu yaymaya çalışmak, Anayasa’ya aykırı hareket etmek demektir.

*Aydınlarımızın büyük ekseriyeti ve halkımız, dil konusunda şikayetçidir ve bu memnuniyetsizlik günden güne artmaktadır. Dilimiz buhran içindedir ve bir anarşiye sürüklenmektedir. Bir milletin dili bozulursa, kültüründe buhranlar başlar.

*Önüne gelenin kelime uydurması, ses ve mânâ değişikliğine uğradığı yüzyıllar boyu kullanılıp Türkçeleştiği hâlde, Arapça ve Farsça asıllıdır diye çok kullanılan, herkesin bildiği bir takım kelimelerin atılması, Batı dillerinden gelen kelimelere ise hiç dokunulmaması, oynanmak istenen dramı bütün açıklığı ile göstermektedir.

*Türk dili dünyanın en sağlam ve güçlü dilidir. Asırlar boyu birçok tehlikelere karşı dayanmış ve kendini korumuştur. Bugün de bütün tasallutlara rağmen yine sapasağlam ayakta kalacaktır. Bizi üzen taraf, bu tecrübelerden nesillerin zarar görmesi ve gençlerimizin dil konusunda zayıf yetişmesi, bunların sonucu olarak kültürümüzde bir duraklama meydana gelmesidir.

*Dilimiz, çağdaş medeniyetin bütün mefhumlarını anlatabilecek zenginliğe ve mükemmelliğe eriştiği, büyük sözlükler ve gramerler yazıldığı zaman ancak bizim için “Dil Bayramı” bahis konusu olabilir.

*Dili bozma çalışmalarına, dil kıyımına, dilin suikaste uğramasına engel olunmalıdır.

*Güya Öz Türkçe kelimeler kullananlara ödüller verildiği günler, bayram değil matem günleridir.Türk Dil Kurumu'nun çıkmaza itilmesi, zevksiz ve kuralsız kelimelerin yayılması yanlıştır...

*Milli kültür meselelerinde milliyetçilik, ilim, akıl ve îz’an ön planda tutulur.

*Bir milletin kendine güven duymasının, kültürüne sahip çıkmasının en mühim delili kendi öz diline sahip çıkmasıdır. Dildeki şu veya bu yöndeki aşırılıklar, milli birliğimizi zedelemek, nesiller arasında uçurumlar yaşatmak isteyenlerin maksatlarına da hizmet etmiştir.. Bu konuda çok dikkatli ve uyanık olmak gerekir.

*Dili özleştirmekten maksat; herkesin anlayabileceği, yabancı dillerden gelen gramer şekillerine yer vermeyen, canlı dilden uzak olmayan kelimeler yapmaktır....

*Bilgisizlik dolayısıyla halis Türkçe kelimelere de dokunulması, bunların yerine gramer kaidelerine aykırı, manaca eksik veya bozuk, zevksiz ve yanlış kelimelerin öne sürülmesi hazin bir durum doğurmuştur.

*Atatürk'ün gayesi de, bir Türk Akademisi kurulması, Dil ile Tarih Kurumlarının birer “Enstitü” halinde oraya bağlanması yönündeydi...Akademiye bağlanmakla Dil ve Tarih Kurumları daha fazla şeref, itibar ve ilmî  değer kazanacakları gibi mal, mülk ve gelirlerini kaybetmeyecekler, üstelik devletten de yardım göreceklerdir. Böylece “Bu milli kurumların az zaman içinde milli akademiler halini almasını temenni ederim Bunun için çalışkan tarih ve dil alimlerimizin dünya ilim âlemince tanınacak orijinal eserlerini görmekle bahtiyar olmanızı dilerim.” diyen Atatürk'ün de ruhu şâd olacaktır.

*Dil meselesi, bir milli müdafaa meselesidir. Dilimizi korumak, vatanımızı korumakla birdir. Çünkü dil de vatan kadar, tarih kadar, gelenek ve töre kadar azizdir. Dil de bayrak gibi, aile gibi mukaddesattandır...

*Türkçe benim hayatımdır. Bütün ömrümü ona bağlamışım... Yıllardır dilimizi bozanlara karşı mücadelemizi sürdürmekteyim...Benim davam, güzel ve canlı Türkçe davasıdır. Özleştirmenin karşısında değilim; fakat, artık onun gerçekleştiğine inanıyorum. Osmanlıcayı da istemiyorum, asıl değil, Öz Türkçe denen uydurma dili de. Ben Türkçeyi istiyorum. Bizim karşısında olduğumuz kelimeler dilin gramerine, estetiğine uygun; söyleniş, şekil ve kavram bakımından kusurlu olmayan kelimeler değil, gramer bakımından yanlış, anlam ve kavram bakımından noksan ve hatalı kelimelerdir.

*Ana dilimizi, nesebi gayri sahih kelimelerle doldurarak mâzi ile hâlin ve istikbalin köprülerini dinamitlemek ve bombalamak, nesiller arasındaki rabıtaları koparmak yönündeki çalışmalar mazur görülemez. Halkımızı radyo dinlemekten, devlet tiyatrolarından sanat zevkini de tatmin suretiyle faydalanmaktan men etmek, ana-baba ile evladı birbirini anlayamaz, birbirinden faydalanamaz hale getirmek, ancak ve yalnız Türk'ün düşmanlarına yaramıştır.