Hani küçükken ninelerimiz dedelerimiz hikaye anlatırlardı ya,dinlerken nasıl içimizi huzur kaplardı ve mutlu olurduk,huzur içerisinde uykuya dalardık...
Sonra büyüdük ve hayatın tüm yorgunlukları omuzlarımıza çökerken,birden bire uyandık ve farkına vardık ki,hiç bir şey masallardaki gibi sonu hep mutlulukla bitmiyormuş ve asıl hikaye ve masal çok zor olan hayatın ta kendisiymış meğerse...

Bindigim metroda gördüm ki,O hayat hikayesinin sonu mutlulukla bitsin diye insanlar uçsuz bucaksız bir denizin içinde kulaç sallıyorlar bir parça huzur için...

Ekim ayının ilk haftasında İstanbul'da bulunan ailemi ziyaret için gitmiştim.

Metroya binerken, eskiden çok büyük bir sorun olan ulaşım ne kadar rahatlamış,insanlara ne kadar kolaylık sağlamış diye içimden geçirirken,etrafıma şöyle enine boyuna bir göz gezdirdim...

Gördüklerim karşısında inanın şok yaşadım dersem az bile kalır gördüklerim karşısında.

Ben doğam gereği insanlara gülümsemeyi seviyorum,içten gelerek bu şekilde duygularımı dışa vurarak,her gülümseyişin ilaç olduğuna inanıyorum oldu bitti.
                                
Nerede ise tıklım tıklım dolu olmasa da,metro çok kalabalıktı zar zor bir yer buldum ve oturdum.

İnsanlar sessiz,insanlar durgun,insanlar somurtkan,insanlar yorgun,insanlar umutsuz ve insanların yüzlerindeki ifade ile nerede ise yaşamaktan vazgeçmek üzereler gibiydiler.

Hayatın gerçek yorgunluğunu omuzlarında taşıyorlardı ve birine dokunsam bin ah işiteceğimi biliyordum o anda.

O suskunluk içerisinden çok hoş bir melodi geldi kulağıma,o yöne döndüm ve hiç değilse biri kız bir erkek olmak üzere iki genç türkü söylemeye başlamıslardı. 

Kendi kendime dedim ki hiç degilse umudunu yitirmeyen iki mutlu yüz kalmış diye.

Türküleri de çok sevdiğim için zar zor bulduğum o oturaktan kalkmayı göze alarak o gençlerin yanına yaklaştım.Onlara alkışlarımla eşlik ettim ve söyledikleri türkülere eşlik etmeye başladım.Yine yüzümde içimden gelen gülümseyişle ve mimiklerimle diğer yolculara dönerek onları eşlik etmeye calıştım ama nafile...

Sanki hiç kimsenin umurunda bile değildi.Herkes başını önüne eğmiş,suratlar somurtuk,hatta bu söylenen birbirinden güzel melodileri duymuyurlardi bile.Gençler son olarak Atatürk'ün sevdiği "manastır" ezgisini söylemeye başladılar hem şaşırdım hem çok sevindim ve bende çok sevdiğim bu ezgiye eşlik etmeye başladım.

Belki bir umut diyerek insanlar bu türküyü Atatürk'ün çok sevdiğini ve söyledigini biliyorlardır,belki eşlik eden olur diye bekledim ama yine nafile.

Bir iki orta yaşlı kadın yerinden kalkıp o gençlere bir miktar para verdiler bende öyle yaptım ve benim bir kaç kişinin alkışlaması ile bir hayat hikayesi daha son buldu o ortamda....

Yine içimden söylendim,insanları elbette çok iyi anlıyorum, hayat çok, hele hele şu son on yıllık süreç içerisinde herkes kendi ekmeğinin derdine düşmüş koşturup duruyorlar ve yorgunlar ve dalgınlar,buna "eyvallah" ama umutsuzluk ne demek emekçilerın emeğe saygısızlığı ne demek.

Hadi o gençleri dinlemediniz tamam,para vermediniz tamam ama bir alkışı esirgemek niye?

Bir anda deyim yerinde ise buz kestim.

O gençler öğrenciydiler belliydi ve iki üç kuruş için hem insanları eğlendirmeye hem de okul harçlıklarını çıkarmak için çaba sarfediyorlardı,bunu görmezden gelmek ne demek,bu kadar duyarsız olmak ne demek?

Sonra birden düsündüm ve o insanlara kızdığım için bu sefer kendime kızdım.

Ve dedim ki "insanları bu hale kim ya da kimler getirdi ise onlara niye kızmıyorsun da,bu yorgun bu argın ve bu umudunu yitirmek üzere olan insanlara kızıyorsun"

İnsanların Hayat hikayelerini çekilmez kılanlara ne demeli bilmem ki.

Eskiden bir deyim vardı "insanların hayellerini çalmışlar"diye...

O anda dedim ki ne hayallerinin çalınması...
Hayal kuran kalmamış ki...

İnsanların HAYATLARINI çalmışlar hayatlarını...

Metrodan indim ve yürüdüm

O arada bir mağazanın vitrinine bakarken camında kendimi gördüm ve yüzümün hala gülümsedigini fark edince;

Dedim ki kendi kendime HALA UMUT var Demek ki...

İşte öyle...
Birgülce