Onu İslami hayat görüşünden dolayı “sabık şair”, “İslam komünisti”, “İslam faşisti”, “gerici, yobaz” olarak yaftalamışlardır.
VEFATININ 39. YIL DÖNÜMÜNDE ŞAİRLER SULTANI NECİP FAZIL
Şair- Yazar- Fikir ve Dava Adamı Necip Fazıl Kısakürek, 26 Mayıs 1904'te İstanbul'da doğar. Amerikan ve Fransız Kolejleriyle Bahriye Mektebinde okuduktan sonra İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümünde okur. Sorbon Üniversitesi Felsefe Bölümünde bir yıl okur. Paris'te kumara aşırı düşkün oluşundan dolayı, şair tahsiline devam edemez.
Paris dönüşü bankalarda müfettiş ve müdür olarak çalışır. Necip Fazıl; Robert Koleji, İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi, Ankara Devlet Konservatuarı, Ankara Üniversitesi Dil, Tarih ve Coğrafya Fakülteleri gibi okullarda hocalık yapar.
Şairliğe ilk adımını on yedi yaşındayken annesinin arzusuyla atan Necip Fazıl Kısakürek, "Kaldırımlar" isimli şiiriyle çok büyük bir şöhrete kavuşur. O, her şeyden önce çok büyük bir şairdir. Özlemi şu kadar güzel, çarpıcı, etkili terennüm eden kaç şair vardır bu dünyada? "Ne hasta bekler sabahı/ Ne taze ölüyü mezar/ Ne de şeytan günahı/ Seni beklediğim kadar."
1934 yılı, Necip Fazıl için hayatının yepyeni ve çok önemli döneminin başlangıcı olur. İslam dışı bohem hayatını en koyu rengiyle yaşadığı günlerde Beyoğlu Ağa Camii'nde vaaz veren Allah dostu Abdülhakim Arvasi Hazretleriyle tanışır ve ondan kopamaz. Bu yeni dönemde meşhur "Çile" şiirini yazar. "Bilinmez meşhur" diye tavsif ettiği Rabb'i bulur ve ona yönelir. "Anladım işi, sanat Allah'ı aramakmış./ Marifet bu, gerisi yalnız çelik çomakmış!"
Necip Fazıl, artık "beyni zonk zonk sızlayanlardan biri"dir. Çünkü o, "cemiyetin rahminde doğum sancısı" ve "mukaddes emanetin dönmez davacısı"dır.
Üstad Necip Fazıl, "üstün çileyle cüce sanatkarlık"tan kurtulmuştur. Ama daha önce onu göklere çıkaran devrimbazlar, manevi dönüşümünden sonra ona vebalı ve cüzzamlı muamelesi yapmışlardır. Onu İslami hayat görüşünden dolayı "sabık şair", "İslam komünisti", "İslam faşisti", "gerici, yobaz" olarak yaftalamışlardır.
Necip Fazıl 1943'te "Büyük Doğu" dergisini çıkarmaya başlar. Hocalıktan istifa etmek zorunda kalır. Elli kişilik sınıflar yerine bütün Anadolu'yu kürsü yapan Necip Fazıl, "surda bir gedik açmak" ve "dava taşını gediğine koymak" için Büyük Doğu'yu "mektep" haline getirir.
Tek parti yönetimine, İslam düşmanı ve masonik zihniyetlere muhalefet etmesi, İslam davasını savunması yüzünden farklı dönemlerde çok sayıdaki davada yüzlerce yıl hapsi istenen Necip Fazıl, üç buçuk yıl "yılanlı kuyu"da çile çeker. (Ölmeden önce, hastalığına rağmen Kenan Evren tarafından affedilmeyen, kesinleşmiş bir buçuk yıllık hapis cezası hükmü vardır.)
Hemen hemen bütün Anadolu şehirlerinde verdiği konferanslarla cemiyete Büyük Doğu adını taşıyan İslam davasını anlatan Necip Fazıl, aynı zamanda da bir fikir, dava ve aksiyon adamıdır. "Sakarya" isimli meşhur şiirinden sonra Üstad Necip Fazıl "cemiyet" ve "dava" ağırlıklı şiirlerle tiyatro, tarih, siyaset, din, tasavvuf, fikir, kültür, sanat, edebiyat dallarında çok önemli eserler verir.
"Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak,/ Haykırsam, kollarımı makas gibi açarak!" diye fildişi kuleden meydanlara inip "masum Anadolu'nun saf çocuğu" olan Türk milletinin haykıran gür sesi olmuştur: "Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya,/ Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!"
Üstad Necip Fazıl; her zaman, zindanda bile, ümitvar olmuş ve Allah'tan ve onun davasından umudunu kesmemiştir: "Mehmed'im, sevinin, başlar yüksekte!/ Ölsek de sevinin, eve dönsek de!/ Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!/ Yarın elbet bizim, elbet bizimdir!/ Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!"
Üstad Necip Fazıl, "fikrin ne fahişesi, ne de zamparası" olmuş, namuslu ve cesur bir fikir adamıdır. O, zulmün karşısında susturulamayan bir ses ve Yunuslardan, Mevlanalardan bir sestir. O, Ahmet Kabaklı'nın başkanlığını yaptığı Türk Edebiyat Vakfı tarafından "Sultanü'ş-Şuara" (şairler sultanı) unvanına layık görülmüştür.
Adına binlerce makale, 25 kitap yazılan; altı doktora, onlarca yüksek lisans yapılan Necip Fazıl Kısakürek, D.Ali Taşçı'nın ifade ettiği gibi "Uzun zamandan beri mağaraya tıkılan Hakikat'i, en kavrayıcı bir üslupla mahzun milletin iğdiş edilmiş şuuruna sundu ve bunda da başarılı oldu. Kelimeleri, şarjöre sürülen mermiler gibi, zihinlere ve gönüllere sürerek zulmü, karanlığı, çirkinliği, yalanı vurdu ve bir altın neslin yetişmesinde üstad oldu."
Yüz yılda bir eşine rastlanan bir deha olarak, açtığı Büyük Doğu bayrağıyla "İdealist bir nesil" yetiştiren Necip Fazıl, gençlere bıraktığı vasiyetin bir bölümde şöyle diyor: "Allah'ı, Allah dost ve düşmanlarını unutmayınız! Beni de Allah ve Resul aşkının yanık bir örneği ve ardından birtakım sesler bırakmış divanesi olarak arada bir hatırlayınız."
Şair-Yazar Üstad Necip Fazıl'ın "Gençliğe Hitabe"sinin sonunda terennüm ettiği şu mısralarla yazımı bitiriyorum:
Surda bir gedik açtık, mukaddes mi mukaddes!
Ey kahpe rüzgar, artık ne yandan esersen es!
Cumhuriyet Dönemi ve bütün Türk edebiyatının en büyük şair, yazar ve fikir adamlarından biri olan Necip Fazıl; ardında Çile, Tohum, Reis Bey, O ve Ben, Bir Adam Yaratmak, Sahte Kahramanlar, Son Devrin Din Mazlumları, Hitabeler, Hikayelerim, Kafa Kağıdı, Çöle İnen Nur, Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu, İman ve İslam Atlası gibi yüz civarında çok kıymetli eser ve yüz binlerce gençlik bırakmıştır.
26 Mayıs'ta doğup 25 Mayıs 1983'te, "Sonsuz bahar ülkesi"ne hicret eden ve sevgililer sevgilisine kavuştuğuna inandığımız şairler sultanı Necip Fazıl'a Allah'tan rahmet dileğiyle...
"Ölüm güzel şey; budur perde ardından haber.
Hiç güzel olmasaydı, ölür müydü Peygamber?" ALINTIDIR