Leyla Şerif Emin’in “Türkçenin Rumeli Yakası” adlı kitabını okurken “İdama Terk Edilen Dört Türk” başlıklı YÜCELCİLER bölümü beni çok etkiledi. Biraz kitaptan, biraz internetten, biraz da Mehmet Ardıcı’nın hatıralarından derlediğim bilgileri sizlerle paylaşmak istedim.
Araştırmalarım neticesinde elde ettim bilgilere göre 1948 yılının 27 Şubat günü Yücelciler teşkilatının kurucularından “Şuayip Aziz, Ali Abdurrahman, Nazmi Ömer Yakup, Âdem Ali” kurşuna dizilmişler. Dört fedakâr münevverini kaybeden, yüzlerce üyesi de hapse atılan teşkilat; o günden sonra büyük bir kederle sükûnete gark olmuş. O karanlık günden sonra Yücelcilerin ağıdı yakılmamış, adı anılmamış; onlar gibi bir sondan korkan bütün Makedonya Türkleri, Yugoslavya dağılana kadar Yücelcileri unutmak zorunda kalmışlar ya da unutmuş gibi görünmüşler.
Bu olayın üzerinden 76 yıl geçti. İşin en acı tarafı, kurşuna dizilen bu kahramanları uzun yıllar kimse gündeme getiremedi. Daha da acısı, dönemin Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti’nden yardım talebinde bulunmak için binbir ümitle Ankara’ya gelen Yücelciler teşkilatından bir grup temsilciye dönemin Başbakan’ı şöyle diyor: “Misakımillî hudutları dışında Türk ve Müslüman unsuru diye bir şey kabul etmiyoruz. Zaman çok vahimdir. Türkiye dışarı ile uğraşmamalıdır. Türkiye’nin başını ağrıtmayın.” Bu sözleri duyan temsilcilerin ruh hâlini tasavvur ediniz. İdama mahkum edilenlerin son bir istekleri vardı ama bu cümleyle zaten çoktan yüreklerine bıçak saplanmıştı. Yürekleri yaralı insanlar, misafirlikte unutulmuş çocuklar gibi zalim bir ev sahibinin eline emanet bırakılmış; kuru ve soğuk "Başınızın çaresine bakın." sözü ile Balkanların göç ve sürgün seline teslim edilmişti. Üsküp'ün Türk asıllı dört entelektüeli idam edilince Türkçeye, edebiyata, kitaplara, sanata kurşun sıkılmıştı.
Sadede gelecek olursak Osmanlının Balkanlardan çekilmesiyle kurulan Yugoslav Krallığı ve II. Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan sosyalist Yugoslavya döneminde Yugoslavlar; Müslümanların Makedonya’daki Osmanlı bakiyesi kültürel ve sosyal üstünlüğünden rahatsızlık duyuyordu. Özellikle sosyalist rejimin gelişiyle daha da belirginleşen bu tahammülsüzlük, zamanla Türk ve Müslüman halka karşı bir baskı ve asimilasyon politikasına dönüşmüştü. Bölgede kurulan tüm millî ve manevi dayanaklı oluşumlar, rejim tarafından kesintisiz izleniyor ve büyümeden yok ediliyordu. Amaç; Balkanların Türk, Arnavut ve Boşnaklardan arındırılmasıydı. Nihai hedef ise Balkanların topyekûn Müslümanlardan arındırılmasıydı. İşte bu cadı kazanına dönüştürülmüş topraklarda Makedonya Türklerinin millî ve manevi değerlerine hizmet etmek ve bu değerleri korumak için oluşturulmuş bir teşkilat vardı: Yücel Teşkilatı. Müderris, aktivist, öğretmen, matbaacı, esnaf, hukukçu ve daha pek çok farklı alandan insanın birlikte faaliyet gösterdiği oldukça heterojen bir yapıya sahipti Yücel Teşkilatı. Makedonya Türklerinin karanlıklar içinde bırakılmış geleceğini aydınlatacak kandili, teşkilat üyelerinin her biri bir yandan yakmaya çalışıyordu. Yaklaşık 500 yıl Türk toprağı olmuş Balkanlarda Türk varlığını tehdit eden en önemli gelişmelerin ilki 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı olmuştu. Bu savaş neticesinde Sırbistan, Karadağ ve Romanya bağımsızlıklarını kazanmış ve Osmanlıdan yarı bağımsız bir Bulgaristan Prensliği ortaya çıkmıştı. Yeni şekillenen sınırlar nedeniyle yarım milyondan fazla insan, Rus ve Bulgar mezalimine uğramış; can korkusu nedeniyle de yüzbinlerce insan, Rumeli ve Anadolu’nun farklı yerlerine göç etmek zorunda kalmıştı. 1912 Balkan Savaşı’na kadar devam eden göçler yaşanmış, Balkan Savaşı’ndan sonra devasa toprak kayıplarımız artarak devam etmişti: 600 bin Türk, katliam ve göç şartları nedeniyle hayatını kaybederken 400 bin Türk ise Anadolu’ya göç ederek doğduğu topraklardan kopmak zorunda kalmıştı.
Bir de Yunanistan’dan mübadele ile gelen Türkler var. Ben de bir mübadil torunuyum. Atalarım 1925 yılında Selanik vilayeti, Demirhisar kazası, Meşeli köyünden Türkiye’ye göç etmişler. Birinci kuşak mübadilleri tanıma şansım olduysa da bu tür konuları pek konuşamadan yıllar geçiverdi. Şimdiki aklım olsaydı onlara neler neler sorup anlatılanları kayda alırdım diye düşünüyorum ama artık çok geç. Nedense onlar da bu tür konuları pek anlatmayı sevmezlerdi. Sanırım akılları, geldikleri yerlerde kaldığı için suskun bir ömür geçirdiler. Diğer taraftan göç edemeyen veya göç etmeyip Kosova, Makedonya, Batı Trakya ve Rodoplar gibi bölgelerde kalmak zorunda bırakılan Türkler için de şartları gün geçtikçe ağırlaşan bir yaşam başlamıştı. Ne var ki 1923-1945 yılları arasında Balkanlardan yaklaşık bir buçuk milyon insan, yaşadıkları bölgelerdeki ağır yaşam şartlarına tahammül edemeyip Türkiye’ye göç etmek zorunda kalmıştı.
Bu süreçte Balkanlar’ı terk etmeyen Türklere düşen, bölgenin yeni ve şedit şartlarına alışmaktı. Alışmak, eli kolu bağlı durmak da demek değildi elbette. 1912-1945 yılları arası, Balkan Türklerinin mevcudiyetlerinin garanti altında olmadığı vatanlarında verecekleri sivil var olma mücadelesinin tohumlarının atıldığı bir dönemdi. Bu dönemde, Balkanlar’ın çeşitli bölgelerinde hakları tehdit altında olan Türk, Boşnak ve Arnavutlar bir teşkilatlanma sürecine girmiştiler. Bosna’da Mladi Muslimani’nin kurulduğu yıllardı (1937) ve Makedonya Türkleri de o yıllarda Yücel Teşkilatı’nın temellerini atma telaşı içerisindeydiler. Teşkilat, Makedonya’daki Türklerin millî ve manevi değerlerini korumak ve onlara unutturulan hassasiyetlerini hatırlatmak maksadıyla ortaya çıkmıştı.
Tito liderliğinde kurulan sosyalist rejimin anayasasına göre sözde toplumun her kesimi eşit haklara sahipti ancak uygulamada öyle olmadı. Tito, özellikle Türklere ve Müslümanlara karşı oldukça temkinli davranıyor ve süreç içerisinde filizlenen tüm millî ve manevi hareketleri yok etmeye çalışıyordu. Bu süreçte Yücel Hareketi, bir ihtiyacın karşılığı olarak halkın içinden halka doğru uzanan bir el olma amacıyla kurulmuştu. Dönemin Makedonya Türk münevverleri arasında başlayıp dalga dalga bütün ücra köylere kadar yayılan bu teşkilat; daha çok millî kültürün korunması, kimliksizleştirmeye karşı durma, asimilasyonları önleme amacı taşıyordu.
Yücel Hareketi; oluşumundan itibaren Makedonya Türklerinin maruz kaldığı siyasi, sosyal ve kültürel asimilasyon politikalarına karşı yürütülen saldırılara karşı koymaya çalışıyordu. Teşkilat; dinî, millî, kültürel ve edebî alanlarda geniş çaplı bir çalışma faaliyeti yürüttü. Örneğin Yücelciler, dönem içerisinde yok olmakla karşı karşıya kalan Balkan Türk edebiyatını yeniden canlandırmış ve Mehmet Âkif, Namık Kemal ve Yahya Kemal’in eserlerinin Makedonya Türkleriyle buluşmasına ve kaynaklarından biri Balkanlar olan Millî Edebiyat ırmağının Makedonya’da yeniden çağlamasına vesile olma gayreti içine girmişlerdi. Kendileri de birer eğitimci olan Yücelcilerin başlattıkları eğitim ve kültür faaliyetlerinden Birlik gazetesi, Üsküp Radyosu’nun Türkçe yayını ve Türk okulu “Tefeyyüz” hizmete girmişti.
Üsküp Radyosu’nda ilk Türkçe yayının yapılması da teşkilat bünyesinde verilen Türkçe dersleriyle Makedonya Türkleri için sayısız öğretmen yetiştirmek de Yücelcilerin millî bilinç uyandıran hamleleriydi. Makedonya’nın en ücra köylerine Türkçe yayınları ulaştırarak Makedonya Türklerini Türkiye ve Türkçe sevgisi etrafında kenetlenmeye davet ediyorlardı.
Yücelcilere yönelik ilk baskı ve tutuklamalar, 1947 Ağustos ayında başlamıştı. Hareketin önde gelen münevver ve yazarları anlaşılmaz bir biçimde suçlu ve terörist ilan edilmiş ve bu süreçte basın-yayın aracılığıyla Yücelciler aleyhine kara propaganda çalışmaları yapılmış, kasaba meydanlarına kurulan hoparlörlerden grup üyeleri aleyhine konuşmalar dinletilmişti. Böylece Yücel Hareketi’ni içinden çıkarmış bir millet olarak Makedonya Türkleri de topyekûn aynı suçla itham edilmiş oluyordu.
Tutuklu bulunan hareket mensuplarının avukat tutmalarına dahi izin verilmediği ve yönetimin görevlendirdiği avukatların dahi yargılanma korkusuyla savunma yapamadığı dava süreci, 19 Ocak 1948’de başlamış ve 25 Ocak’ta hızla karara bağlanmıştı: “Şuayip Aziz, Ali Abdurrahman, Nazmi Ömer Yakup, Âdem Ali medeni ve siyasi haklarından mahrum ve mallarının müsadere edilmeleri suretiyle idama mahkûm edildiler ve 27 Şubat sabahı kurşuna dizildiler.” Bu dört idamla da yetinmeyen Yugoslavya yönetimi, yüzden fazla Yücel mensubunu da ağır hapis cezalarına mahkûm etmişti. “Bir dış temsilcinin etkisiyle terörist casus teşkilatı kurarak Makedonya’da yaşayan Türkleri Makedonya Halk Devleti’ne karşı organize ederek devlet düzenini değiştirmeye ve yıkmaya yönlendirmek” suçlamaları etrafında gerçekleşen yargılamanın her duruşması hoparlörlerle Üsküp sokaklarında yayımlanıyordu. Korkuyu ve suçluluk hissini Makedonya Türklerinin iliklerine kadar işlemek ve herhangi bir benzer oluşumun önünü toptan kesmek istiyorlardı.
Tito için çalışan UBDA adlı istihbarat örgütünün mahkemeye sunduğu tüm bilgiler tartışmasız kabul edildi, mahkeme bir paravandı ve arkasında, herhangi millî ve manevi bir hareket istemeyen Tito vardı. Mahkeme sürecine kadar aylarca güneşe çıkarılmayan, ağır işkence ve hapis şartlarına mahkûm edilen Şuayip Aziz İshak, Ali Abdurrahman, Nazmi Ömer Yakup ve Âdem Ali sadece Türk olmak ve Türk kalmak fikrinin müdavimi olmanın bedelini, beş gün süren mahkeme sonrasında 27 Şubat 1948’de, hayatlarıyla ödemişlerdi. Bugün dahi bu insanların mezarlarının nerede olduğu tam olarak bilinmiyor. Bugün, bu acı günün yıl dönümü. Bu vesileyle ebediyete göç etmiş tüm kahramanlarımıza Allah’tan rahmet diliyorum. Mekânları cennet olsun.