Safiye Erol , 2 Ocak 1902 tarihinde Edirne’ye bağlı Uzunköprü’de doğdu. Babası Uzunköprü Belediyesi kâtiplerinden Sâmi Bey, annesi Bektaşî Tekkesi’ne mensup Keşanlı Emine İkbal Hanım’dır. Aile 1906’da İstanbul Üsküdar’a taşınınca ilkokulu burada okudu. Ardından Fransız Mürebbiyeler Okuluna devam etti; 1914’te Alman Lisesine kaydoldu. 1917’de Türk-Alman Dostluk Derneğinin aracılığıyla gittiği Almanya’nın Lübeck şehrinde özel Falkenplatz Lisesinden mezun oldu. Yurda dönünce Safiye Sami adıyla Selma Lagerlöff’ten tercümeler yaptı, Millî Mecmua’da fikrî yazılar ve Dilârâ imzasıyla küçük hikâyeler yayımladı. 1931’de evlendi. 1943’teki Belediye Meclisi üyeliği dışında herhangi bir görev almadı. Havadis, Son Havadis ve Yeni İstanbul gazeteleriyle Türk Yurdu dergisinde millî ve kültürel meseleler, örf, âdet ve gelenekler üzerine yazılar yazdı. 1961-1964 yıllarında Üsküdar İmar ve Kültür Derneğinin mensubu olarak bazı kültürel faaliyetlere katıldı. Safiye Erol Ciğerdelen romanında Ciğerdelen Palankası'nı simgesel hale getirip dolaylarındaki
olaylarla Türkün canı pahasına koruduğu vatanına zeval gelmemesi adına neler
yapabileceğini hikâyeler içerisinde okuyucusuna sunmayı amaçlamıştır. Ciğerdelen'in
müdafaası için ömürlerini feda eden Hersekoğullarının, etrafındaki insanların ve Turhan
ile Canzi'nin yaşadıkları olaylar ve gelgitler romanda akıcı bir üslupla anlatılmıştır.
Özellikle fertlerin iç dünyasını yansıtırken Safiye Erol, okuyucularının romandaki
duyguları içselleştirmelerine olanak sağlamıştır.
Romanda yurtseverliğin ve Türklerin ululuğunun yanında, beşerî aşkın ilahi aşka
evrilirken karakterlerin bu bağlamda olgunlaşmasının gerek dönemimize gerekse şanlı
mazimize yansımasını etkileyici bir üslup ile anlatmıştır. Öyle ki aşkı ile kavrulan Zühre
olgunluğa erişmesiyle ömrün manasının Yaradan’a olan bağlantıyı duymaktan geçtiğini
özümsemiştir. Erişilen bu mertebeyi kitapta geçen “İnsanın gönlüne Tanrı makamından
kopmuş bir nur düşerse o kişi emsaline karşı yükselmiş olur. En çok seven en büyük
işleri başarmak borcundadır. Şöyle ki: Âşık olan zaten alacağını almıştır, artık bir şey
isteyemez, bundan geri o verecektir, hep o verecektir.” (s.71) sözleriyle bağdaştırmak
pek yerinde olacaktır.
Sevdiği kadının yazdığı hikayelerle kıskançlık duygusunun içindeki o masum duyguya
leke sürdüğünü fark eden Turhan, mutluluğun ilahi aşk ile beşerî aşkın denge halinde
olduğu "orta kat" mertebesine ulaşmakla mümkün kılınacağını düşünmüştür.
Hikayelerle birçok konuda farkındalık yakalayan Turhan, milli benliğin idrakine de
varmış olacak ki hayatını vatani hizmete adamıştır.