Fransa’da sokaklar savaş alanı gibi. Dur ihtarına uymayan 17 yaşındaki bir gencin polis tarafından vurularak öldürülmesinin ardından başlayan olaylar birçok kente yayılarak halkın can güvenliğini tehdit etme noktasına tırmandı. Dört ilde OHAL ilan edilmesine rağmen bastırılamayan şiddet olayları, yakıp yıkma ve yağmalama eylemleriyle hak arama amacının dışına taşındı. Nael’in ailesi ülke adına üzüntülerini dile getirmesine, eylemlerin başka hedeflere yönelmesini kabul edemeyeceklerini açıklamasına ve eylemlerin sonlandırılmasını istemesine rağmen anarşi diğer şehirlere de sıçramış bulunmaktadır. Bugüne kadar 871 nokta kundaklandı,577 araç yakıldı, 75 bina hasar gördü.
Bir polis kurşunuyla başlasa da olayların arka bahçesinde birikmiş başka sorunların olduğu da bir gerçektir. Paris veya diğer şehirlerde kendi gettolarını oluşturan bu göçmenler bütün entegrasyon eğitimlerine rağmen hiçbir zaman Fransız kültürüne adapte olamamışlardır. Cezayir yıllarca Fransa’nın sömürgesiydi. Bu mülteciler sanayi için gerekli modern köleler olarak getirildi Fransa’ya. Hep 2.sınıf insan ve parya olarak görüldüler ve dışlandılar. Belki birçoğunun vatandaşlık belgesi bile yoktur. ABD’yi ele geçiren Avrupalı zenginlerin ve beyaz ırkın narsist ve zalim eşkıyalarının yerli halklara ve Kızılderililere uyguladıkları soykırımı hatırlayın.
Ama ne olursa olsun anarşi ve şiddet bir hak arama yolu olamaz. Polisin çocuğu öldürmesi kanun adına da olsa bir vahşettir. Zaten hemen de tutuklanmıştır. Bu olayı protesto edeceğim diyerek araçları yakmanın, içinde meskun aileler varken binaları ateşe vermenin, marketleri ve evleri yağmalamanın tasvip edilecek bir yanı, hak arama amacı olabilir mi Allah aşkına!
Bakın içinizden geçenleri, aklınıza gelen yakın tehlikeleri tahmin edebiliyorum. Çünkü ben de aynı rahatsızlıkları yaşıyorum. Ülkemizi istila eden sığınmacıların ve adına ister mülteci, isterseniz göçmen deyin, sekiz on milyon yabancının yarınlarda başımıza ne gibi belalar getireceğini düşündüğümde uykularım kaçıyor. Fransa’da yaşananlar gerçekten ürperticidir.
ABD’nin BOP denilen Büyük Ortadoğu Projesi, bölgede sınırları yeniden çizerken bilinçli göç dalgası yaratıp sinsi veya aleni planlarla ülkelerin demografik yapısını değiştirmeye çalışmaktadır. Küresel emperyalizmin ağa babaları ,Türkiye’nin de içinde bulunduğu 13 ülkenin bahtını karartma, kaderine el koyma gayreti içindedirler. Amaç (Arz-ı mev’ud ) inancını hayata geçirmek, Büyük İsrail devletini kurmaktır. Türkiye kilit ülkedir ve buna direnebilecek tek devlettir. Bunu yüzyıl önce topla tüfekle, donanmalarıyla müttefikleriyle başaramadılar. Başaramadılar ama bu hezimeti de asla unutmadılar. İsveç’te mukaddes kitabımızı yakan densizi yüksek sesle kınayamamaları, hatta bunu bireysel özgürlük adına savunmaya kalkmaları size bir şey anlatmıyor mu? O zaman Fransa’daki yakıp yıkmaları da özgürlük adına normal kabul edebilirler mi acaba?
Ülkemizi yönetenler ümmet mantığı ile sınırlarımızın kevgire dönmesinden rahatsız olmayabilirler. Sayın Cumhurbaşkanı R.T.Erdoğan seçimlerde göçmenleri geri göndermek için zorlamayacaklarını dile getirmedi mi? Biz muhalefet gibi düşünmüyoruz demedi mi? AKP ve ittifak bileşenleri hariç herkes tehlikenin farkındadır. Ülkemizde kaç göçmen vardır bilinmiyor. Kaç milyonu kayıtlıdır, kaç milyonu kaçaktır ve kayıtsızdır? Sınırlar namusumuz ise, bu kadar insan elini kolunu sallayarak nasıl ve nereden topraklarımıza girmiştir? Bunlardan kaçına vatandaşlık verilmiş, kaçı seçmen yapılmış, ülkemizin kaderini belirlemede oy kullanmıştır?
Yazılı ve görsel medya haberlerinde göçmenlerin sebep olduğu olaylarda artış gözlenmektedir. Sarkıntılık ve tecavüz,satırlı, palalı kavga , komşuları rahatsız etme,kamu malına zarar verme vaka-i adiyeden sayılmaya başlamıştır. Suriye’de savaş bitmiştir. Bazı Arap ülkelerine gidenleri Esad geri kabul etmeye başlamıştır. Bizimkiler niye dönmeyi düşünmüyorlar? Sahillerimizde, plajlarımızda keyif yapıp şehirlerimizde guruplar halinde geziyor, kadına kıza korku salıyorlar. Dini bayramlarda ülkelerine rahatça gidebildiklerine göre neden tekrar geri dönmelerine izin veriyoruz anlamış değilim. Suriyeli’si, Filistinli’si, Iraklı’sı, Afganlı’sı, Afrikalı’sı hepsi doluştu güzelim ülkeme. Dağdan gelip bağdakini kovma cüretini gösterenler var içlerinde. Cennet vatanımızı sokakta bulmadık biz!. Anadolu yol geçen hanı veya ne idüğü belirsiz kaçkınların lunaparkı mıdır kardeşim?!
Geçen gün Büyükadalı bir kadın kapıyı bacayı kapatıp, kapıya kilit vurduğunu ve adayı terkettiğini söylüyor, göçmenlerin evin tuvaletini kullanmak için kapıları tekmelediklerini yana yakıla anlatıyordu. Ne kibarlık, ne görgü, ne temizlik, ne insanlık aramayın. Onlar krallar gibi yaşıyor, ben kendi ülkemde mülteci gibiyim diyordu kadın. Birçoğu çok eşli ve pıtır pıtır doğum yapıyorlar. Arapça konuşuyor, Arap gibi düşünüyorlar. Kendi esnaflarından alışveriş yapıyor, vergiden de muaf oluyorlar. Biz bunların yüküne daha ne kadar tahammül edeceğiz? 15-20 sene sonra başımıza gelecekleri düşünmüyor mu iktidar mensupları veya onları iktidara getirenler?!
Dünyanın en zengin ülkeleri bile bu tür düzensiz göç ve milyonlarca mülteciye kucak açmamıştır, açamaz, uzun süre katlanamaz. Kendi insanı ve çocuklarının geleceği ülkelerin birinci önceliğidir. Biz de çocuklarımızın geleceğini düşünmek mecburiyetindeyiz. Fazla merhametten maraz doğacağını bilenler, tehlikeyi herkesten önce görmek ve tedbir almak zorundadır. Fransa’daki olaylar hepimizin gözünü açmalı, uykularımızı kaçırmalıdır.