Geçtiğimiz hafta Sultanahmet semtindeki Türk Edebiyatı Vakfı’nda çok önemli bir konferans vardı.

Prof.Dr.Ramazan Korkmaz hocanın “ KÜRESEL MANKURTİZM” konulu sohbetini izlemenizi isterdim. Mankurt; Türk, Altay ve Kırgız efsanelerinde bahsedilen bilinçsiz köledir. Kökeni Orta Asya'ya dayanan bu yönteme ise ''mankurtlaştırma'' denir. Ben size mümkün olduğunca kaynakları kullanarak kısa bir özet sunmaya çalışacağım.

“Mankurtlaştırma, bir dış gücün içerideki egemen sınıfla işbirliği yaparak ülkenin eğitim ve kültür politikalarını milletin aleyhine değiştirerek, ulusal kimliğinden uzaklaştırma, kendi toplumuna ve kültürüne yabancılaştırma, bilinçsizleştirme ve sömürüye açık hale getirme, sonra da yardım ediyormuş kanaati yaratarak, toplumun zihnini yeniden kurgulayıp sömürgecilerin zihinsel kölesi durumuna getirmek için milleti kendi değerlerine düşman etmeyi anlatan sosyokültürel bir kavramdır.”

“Cengiz Aytmatov’un ‘‘Gün Olur Asra Bedel’' isimli romanında geçen bir efsanede barbar Juan-Juanlar'ın Orta Asya bozkırlarını işgal ettikleri dönemde, tutsaklarına korkunç işkenceler yaptığı, bu işkence yönteminin insanların hafızasını yitirmesine, deli olmasına sebep olduğu anlatılmıştır. Bence burada sözü Cengiz Aytmatov’a bırakmak ve bu korkunç yöntemi onun anlatımıyla aktarmak en doğrusu.

“Ana-Beyit mezarlığının bir efsanesi, Juan-Juanlar’ın bozkırı işgal ettikleri çağlara dayanan bir hikâyesi vardı: Sarı-Özek'i işgal eden Juan-Juanlar tutsaklara korkunç işkenceler yaparlarmış. Bazen de onları komşu ülkelere köle olarak satarlarmış. Satılanlar şanslı sayılırmış, çünkü bunlar bazen bir fırsatını bulup kaçar, ülkelerine dönerek Juan-Juanlar’ın yaptığı işkenceleri anlatırlarmış. Ama asıl işkenceyi, genç ve güçlü oldukları için satmadıkları esirlere yaparlarmış. İnsanın hafızasını yitirmesine, deli olmasına yol açan bir işkence usulleri varmış. Önce esirin başını kazır, saçları tek tek kökünden çıkarırlarmış. Bunu yaparken usta bir kasap oracıkta bir deve yatırıp keser, derisini yüzermiş. Derinin en kalın yeri boyun kısmı imiş ve oradan başlarmış yüzmeye. Sonra bu deriyi parçalara ayırır, taze taze, esirin kan içinde olan kazınmış başına sımsıkı sararlarmış. Böylece sarılan deri, bugün yüzücülerin kullandığı kauçuk başlığa benzermiş. Buna "deri geçirme işkencesi" derlermiş. Böyle bir işkenceye maruz kalan tutsak ya acılar içinde kıvranarak ölür, ya da hafızasını tamamen yitiren, ölünceye kadar geçmişini hatırlamayan bir «mankurt» yani geçmişini bilmeyen bir köle olurmuş. Bundan sonra, deri geçirilen tutsağın boynuna, başını yere sürtmesin diye, bir kütük ya da tahta kalıp bağlar, yürek parçalayan çığlıkları duyulmasın diye uzak, ıssız bir yere götürürler, elleri ayakları bağlı, aç, susuz, yakan güneşin altında öylece birkaç gün bırakırlarmış.”

“Gün Olur Asra Bedel “ romanı, sembol isimleri ve yer adlarıyla birlikte Komünizm döneminin baskıcı uygulamalarına,” İnsan Kasabı” diye anılan barbar Stalin vahşetine eleştirel göndermeler yapan bir anıt eserdir. Mankurtlaşmış oğul, bırakınız kültürünü, öz ailesini bile tanımaz,hatta kendisini kurtarmaya çalışan kendi annesini ,Nayman Ana’yı oklayarak öldürmekte tereddüt etmez.

Romandan hareketle soğuk savaş döneminde yaşadığımız sağ sol, devrimci ülkücü kavgalarını, kardeşin kardeşe düşman edildiği o ıstıraplı günleri hatırladım. Hatırladım ama içim burkularak, gözlerim dolarak. Bir nesli mahvetti emperyalizm ve onların yerli işbirlikçileri! Milli solcuları ve Atatürkçü devrimcileri ayrı tutuyorum ama Marksist solun ilahları Lenin ve Stalin değil miydi? Kanlı 1 Mayıs’larda, avuç içi kadar Atatürk posterine karşılık dev büyüklükte Lenin, Stalin, Mao posterleriyle yürüyenler onlar değil miydi? Sovyetler Birliği’nin Demir Perde’yle kuşattığı Türk yurtları için,hayvan vagonlarına üst üste istif edilerek Sibirya’ya sürülen ve soykırım uygulanan Kırım Türkleri için ağlamak varken, onlar Angola ve Küba devrimcileri için şiirler yazıp, ağıtlar yakmadılar mı? Sonradan hayal kırıklığı yaşasa ve hep Anadolu özlemini dile getirse de Nazım bile Rusya’da vapurdan inince, “Beni Stalin yarattı, gerçek vatanıma kavuştum.” diyerek Sovyet toprağını öpmedi mi? Listeyi uzatmaya gerek yok, soru nettir: bunların hepsi mankurtlaşmanın çarpıcı örnekleri değil midir?

Sağdaki oluşumların ve örgütlerin üzerindeki ABD desteklerini ,CIA planlarını söylemezsem kendimle çelişirim. Yeşil Kuşak ve Ilımlı İslam projelerinin hedefinde sadece Sovyetler Birliği’nin dağılması değil, aynı zamanda İslam aleminin en güçlü devleti Türkiye Cumhuriyeti’nin de parçalanması vardı. Milli ruhunu kaybetmeyen bir insan, ister Fetö, ister çete mensubu olsun kendi Parlamentosuna bomba atabilir, kendi halkına kurşun sıkıp ölüm yağdırabilir mi? Ama yaşandı bunlar. Bugün siyasal İslamcıların ve selefi örgütlerin öğretisiyle tarihimize, milletimize, edebiyatımıza, destanlarımıza, türkülerimize, alfabemize, dilimize ,birliğimize, bayrağımıza, sembollerimize, Ata’mıza, Atalarımıza dil uzatanlar, kem gözle bakanlar da eğer hain değilse birer mankurt değil midir?

Ben kendi konumumu şu şekilde belirlemiştim 50 sene önce: "Ne Amerika,Ne Rusya,Ne Çin-Her şey Türklük için!". O gün de Dünya Türklüğünün Birliğini savunan bir Türkçü idim,bugün de aynı noktadayım.

Emperyalizm yeni bir dünya için bugün farklı uygulamalarla devletlerin ve milletlerin kıyametini hazırlamaktadır. Süper güç ABD ve küresel sermayenin büyük bölümünü elinde bulunduran birkaç aile yapay zekayı da araçsallaştırarak korkunç bir hegemonya mücadelesini başlatmış bulunmaktadır. Mankurtizm sadece bir toplum veya bireyleri değil, milletlerin hafızasını ve kimliğini yok etme, devletlerin varlığını sona erdirmek için farklı yöntemlere yönelmiştir.

“Alkol ve Uyuşturucu Bağımlılığı, Kültürsüzleştirmek, Yabancı Dilde Eğitim, Cinselliğin Yozlaştırılması, İdeoloji ve Kavramların Saptırılması, Bilimsel Bilgiden Uzaklaşılması, Mürtecilik ve Teokültürel Taciz, Yapay Gündem, tarihi Çarpıtmak, İdealsiz Bırakma, İnsanı Yalnızlaştırma vb…” devleti yöneten kadroların üzerinde önemle durması gereken konulardır.

Tarih yapan büyük TÜRK milletinin evladı olarak söylüyorum; tarihin her döneminde vardık, yine var olmaya devam edeceğiz. Ama tüm dönemlerden daha uyanık olmak, tedbirleri zamanında ve bilimin gereklerine uygun biçimde almak şartıyla. Aynen Atatürk’ün yaptığı gibi ve onun yolundan giderek