Yazmak için masa başına geçtiğimde, burada kar yağmaya başlamıştı, saat 21.00 kışın bu soğuk gününde sıcak günlerin anılarıyla ısınmaya ne dersiniz?
Merhaba sevgili okuyucularım;
Kastamonu gezimizi anlatıyordum;
Kastamonu'da bir çok tarihi konağın lokanta olarak kullanıldığından bahsetmiştim. Yine bunlardan birinde yorgunluktan bitmiş bir halde kahvemizi yudumlarken, çekme helva ikram edildi.
Adı neden "Çekme Helva?" diye sormadan duramazdım tabi ki; sordum: İlginçtir hikayesi! Olmayan hiçbir şey yoktu sanki bu şehirde. Benim bu sorum karşısında, ikramı yapan garson ben size bu hikayeyi benden daha iyi anlatacak birini göndereyim diyerek gitti. O'nun yerine yanımıza gülümseyerek gelen delikanlıya sandalye çekip yanımıza oturabileceğini söyledik ve ilgiyle anlatacağı hikayeyi dinlemek için kulak kesildik. Dinlemekten büyük keyif alıyordum. Delikanlının adı Hasan'dı, turizm okumuş ve kendi şehrinin hikayelerine çok hakimdi; anlatmaya başladı.
" 1800'lü yıllarda Kastamonu'da bir ağanın güzeller güzeli bir kızı varmış. Evlilik çağına geldiğinde saç telinden daha ince tatlı yapana kızını eş olarak vereceğini söylemiş. Bunu duyan yörenin gençlerinden Abdulsamet adındaki genç annesinin de yardımıyla birlikte tel tel dökülen bir helva yapmış. Helvayı karşılıklı çekerek incecik tel kıvamına getirdikleri için, çekme helva adını vermişler. Tabi Ağa bu helvayı çok beğenmiş, Abdulsamet'i de sevmiş ve kızıyla evlendirmiş.
Şaşkın şaşkın dinledik ve çok hoşumuza gitti. Biz de çarşıda bazı helvacıların önünden geçerken "çek çek" seslerini duymuştuk. 4-5 kişinin hızlı bir şekilde tel tel dökülmesi için helvayı karşılıklı çekerek kıvama getirmeye çalışırken çıkardıkları sesmiş bu, hikayeyi dinledikten sonra durumlarına anlam verebildik.
Kastamonu'nun içindeyken hediyelik eşya dükkanlarında bulgur gördüğünüzde sakın şaşırmayın. 10 bin yıldır genetiğiyle hiç oynanmadan günümüze kadar ulaşmış siyez Kastamonu'da üretilen bir buğday türüymüş. Siyez buğdayının tarihini düşününce, "insanlığın toplayıcılık ve avcılık yeteneğinin üzerine koyarak yerleşik hayata geçişine şahitlik etmiş" olduğu geliyor insanın aklına. Geleneksel değirmenlerde öğütülerek bulgur haline getiriliyormuş. Burada siyezden yapılan pilav yöresel lezzetlerin arasında kendine önemli bir yer edinmiş.
Burada görmeniz gereken Kastamonu'nun övünç kaynağı olan yerlerden biri de Şapka Müzesi. Bildiğim kadarıyla Türkiye'de ilk ve tek Şapka Müzesi Mimar Vedat Tek Kültür Merkezi'nin içindeki taş binalardan biri. 2007 yılında üç şapka ile açılmış. Daha sonra Türkiye'nin farklı yerlerinden duyarlı koleksiyoncuların paylaşımlarıyla yüzlerce şapkanın yer aldığı bir müze haline dönüşmüş. İçini gezerken tarihin farklı dönemlerini kapsayan estetik ruha şahit olacak ve Atatürk'ün 1925 yılında Şapka İnkılabını yurda duyurduğu şehir Kastamonu'nun, Şapka Müzesi'ne sahip çıktığına şaşıracaksınız.
Bunları bize anlatan müze müdürü İlknur Aynan, merkezi gezdiğimiz süre boyunca bize eşlik etti. Kendisine ne kadar teşekkür etsek az. Onu da sevgiyle anmış olayım.
Ertesi sabah koyları, kanyonları, şelaleleri gezmeye karar verdik. O kadar çoktu ki hepsini görmemiz gezmemiz mümkün değildi. Neyse, kahvaltıdan sonra yola koyulduk.
Kayalıkların hırçın Karadeniz dalgalarına siper olduğu koydaydık. İç kısmı bir göl kadar sakin, orada bulunan yaban ördekleri yanımıza gelecek kadar evcildi. Burası Gideros Koyuydu Cide ilçesinden 13 kilometre uzaklıktaydı. Bu koydaki yerleşimi 3.500 yıl önce amazonların kurduğunu duymuştum. Nasıl? Muazzam değil mi? Suyun berraklığını anlamak için çakıl taşlarına bakmak yeterliydi. Gideros ormanlarında kestane, ıhlamur, çam, kayın, köknar ve meşe ağaçları bir arada şenlik içinde yaşıyordu. Biz ise doğanın güzelliğine kapılmış bir halde manzarayı izlerken su sesiyle huzur bulmuştuk. Balık tutanlar da vardı; sandalla açılanlar, yüzenler de. Burası doğasıyla, ağacıyla, kuşuyla . Harikaydı. Bu güzelliğin içinde akşam yemeğimizi yerken Tekirdağ rakısı içmesek balık ve salatanın hatırı kalır biz de kendimizi kötü hissederdik.
Doğasever, macera tutkunlarının, sosyal medyadaki paylaşımlarından methini okuduğum; geçen yazımda da sizlere bahsettiğim Horma Kanyonu'nun sonu Ilıca Şelalesi'ne çıkıyordu. Yosun tutmuş ağaçların arasından yürürken önce sesini duyduk ve adımlarımız giderek hızlandı. Ahşap merdivenlerden yürüyerek geldiğimiz terasta gördüğüm güzellik karşısında bir süre öylece hareketsiz kala kaldım. Yaklaşık 15 metre yükseklikten akan su çağlayarak aşağıda camgöbeği denebilecek bir renkle boyayarak oluşturduğu göle dökülüyordu. Büyüleyici bu manzarayı önce fotoğraflamalıydım. Daha sonra da kendimi aşağıdaki şelalenin oluşturduğu göle bırakmalıydım. Serin sular ayağımı okşarken şelalenin sesi, gökyüzündeki kuşların sesine karışıyordu. İnsan kendini doğanın akışına bıraktığında, doğa da ona yaşadığını hissettiriyordu.
Her zaman hazırlıklıydım içimde mayom kendimi serin suya bıraktığımda doğanın güzelliğine adeta teslim olmuştum.
Buradan ayrıldıktan sonra Pınarbaşı ilçesinden sadece 22 kilometre uzaklıkta Valla Kanyonu'na gelmiştik. Burası dünyanın en derin kanyonlarından biriydi. Seyir terasına kadar uzanan parkur sayesinde zirveye kadar basamak basamak çok rahat çıkabildik. Harika bir manzaraya sahipti. Gökyüzünde uçan kuşlar, tatlı, bahar esintisini kanatlarında taşıdıklarını hissettiriyordu. Kanyonu ancak dağcılık konusunda eğitimli kişiler teçhizatlarıyla 12 kilometrelik parkurun sonunda adrenalin dolu maceralarına yenisini ekliyorlarmış. Ne yazık ki bunlardan biri talihsiz bir kaza sonucu hayatını yitirmiş. O'nun anısına zirve de bir anıt yapılmıştı.
Bu güzellikler gezmekle bitmezdi. Küre Dağları Milli Parkı çok büyük bir alana sahipti. Kışları da ayrı bir güzelliğe sahip olduğundan bahsedildi. Türkiye'de korunması gereken 9 sıcak noktadan biri olan bu parkı gezerken en ufak bir dal parçasına bile özenle yaklaşıyorduk. Küre dağları yaklaşık 300 kilometre uzunluktaymış. Evliya Çelebi burası için " Ağaç Deryası" derken doğru söylemiş. Özellikle sonbaharda doğanın her tonunun görülebileceğini düşünerek buraya, bir gün yine gelme hayali kurmaya başladığımda;
İbrahim'in;
"-Hadi daha fazla gecikmeden dönüş yoluna geçmeliyiz," demesiyle kendime geldim.
Umarım okurken sizler de benim kadar keyif almışsınızdır. Tatil anılarımı anlattığım yurdun başka bir güzel köşesinde buluşmak üzere; sağlık dileklerimle hoşça kalın, evde kalın diyorum.
Nurcan BALIBEY / 13.02.2021