Çok acayip bir toplum olduk. Ne akla, bilime, ne de vicdana, imana uymayan işler için birbirimizle inatlaşıp duruyoruz.

Cinayetleri, kazaları, doğal afetleri bile selfi yaparak seyreden bir güruha dönüşmek üzereyiz. Bırakınız İslamlığı, insanlık değerlerimizi bile yitirdiğimizi görüyor, üzülüyorum. " İnsanlar değerli olmayı unuttular, önemli olmaya çalışıyorlar." diyordu Ç.Altan. Siyaset, inatlaşma sanatına dönüştürüldü muhteremler tarafından. "Ben yaptım oldu." zihniyeti bir kanser mikrobu gibi yayılıyor toplumun her katmanına. Ne istişarenin önemi kaldı, ne ulemanın söylediklerinin. Ne kolektif vicdanın, ne de ortak aklın. Cumadan, camiden, cemaatten, cemden beslenen kültürümüzün bu kadar bireyselleşmesi, yöneticilerimizin bu denli egolarına aşık narsist figürlere dönüşmesi pek hayra alamet bir gelişme olarak algılanamaz. Kapitalist eşkıyalığın hayat nizamına dönüştüğü ahir zamanda, yeni bir medeniyet tasavvuru ile ayağa kalkmak ve insanlığa umut olmak varken, parayı putlaştırıp gücü tanrılaştıran tiranlara özenmek, lider tabusu ve tasallutuna boyun eğmek ideal bir insan davranışı olamaz. Bu; "eşref-i mahlukat: yaratılmışların en değerlisi " olarak zikredilen insanın yaratılış hikmetiyle de bağdaşmaz. Yani her birey kendi çerçevesinde önemlidir ve saygındır. Eğer böyle bir inanca sahipseniz her bireyin düşüncesine değer verir, onu dinlemenin, ne dediğini anlamının erdemiyle davranışlarınızı, kararlarınızı gözden geçirirsiniz. Demokrasi dediğimiz de bu değil mi zaten? Büyük Rus yazarı Turgenyev, soğuk bir akşam üstü evine doğru yola çıkmış. Yolda bir dilenci kendisinden para istemiş. Bütün ceplerini kurcalayan Turgenyev, ne yazık ki hiç para bulamamış. Bunun üzerine kendisine uzatılan soğuk elleri kendi elleriyle ısıtarak: " Kusura bakma kardeşim, sana verecek bir şeyim yok." demiş. Dilenci; "Verdiniz ya efendim" demiş." Bana kardeşim dediniz." Biz neden böyle davranamıyoruz başkalarına? Yazarın bir dilenci için gösterdiği sıcak davranışı neden biz birbirimize gösteremiyoruz? Bizim gibi düşünmeyenleri niçin hep yok edilmesi gerekli düşmanlar gibi görüyor, onların çağrılarına çığlıklarına kulaklarımızı tıkıyor, hep ötekileştiriyoruz! Mesela; ovamızın can damarı, çiftçimizin bereket kaynağı Ergene nehrinin sanayi atıkları ile nasıl kimyasal zehir kanalı haline geldiğini hepimiz biliyoruz. Bilim adamları, hukukçular, sivil toplum örgütleri, tarımsal üreticiler yıllardır seslerini duyurmaya , yaklaşan felaketin boyutlarını anlatmaya çalıştılar. Hangi iktidarın kılı kıpırdadı, hangi Bakanlık yetkilileri sorumluluklarını yerine getirdi, hangi patronların vicdanlarında bir sızlama oldu?! Yılllar yıllar sonra çözüm diye bu iktidar Marmara Denizi Derin Deşarjı'nı uygun görüp hayata geçirdi. Çevre belediyelerin ve yüzlerce sanayi tesisinin arıtmalarını denetim altına alamayan, caydırıcı ağır cezalara oy kaygılarıyla cesaret edemeyenler bugün Marmara Denizinin de can çekişmesine yol açmışlardır. Deniz salyası derin deşarjın başladığı tarihten beri artmaya başlamıştır. Elbette kirlenmenin başka faktörleri de var ama neden zamanında uzmanların uyarılarını dinleyip tedbir almıyoruz. Her aykırı düşünceyi hainlik olarak görüp düşmanlıkla yaftalayıp, inadımıza devam ediyoruz. Cumhurbaşkanı R.T.Erdoğan, deniz salyasını kısa sürede temizleyeceğiz diyor. Bu iş o kadar kolay mı? Aynı inatlaşma Kanal İstanbul için sergileniyor. Özgür bilim insanları, bu kanal, İstanbul'un felaketi olur diyorlar. Geçmişte Haliç'te, İzmit körfezinde, bugün Aliağa körfezinde yaşananlar ortada iken bu inadın haklı gerekçesi olabilir mi? İstanbul'un bugün dağ gibi sorunları varken nüfus yoğunluğunu daha da arttırmanın akılla, bilimle izahı yapılabilir mi? Şimdi Saros için tehlike çanları çalıyor. Saros Gönüllüleri canhıraş bir şekilde; yapmayın diyor, yürütmeyi durdurun, cennetimizi yok etmeyin, ağaçlarımızı katletmeyin, denizimizi öldürmeyin diye feryat ediyor. Saros'umuza kıymayın beyler. Doğa yaptığınız bu ihaneti unutmaz. Ve doğanın intikamı korkunç oluyor. Çevreye duyarlı olmayan bir sanayi, insanların ve insanlığın ölümünü beraberinde getiriyor. BOTAŞ tarafından yapımı devam ettirilen FSRU projesinin Saros Körfezi'ne geri dönülemez zararlar vereceğini bilmelerine rağmen, yetkililer nasıl bu kadar duyarsız olabiliyor, inanın şaşırıyorum. Yürütmenin durdurulması için Edirne İdare Mahkemesi 'ne başvuran Saros Gönüllüleri Komisyonunun avukatı Bülent Kaçar'ın dava dilekçesindeki açıklamalar sorumluları derin gaflet uykusundan uyandırmalıdır. Av.Bülent Kaçar'ın mücadelesini bir vatansever olarak alkışlıyorum. Emil Zola; " Beni bir tek kişi bile dinlemese haykırmaya devam edeceğim." diyor. Haykırıyor Av.B.Kaçar ve Saros sevdalıları. Benim yazım da bir çığlık olsun o gönüllüler için. SAROS'A KIYMAYIN EFENDİLER! "Tanrının evi insanların yüreğidir. Siz, bütün kötülükleri yüreğinize dolduruyor, sonra da Tanrı'ya koca koca evler yapıyorsunuz..! " diyen Cengiz Han'a da, yüreği güzel insanlara da selam olsun. ---------Ahmet Acaroğlu----------