11 Mart 1925’de İzmir’de doğan gazeteci yazar İlhan Selçuk, 1950’de İstanbul Hukuk Fakültesini bitirdi, askerliğini yaptıktan sonra, 1961’de Akşam gazetesinde yazarlığa başladı. Sonra Tanin’e oradan Vatan’a geçti. 1962’de Yön’ün kurucuları ve yazar kadrosunda yer aldı. Aynı yıl Nadir Nadi’nin “Yazılarınızı her gün okuyor, beğeniyorum, bizimle çalışır mısınız?” önerisi üzerine, kendi deyişiyle “Cumhuriyet’le etle tırnak” oldu. Yaşamının sonuna kadar sürdürdüğü “Pencere” başlıklı günlük köşe yazarlığı yapmanın yanı sıra, yayın kurulu başkanlığı, başyazarlık ve Cumhuriyet Vakfı başkanlığını yürüttü.
- 15 Nisan 2008’de bypass ameliyatı geçirdi. Ertesi yıl 14 Ağustos 2009’da rahatsızlandı, hastaneye yatırıldı, 24.8.2009’da taburcu oldu. 24.1.2010’da yeniden hastaneye yatırılan İlhan Selçuk, çoklu organ yetmezliği nedeniyle 21 Haziran 2010, saat 13:15’te yaşama gözlerini yumdu.
- İlhan Selçuk hakkında ilk dava 1952 yılında açıldı, beraat etti. 12 Mart sonrasında yazdığı “Hoş Geldin Tanzimat Kafası” başlıklı yazısı nedeniyle tutuklandı. Ziverbey Köşkü”de işkence gördü, daha sonra Madanoğlu davası nedeniyle tutuklandı, bu davadan da aklandı. 21.3.2008 günü sabah 4:30’da Ergenekon soruşturması kapsamında göz altına alındı. 23.3.2008’de serbest bırakıldı.
- Son yazısı hastaneye yatmadan önce yazdığı 9.8.2009 günü yayımlanan yazısı oldu. (Hikmet Altunkaynak, Türk Edebiyatında Yazarlar ve Şairler, Hürriyet Kitap, Mart 2018)
- Vefatının 13. Yıldönümünde İlhan Selçuk’u bazı görüş ve düşüncelerini anımsatarak anmak istiyoruz:
- Biz daha tam Aydınlanma’ya gerçekleştirmeden ve sanayileşmeden çok partili rejime açıldığımız için şu anda en geçerli ideoloji, dincilik… Dincilik aynı zamanda para kazanmanın kaynağı hâline geldi. Ve emperyalizmle İslamcılık arasında bir köprü Anadolu; gazeteciler de bu köprüde yerlerini alıyorlar.
- 1952’den 1991’e kadar yargılandım sürekli. 91’de Sovyetler yıkıldı, Kominizm tehlikesi kalktı. Bizi de, “Bu Komünisttir” diye üzerimize çarpı koyan devlet o zaman rahat bıraktı. Rahat bırakılmak 92’den 2007’ye kadar sürdü. O zaman komünistiz diye yargılanıyorduk, şimdi laikiz diye yargılanıyoruz. (Suat Gezgin, Veli Polat, H.Esra Arcan, Türkiye Sözlü Basın Tarihi, Cilt I, T. İş Bankası Kültür Yayınları, Mart 2016).
- 1839 Tanzimat Fermanı Batılılaşma; ama 1923 Cumhuriyet Devrimi Aydınlanmadır.
- Aydınlanma Kavramı insanlığın gündemine girmeden önce Vatan kavramı yoktu. Çünkü ulus kavramı da Aydınlanmayla birlikte çıktı. Ondan önce ümmet vardı; bir kişi, bir birey kendisini bir ulusun bireyi ferdi gibi değil bir ümmetin kulu gibi düşünmeye alışmıştı. İlk kez akıl devreye girince birey de ortaya çıkıyor, insan hakları da ortaya çıkıyor ve gazete tabi… Gazete de Aydınlanmayla birlikte. Çünkü eğer bir ülkede demokrasi olmasa, siyasi partiler olmasa, siyaset başlamasa, o zaman gazeteye ne gerek var? Gazete fikirleri yaymak için, tabii matbaanın icadıyla birlikte kitaplar falan çıkıyor ama tam siyasallaşan bir ortamda çok partili rejimle birlikte gazete hatta karikatür büyük önem kazanıyor. Karikatürün bugünkü anlamını kazanması Aydınlanmayla birlikte gerçekleştirmiştir.
- Tarihsel bilinç, tarihin o günkü şartlarını da algılayarak düşünebilmekle gerçekleşir. Hiç kuşkusuz bizim 20. Yy’ın başında yaşadığımız olguda unutulmaması gereken üç tane tarih var; 1789, 1917, 1923. Bu üçü birbiriyle ilişkili; bu üç tarihi anlamadan, algılamadan, bugünkü durumumuzu gerçekçi biçimde masaya dökmek mümkün değil.
- Osmanlı’da Keçecizade Fuat Paşa’ya bir yabancı elçi soruyor: en güçlü, en kuvvetli devlet hangisi diye? Keçecizade Fuat Paşa, bizimki diyor. Niye sorusuna şöyle cevap veriyor: Siz dışarıdan, biz içeriden yıkmaya çalışıyoruz ama bir türlü yıkamıyoruz!...
- Acaba o noktalara geldik mi ama ben inanamıyorum tabii. Türkiye ne zaman dara düşse, hele bu Cumhuriyet döneminden sonraki toparlanmasıyla o dar boğazı yırtıp aşacak potansiyel güçleri bağrında taşıyor. O bakımdan herhangi bir kuşkum yok, umudum çok… (Ümit Zileli, İlhan Selçuk Anlatıyor, Cumhuriyet Kitapları, Nisan 2010)