Vefatının 74. Yıldönümünde, Sabahattin Ali, hayatı hakkında şu malumatı vermektedir:

"1907'de doğdum. Garbi Anadoluluyum nüfus kaydım Ayvalıkta'dır. İlk tahsilimi Çanakkale, İstanbul ve Edremit'te, orta tahsilimi Balıkesir ve İstanbul muallim mekteplerinde yaptım. 1927'de Yozgat'ta bir sene muallimlikten sonra, 1928'de Maarif Vekaleti'nde Neşriyat Müdürlüğü Kalem başlığı ve Ankara Tiyatro Mektebi'nde öğretmenlik yaptım." Sabahattin Ali, bir toplantıda okuduğu "hicviyye" de "Gazi'yi ima ve telmihen tahkir ettiği" gerekçesiyle Konya'da 22.12.1932'de tevkif edilir, 29 Ekim 1933'te Cumhuriyet'in 10'uncu kuruluş yıldönümünde çıkan genel af kanunundan yararlanarak tahliye olur. (Ramazan Korkmaz, Sabahattin Ali, Yapı Kredi Yayınları, Mart 1997) 1934 yılında Neşriyat Müdürlüğüne, ardından Talim ve Terbiye Dairesi'ne, Ankara İkinci, Ortaokulu Almanca öğretmenliği'ne, Musiki Muallim Mektebi Türkçe öğretmenliği'ne atandı. 1945'te bakanlık emrine alındı. Görevinden ayrılarak İstanbul'a geldi, gazeteciliğe başladı. 1948'de bir yazısından dolayı üç ay hapis yattıktan sonra Kamyonla yük taşımacılığına başladı. 2 Nisan 1948'de Kırklareli'nin Bulgaristan sınırına yakın bir yerde kendisine kılavuzluk yapan Ali Ertekin tarafından öldürüldüğü anlaşıldı. (Hikmet Altınkaynak, Türk Edebiyatında Yazarlar ve Şairler, Hürriyet Kitap, 2018) Vefatının 74. Yılında Sabahattin Ali'yi bazı düşüncelerini anımsatarak anmak istiyoruz: Bugünkü edebiyatla okur kitlesi arasında boşluk değil, uçurum vardır. Kabahat muharrirdedir, edebiyattadır. Ben bizim halkımızın okumaktan kaçmadığını yakında bilirim. Yalnız ona okuyacağı şey hala, büyük bir inat ve sabırla okumaktan vazgeçmiyor. Benim Kanaatimce sanat insana insanı ve hayatı ve bunların manasını öğretmekle görevlidir. Sanat hayatı ihtiva etmeli, insanda yaşamak, insan gibi yaşamak, daha iyiye, daha yükseğe, daha temize doğru koşarak yaşamak arzusunu, hatta ihtiyacını uyandırmalıdır. Hulasa sanat gaye değil, vasıtadır. Gaye hayattır. Sanatın her türlüsü bir ifadedir. Her ifade vasıtası mühim bir rol sahibidir. Hele gündelik gazete, bizim gibi okumak itiyadı henüz doğmamış olan memleketlerde, pek mühim bir ehemmiyet iktisap eder. Mevcut olmayan itiyat ve zevkleri doğurup terbiye edebilir. Bizim anladığımıza göre, milliyetçilik şudur: "Mensup olduğu milletin,, dünyanın en mesut, en müreffeh, hayat ve kültür seviyesi, en yüksek topluluğu haline gelmesi için, yorulmak bilmez bir gayret ve tükenmez bir feragatle, her şeye rağmen çalışmak!" (Sabahattin Ali, Markopaşa Yazıları ve Ötekiler, Yapı Kredi Yayınları, 2011). Şiirin eskisi yenisi yoktur. İyi şiir, insana bir şey ilave eder, bu şey bazen tez olur, bazen bizim manen daha genişlememizi temin eden bir heyecan olur. Şair, eğer nabzını kütlenin nabzına göre ayarlarsa, en şahsi öğeler taşıyan şiirlerini bile "cemiyetin hizmetine" sunabilir ve böylece "sosyal şiir" in en güzel örneğini vermiş olur. Madem ki dil, kitle ile bir anlaşma ve iletişim aracıdır, o halde önce anlaşılır olmalıdır; yalın, sade ve süssüz. Öz Türkçecilikte çok ileri gitmemeli, durmuş, oturmuş kelimeleri kullanmalıyız. Biz istiyoruz ki, bu memlekette yapılan her iş, üç beş kişinin çıkarına değil, bu toprakları dolduran milyonların yararına olsun. Biz istiyoruz ki, şu topraklar ve onun üzerinde yaşayan insanlar, hiçbir yabancı devletin oyuncağı olmasın. Dünya işlerinde politikamız, şunun bunun kölece peşinden gitmek değil, bu milletin selametini en iyi sağlayacak yolları müstakil olarak seçmek şeklinde kendini göstersin. (Ramazan Korkmaz, Sabahattin Ali, Yapı Kredi Yayınları, 1.Baskı, Mart 1997)