Prof.Dr. M.Mehdi ERGÜZEL /  “Seyr eyledim eşkâl-i hayatı…”

Ahmet Haşim, yirminci asır Türk Edebiyatının mümtaz ve memduh isimlerindendir. Şairliği kadar yazarlığı ile de tanınmıştır fakat biz onu zevkimiz itibariyle -nedense- hep şair olarak tanımayı tercih etmişizdir. Halbuki 444'ü bulan sekiz yüz elli sayfaya ulaşan nesir yazıları, yüz sayfa cıvarındaki 92 şiirinin yanında daha az önemli sayılmaz. Miktar ve muhteva, kemiyet ve keyfiyet herkesçe malum olsa da hem nesir ve hem de şiirlerin aynı kalemden çıkmış olması, tıpkı Tanpınar'da olduğu gibi bizi düşündürmelidir. Bence Haşim'in nesri, şiirinden ilerdedir, öndedir. Sadece "Müslüman Saati" ve "Gurabahane-i Laklakan" başlıklı yazıları bile bu kanaatimize yaklaşmanızı kolaylaştıracak güzellikte nesirlerdir. Nesirleriyle Ahmet Haşim; düşünen, hisseden ve yazan adamdır. Hem de sanatlı, realist ve ironik bakan, zaman zaman da müstehzi tavrıyla dokunduran, iğneleyen fakat seviyeyi asla düşürmeyen bir üslupla taşı gediğine koyan, kıvrak bir ifade tarzı bulmayı başaran adamdır. Haşim'in hayat macerasıyla eserleri arasında yakınlıklar görmek ve edebi, lisani değerlendirmelerde bulunmak faaliyeti; bir asra yakın zamandır, sanatkarımızın sağlığından günümüze doğru, şüphesiz, ihtisas erbabı kalem sahipleri ile edebiyat tarihçileri tarafından yapılmış ve yapılmamakta olan çalışmalarla, biyografik kitap, monografik tez, makale ve yorumlu derlemelerle ufkumuzu açmaya devam etmektedir. N.S. Banarlı, V.M. Kocatürk, A. Kabaklı, İ.H.Sevük, A.H. Tanpınar, gibi edebiyat tarihçilerimiz; M. Kaplan, K.Akyüz, K.Bilgegil, O. Okay, Ş. Aktaş, B. Emil, İ. Enginün ve Z. Kerman gibi son asır Türk Edebiyatı bilginleri ve A. Şinasi Hisar, Y. Ziya Ortaç, A. Bezirci, H. Yücebaş, B. Ayvazoğlu, A. Erol, İ. Kocakaplan gibi yazarlar, inceleme ve tahlilleriyle Haşim'i okuyuculara farklı cephelerden tanıtmışlar, anlayışımızı, bilgilerimizi renklendirmişlerdir. Bilhassa Prof.Dr. İ.Enginün ile Prof.Dr. Z.Kerman, ince emek mahsulü dört ciltten oluşan "Haşim Külliyatı" nı eksiksiz bir sadelikle hazırlamışlar, üzerinde farklı çalışmalar yapacak olanların önüne açmışlardır. Edebiyat tarihleri istisna edilirse; ilgili ansiklopediler, biyografik kitaplar, bildiriler, makaleler ve antolojilerdeki bölümlerde çoğu zaman birbirlerine benzeyen Haşim portreleri çizilmiş, okuyucu nezdinde Haşim sevilen, benimsenen bir Türk şairi vasfı kazanmıştır. Biz e-kitap halinde hazırlıklarını tamamladığımız yeniden düzenleme işinde, meseleye bir parçacık farklı yaklaşmak istedik, edebiyattan zaten ayrılamaz olan dilci mantığıyla Haşim'i, bilinenlerin yanısıra değişik tespitlerle de anlatmaya, bilhassa nesirlerini yeni bir tasnife tabi tutmaya gayret ettik. "Yazarın söz varlığı" üzerinde de durduk. Günümüz gençleri ve ge(n)ç kalanları için anlama kolaylığını temin maksadıyla, yüzlerce kelimeyi ve tamlamayı, şiirlerde dipnotlar vererek, nesirlerde bulunduğu metin içinde parantez açıklamaları uygulamasıyla sunduk. Tabii ki verilen manalar, metne uygun karşılıklardı. Aynı kelimenin farklı yerlerde yeniden açıklanması, belki farklı manayı belirtmek ve unutma ihtimalini gidermek içindi. Bu tarz bir yaklaşım, yıllardır denenmiş olan, kitap sonu metin sözlüklerinin bakılma tembelliğini önlemek kadar, yeninin yanısıra eskidiği sanılan, milli kültürümüzün klasik kelimelerini okuyucunun hafızasına çağırmak gibi bir vazife de yapmış olmaktadır. Yorucu olduğu kadar dikkat gerektiren bu zevkli meşguliyetimizin bize yeni tecrübeler kazandırdığını da belirtelim. Ahmet Haşim Bey; dünyaya geldiği tarih olarak kabul edilen 1887'den 1894'e kadarki 6-7 yaşlarının ilk çocukluk yıllarında, memleketi Bağdat'ta, anasının dizi dibinde, zaman zaman "akşamları" beraber gezindikleri Dicle kıyılarında "ana dili" Arapçayla hemhal olur. Annesini kaybettikten kısa müddet sonra babasıyla geldiği "Sultan Şehir" İstanbul'da 1894'te Nümune-i Terakki Mektebi'inde Türkçe'ye alışır, ertesi yıl Mekteb-i Sultani adıyla maruf Galatasaray Lisesi'de başlayan 11-12 yıl süren ilk gençlik döneminde, 1907'ye kadar yeni dillerin, Türkçenin ve Fransızca'nın çağı gelir. Burada çocukluğunun Arapçası üzerine, üstad hocalardan, arkadaşlarından, şair ve yazarlığa meyledecek kadar Türkçe'de ilerler ve rahat tercümeler yapacak hatta Fransızca yazacak ölçüde bu makbul Batı diline yakınlaşır. Türk, İslam ve Batı klasiklerini bu yıllarda okumaya başlar. Galatasaray'daki hocaları arasında Tevfik Fikret ve A.Hikmet Müftüoğlu, arkadaşlık bağları sonuna kadar sürecekler arasında da A. Şinasi Hisar vardır. İlk şiir ve nesir denemeleri, bu yılların mahsulüdür.. Haşim'in Şiiri Üzerine: Derler ki; "O, sembolik şiirler yazmıştır. Edebiyatımızda bu akımın Cenap Şehabettin'den sonra en dikkate değer temsilcisidir." O ise, şiir anlayışını / poetikasını ifadelendirdiği "Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar" başlığını taşıyan, Piyale'nin takdimi mahiyetindeki yazısında, şiir dilini, "anlaşılmak için değil duyulmak/hissedilmek üzere vücut bulmuş, söz ile musiki arasında mutavassıt/ortada bir lisan .." olarak değerlendirir. Nesirde lüzumlu olan kurallardan hiçbirinin şiir için gerekmediğini belirtmek suretiyle şiire engin bir hürriyet tanımış olur. Zaten Cenap da şiiri "uçan", nesri "yürüyen" bir canlı gibi düşünürken benzer bir yakıştırma yapmıştı. Nesrin ayakları yere basar, şiir ise "havai"dir. Nesirde akıl ve mantık esasken, şiirde "idrak mıntıkaları haricinde esrar ve meçhulatın geceleri içine gömülmüş, yalnız münevver sularının ışıkları, gah u bigah ufk-ı mahsüsata akseden kudsi ve isimsiz menba .." konuşur. Yani, nesir şiire, şiir nesre benzemez, benzememelidir. Fakat şairane nesir olduğu gibi nasirane şiir de olabilir. Ama o kadar..Yine "her şey yerli yerinde"dir. Şiirde mana aranmaz. Bal dolu kavanozun etrafında uçuşan arıların kanat vızıltılarıyla yetinilir. Büyük şairlerin kapılarını herkes açamaz. Kapıları zorlayanlar, hazırlıksız yola çıkanlar zor duruma düşerler. Haşim'e göre bilhassa iyi yetişmemiş edebiyat öğretmenleri, şiiri didiklemeye uğraşmamalı, sesini ve zevkini vermekle yetinmelidirler..Çünkü "şiirler vardır ki, sular gibi akşam renklenir ve ağaçlar gibi mehtapla gölgelenir. Güneşin ziyasında ise bu aynı şiirler teneffüs edilmez bir buhar olur." .Ve nihayet "En güzel şiirler, manalarını kariin / okuyucunun ruhundan alan şiirlerdir.. Mevzu ise gece içinde güller gibi, cümlenin ahenkli karanlığında ve muattar / kokulu heyecanı içinde nim-şekl / yarım şekilli görünüş olarak ancak sezilir bir halde bırakılırsa muhayyile/hayal gücü onun eksik kalan aksamını/kısımlarını ikmal eder ve ona hakikatten bir kere daha müheyyiç/heyecanlandırıcı bir vücut verir. Mehmet Kaplan'a göre ; " Haşim'in güzel şiirleri en azından on beş yıllık bir çalışmanın mahsulüdür. Sayıları fazla olmayan bu şiirleriyle Haşim, 2. Meşrutiyet devrine hakim olan basit, sığ ve geveze şiir akımını değerden düşürmüştür. Onun Türk şiirine yaptığı en büyük hizmet, sanat için daima tehlikeli olan muhteva tahakkümüne karşı "yapı" ve "güzellik" in üstünlüğünü ortaya koymuş olmasıdır." Haşim'in şiirine böyle bakılıyor ve o da manzumelerini bu zevk ve anlayış ile kaleme almıştır. Piyale'nin ilk şiiri "Mukaddime" dahi onun bu zevkinin anlatımı ve izahı sayılmalıdır. Şiir kadehi ateşle doludur, efgan ile naledir. Ancak yanmayı göze alanlar bu sagardan / kadehten içebilirler. Haşim'in Şahsına, Üslubuna ve Nesrine Dair : Haşim'in nesirleri, ustaca kaleme alınmış yazılardan oluşur. Okuyucu, bu yazılardaki üslubun, on yıllık bir Mekteb-i Sultani eğitimiyle nasıl kazanıldığına hayret etmekte haklıdır. Haşim'in samimiyet, çalışkanlık ve zekası kadar yetişmesinde rolü olan hocalarının, Türkçe ve Fransızca'da okuduğu çok sayıda kitabın da rolünü dikkate almak gerekecektir. İrsi kabiliyetin, okulda iyi yetişmiş hocalarla desteklendiği bu hayat; onu 20'li yaşlarına bir şair adayı, kalem sahibi aydın olarak getirir ve sonraki 20 yıl içinde memleket çapında tanınmış, beğenilmiş, edebi bir şahsiyet yapar. Haşim'in yetişme tarzı ve tartışmasız olarak bizden biri oluşu dikkate değer bir husustur. Günümüzde önem arz eden "Yabancılara Türkçe Eğitimi" ve "Dünya Dili Türkçe İdeali"nin hedefe varmasında, hareket noktası olarak, Anadolumuzun bin yıllık diller ve kültürler kaynaşmasının nasıl başarıldığı da bu manada tezlere konu olacak ehemmiyettedir. Ermenilerin, Rumların, Arnavutların, Arapların, Boşnakların, Musevilerin, Kürtlerin,.. asırlarca devam eden ana dillerinin yanında sonradan edinilmiş kıvrak Türkçelerinin, kendi dillerini kaybetmeden baskısız nasıl öğrenilip sürdürüldüğü ciddiyetle değerlendirilirse Ahmet Haşim'in ve Şemsettin Sami'nin eserlerinin edebi değerlerine şaşılmayacaktır. Osmanlı-Türk medeniyetinin ilim-sanat-siyaset-irfan merkezi İstanbul'un Erzurumlu Nef'i'yi, Urfalı Nabi'yi de nasıl ileri bir seviyeye taşıdığı anlaşılacak, fakat Fuzuli'nin Bağdat ve Kerbela civarından uzaklaşmamasına rağmen neredeyse hepsinin önüne geçerek Türkçe, Arapça, Farsça üç ayrı divan ve hatta her münevverin karı olmayan beş mesnevilik "hamse sahibi"bir sanatkar olarak bir asır önceki Çağatay Türk'ü Nevai ile atbaşı bir edebi yarış ufkuna doğru gidebilmesinin farklı sebeplerini yeniden değerlendirmek gerekecektir. Büyük medeniyetlerin dili ihtişamlı ve zengin olur, yetiştirdiği ilim, sanat ve siyaset adamları da muhteşem eserler ortaya koyarlar.Haşim, bu medeniyetin gün batımında, kendi üslubuna uygun "gurub vakti"nde yetişmiş mütevazı bir şahsiyettir. İstikbalde, Bağdat'tan yeni isimler çıkması için irfan sınırlarımızın tekrar büyümesine, kültürel yakınlaşmalar yolunda stratejik çalışmalara ihtiyaç vardır. Gurub vaktinden ziyade seher vaktine, "tan atma" zamanlarına hazırlanılmalıdır. Ahmet Haşim, Sultani'den mezun olduktan sonra maişet derdine düşer. Reji İdaresi'nde memurdur, Sanayi-i Nefise'de hocadır, çağı gelince Çanakkale cephesinde yedek subaydır; bazen, askeri teftiş görevleriyle cephe gerisinde, Anadolu şehirlerinde halkla, aydınlarla içiçedir ama devletin vazifelisidir. Çalışmakta, okumakta, yazmaktadır. Emsalleri ve arkadaşlarına özense de onlar gibi mazbut bir aile hayatı kuramamıştır. Ömrünün son yılında teşebbüs edip kısa süre için resmileşen evliliği ise küçük bir hatıradan ibaret kalan, mizacından gelen endişe ve titizlikler sebebiyle yalnız yaşayan Haşim'in, sanatını besleyen damarlardan biri de belki bu hususi dramdır. Dergah Mecmuası etrafında Akşam ve İkdam gazetelerinde ve nihayet devrin başka yayın organlarında yazdıklarıyla bir Ahmet Haşim üslubu ve Türkçesi karşısındasınızdır. Okuyucunun hoşuna giden bir güzel üslup, Türkçeyi sağlam kurallarıyla kullanma ustalığı, Haşim'in nesirlerinin her birinde dikkat çekmektedir. Bu ifade ediş tarzında, zaman zaman nezaketle karışık ince ironiler, alaylar, iğnelemeler vardır. Yaşamayı seven bu gergin tabiatın arkasında; bütün nesirlerine yansımış renkler halinde muhtelif hayat tabloları seyredilir. "Müslüman Saati" yazısının gözleri yaşartan samimi ve sade dindarlığı, insan ve hayvan sevgisiyle dolu merhameti, şehir hayatının ve gitgide makineleşen modern medeniyetin getirdiği problemler, kadınların, erkeklerin, çocukların, binaların arasında yaşamaktan mesut ama içten içe kaygılı, hayatın getirdikleri ve götürdükleriyle yüreği sızlayan bir adamın huzursuzluğu vardır. Avrupa'ya muhtelif zamanlarda vapurla veya trenle yaptığı yolculuklarda; Almanya, Fransa, İtalya, İspanya ve Yunanistan'ın şehirlerini, insanlarını ve müesseselerini anlatırken okuyucuda uyandırdığı dikkat ve düşündürme hassasiyeti, ne yazık ki bugün çok az muharrirde vardır. Elli kadar seyahat yazısındaki okuyucuda iz bırakan tespit ve telkinler, onu gezi edebiyatımızın isimleri arasına dahil etmiştir. Haşim'in nesir yazılarında, sağlam cümle yapısı, mantıki ve hendesi düzen, unsurları yerli yerinde, zevkli, muhtevalı bir akış vardır. Yormadan düşündürür, ince ince taşlamalarla haddini aşanlara, makamını, servetini çok şey sananlara, tepeden bakanlara karşı; nazik görünen sert ve acımasız, tavizsiz, gururlu ilkeli açıklamalarla vakarını bozmadan unutamayacakları dersler verir. Bu arada, kırgınlığının ve çaresizliğinin içinde açtığı yaraları da büyük ölçüde gizlemeyi başarır. Mektuplarında, dost çevresini daraltan, kendini sıkıntıya sokan, alınganlıklarının yol açtığı dümdüz çıkışları yüzünden yaşadığı üzüntüler, teviller, gönül almaya çalışmalar, bize onun şahsiyetinin bir başka cephesini, öteki dünyasını gösterir. Dostluklarında canı yanmış, rekabet içinde bulunduğu kimselerle yarışı sürdürememiş, emsalleri kadar üst makamlara tırmanamamış, zaman zaman başkalarının destek ve tavassutuna muhtaç olmuş, maişet derdiyle hep vasat bir gelirle yetinmiş, savaş yıllarının mahrumiyetlerine katlanmış bu ince ruhlu yalnız adam; edebiyatımıza ve dilimize güzel yazılar ve şiirler hediye etmiştir. "Merdiven" deyince, "Akşam" deyince akla önce onun mısraları takılır. Zaaflar ve gerginlikler, insani özelliklerdir. Birçok yazar, şair ve sanatçıda görülen benzer haller anlaşılmadan, hoş görülmeden bu alem tanınmış ve eserlerinin tadına varılmış olmaz. Çünkü "devir ve şahsiyet mutlaka esere yansır". Haşim nesirlerinde; uyaran, tefekküre davet eden tespitleriyle okuyucuyu ciddi, insani ve içtimai konuların ortağı haline getiren, mütebessim ama mesafe koyan, yüz göz olmayan bir münevverdir. Onun yazı ve şiirlerinde, yakından takip etmeye çalıştığı Fransız edebiyatının ve kültürünün izleri ve disiplini vardır. Fakat Haşim, bizim klasik edebiyatımızı da iyi bilir ve sahiplenir. Hatta körü körüne Fransız mukallidi olan şairleri de pek ciddiye almaz. Sultani'den edebiyat hocası T.Fikret'in şiirleri karşısındaki tavrı da serttir ve onu pek beğenmediğini anlarız. Bazan över gibi yaptıklarını aslında dolaylı olarak tenkit ediyordur. Pragmatik yazarlık ona göre değildir. Haşim'in nesrine dair Mehmet Kaplan'ın yaptığı bir değerlendirmesinde; Ali Canib'in, A.Şinasi Hisar'ın ve Tanpınar'ın görüşlerine dair göndermeler de vardır: ".Haşim'in nesirleri de şiirleri kadar sevilmiş ve takdir edilmiştir. Ali Canip, "Bize Göre" kitabı çıkttığı zaman yazdığı bir makalede Haşim'i "çağdaş Türkiye'nin en orijinal bir üslupçusu" olarak över ve onun yazılarının "bugünkü nesrimizin en güzel nümunesi" olduğunu ileri sürer. Frankfurt Seyahatnamesi'nin neşri dolayısıyla kendisi de değerli bir şair ve nesir ustası olan A.Hamdi Tanpınar, kitabı "Türkçenin en güzel eserlerinden biri" olarak takdim eder. Tanpınar, Haşim ve nesrini değerlendirirken yazar ve eserlerinin başlıca vasıflarını belirten şu sözleri kullanıyor: "Bu zengin nesrin göz kamaştırıcı fantezisi", "eşya ve insanları en fevkattabiiyye hakikatlerinde yakalayan dikkat ve tahliller", " bütün cehitlerini zamanın fevkine çıkmak için sarfetmiş bir zeka." Haşim'in Galatasaray Sultanisi'nden arkadaşı olan A.Şinasi Hisar , Haşim'in nesri ve onları nasıl yazdığı hakkında şöyle diyor : "Ahmet Haşim'in ince, zarif, nükteli, sanatlı, işlenmiş, kadife gibi yumuşak ve açılmış çiçekler gibi olgun nesrini medh için ne söylense belki az gelir. Ekseriyetle pek zeki ve bazen de için için müstehzi olan bu nesir hakikaten ne güzeldir.! Ahmet Haşim bunlarla "Bize Göre" hisler ve fikirler yazmıştı. Ahmet Haşim'in bunları ne emekle yazdığını bilirim. Başının meyvesini olgunlaştırarak koparıp harice vermek ne zordur! Hatırlıyorum, İkdam'da bir "Bize Göre" parçasını fikrinden ve kalbinden süzülen bir madde gibi sızdıra sızdıra bütün yarım gününü geçirerek ,akşama doğru müşkülat ile bitirir ve imzalardı. En evvel yazdıklarını birer birer herkese, İkdam'ın her muharririne ve her gelen misafirine okurdu. Hepsinden bir tavsiye, bir fikir, bir his almağa, her yeni kıraatı üzerine bir tashih daha yapmağa çalışırdı. Sonra Ali Naci Bey'e okur, ondan da biraz tuz, biber isterdi." Beğendiği Fransız yazar H.De Regnier'dir. Bizde çağdaşlarından iki yakın arkadaşı da olan A.Şinasi Hisar'ı ve bilhassa Yakup Kadri'yi beğenir. Falih Rıfkı'nın üslubunu takdir ettiğini yazılarından anlarız. Bir zamanlar dostluğuyla müftehir olduğu Yahya Kemal'e kırgın ve mesafeli, Peyami Safa'ya karşı ise aralarındaki edebi tartışmalar sebebiyle epeyce öfke içindedir. Asabiyeti uzun sürmeyen Haşim, latifeyi seven, arkadaş canlısı "nevi şahsına münhasır" dedikleri tarzda yalnız kendine benzeyen bir adamdır. Edebiyatımızda izini ve adını bırakmıştır.