İbrahim BİRELMA

Atatürk, halkıyla yüz yüze gelip onlarla konuşmaktan da geri durmayan bir liderdi. Bunun en çarpıcı örneklerinden birisi, öküzüne el koyan vergi memurlarından mustarip bir köylüyü Büyükçekmeceli Halil Ağa'yı bakanlar kurulunun karşısına çıkarışıdır. Çiftçilerin üretim araçlarının haczedildiği günümüzde, Atatürk'ün konu ile ilgili görüşlerini anımsatarak, anmak istiyoruz: Tarlada çift sürerken bir yanda öküz, bir yanda merkep koşan Halil Ağa'yı gören Atatürk O'nu Florya Köşküne davet eder, sofradakilere "Efendimiz" diye takdim eder, yanına oturtur, Halil Ağa'ya bakarak şöyle konuşur: "Şimdi bak beni dinle Halil Ağa Seni bu kadar üzüşümün nedeni, şunu anlatmak içindi. Şu gördüğün altı bey, hükümet. Yani biri Başbakan, ötekileri de bakan!... Bir yasa mı gerekti, bu baylar hemen sıvanırlar; İsviçre'den mi olur, İtalya'dan mı, Fransa'dan mı, velhasıl neredense bir yasa bulurlar, Türkçe'ye çevirtirler, sonra basıp imzayı, gönderirler Büyük Millet Meclisine. Büyük Millet Meclisi dediğim de, şu alt baştan senin yanına kadar olan Baylar. Yasa gelir bunlara, bunlar da "Hükümet elbette incelemiş, gereğini düşünmüştür, benim ayrıca zorlanmama gerek yok," diye, kaldırırlar parmaklarını, olur sana bir yasa!... Ama sonra, bir vergi memuru gelir, Halil Ağa'nın öküzünü çeker satar vergi borcundan. Halil Ağa da tarlasını bir yanda merkep, bir yanda öküz, ırgalana ırgalana sürmeye çalışır! Ama üretim düşermiş, ekim zorlaşırmış kimin umurunda! Sonra ben bunları görürüm içim kan ağlar, işitirim, tasalanırım". Sofrada kesin bir sessizlik vardı. Gözler Atatürk'de: Halil Ağa'nın öküzünü satıp üretimi aksatan yasayı ya biz yaptık ya da bizim yaptığımız yasa yanlış yorumlanarak Halil Ağa'nın öküzünü satıyor. İkisi de bence bir. Böyle bir yasa yaptıksa yurt çıkarlarına aykırıdır, nasıl yaparız? Eğer yaptığımız yasa böyle yorumlanıyorsa, hükümet nasıl bir yönetim içindedir? Sonra unutmayın ki olay İstanbul'da geçiyor. Bunun Van'ı var, Bitlis'i var, kıyı bucak ilçesi var, acaba oralarda neler oluyor? Bu çark iyi dönmüyor beyfendiler! Biz Cumhuriyet'i süs olsun diye yapmadık. Toplumdan yana bir yönetim kurmak için yaptık. Hükümetin müfettişleri var, Valileri var, Kaymakamları var, bunlar Halil Ağa'nın öküzünü vergi borcundan satıyorlar. Yaptıklarının ne demek olduğunu bilmeleri gerekir. Bunlar, size hiçbir şeyi söylemiyor, Halil Ağa'nın öküzünü satıp vergi gelirini şişkin göstermeye çalışıyorlar!.. Hadi bunları bırakalım, milletvekili arkadaşlarımız var. Yolluk alıyorlar, toplumla halkla konuşuyorlar, bunlar da size bir şey söylemiyor. Bir parti örgütümüz var, halkın içinde dirsek dirseğe yaşamaları gerekli, onlar da yurdun zararına olan böyle bir uygulamadan söz etmiyorlar. Ne demektir bu? Biz Cumhuriyeti anlatamamışız Baylar, bundan bu çıkıyor! Cumhuriyetin ne olduğunu anlatmak zorundayız. Hükümetin ve partinin görevi budur. Siz ikisinin de başkanısınız başbakan İsmet Paşa! İnsan kapasitesi özürünü de kesinlikle kabul etmiyoruz. Cumhuriyetten bu yana on üç yıl geçti. O gün bu okula başlayanlar, bugün üniversitelerde öğrenim yapıyor. Ortaokullarda olanlar, öğrenim yapıyor. Ortaokullarda olanlar, bugün ya devlet kadrosundalar ya da parti kuruluşunun bünyesi içinde. Bunlar, Cumhuriyet'in her tehlikeye karşı savunucusu değiller mi? Peki neredeler? Ya bunlara Cumhuriyet'i anlatamadık ya da daha kötüsü, bunlar da eyyamcı oldular! Yaptığımız devrimlerin yaşaması, bilinçli bir Cumhuriyet ve devrim kuşağının yetiştirilmesine bağlıdır. Halil Ağa'ların başına gelenler, hükümete ve Büyük Millet Meclisine ulaşmıyorsa, tehlike var demektir!" Atatürk, İsmet İnönü'nün yüzüne baktı. İnönü konuşmaya davranıyordu ki, Atatürk onu eliyle susturdu: "Ne söyleyeceğinizi biliyorum. Sofradaki arkadaşlarımızı da bir hayli yorduk ve yemekten alıkoyduk. Hadi Baylar, görevimizi daha sıkı kavramamız ve başarmak için daha çok çalışmamızın onuruna" Atatürk'ün kimi çevrelerce işret alemi ya da bir tür kepazelik toplantısı diye karalamaya çalıştığı "içki sofrasından" örneklerin ortaya koyduğu gerçek ise, karalanmaya çalışılan liderin, aslında sorunları çözme, çözüm arama arayışlar yöntemidir. (İsmet Bozdağ, Günaydın Gazetesi, Atatürk'ün Sofrası, 1975'den, aktaran Erol Mütercimler, Fikrimizin Rehberi, Alfa, Hürriyet Okurları için hazırlanmıştır. 2008).