Vandal Putin Ukrayna'ya saldırdı ya  herkesin kucağındaki taşlar bu vesileyle ortalığa saçıldı.

Namık Çınar Bey'i ilkokuldan arkadaşı olan CHP Tekirdağ Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Kadir Albayrak'la ilgili düşüncelerini aktardığı köşe yazısından tanıdım. Daha sonra yazılarını takip ettim. Nihayetinde kendisiyle tanışma fırsatı da buldum. Namık Bey'le birkaç defa da Tekirada yüz yüze sohbet ettik. Tanıştığımız günden beri de yazılarını okumaya gayret ediyorum. Geçen hafta paylaştığı yazı pek hoşuma gitti. Ben de sizlerle paylaşmak istedim dostlar. VANDAL PUTİN UKRAYNA'YA SALDIRDI İlkin şu dünyayı, gelin, bir kez daha tarif edelim: Aslında mesele son derece basit. Yeryüzü toplumları, sonuçta iki türlü hayat tarzı sergiliyorlar. Ya öznesi insan olan bir anlayışla şekillenmiş, siyasal, ekonomik, kültürel kurumlar üretebilen özgürlüklerden yanalar. Ya da öznesi devlet olan, insanın birey olarak değer taşımadığı, o yüzden de bürokratik bir mekanizmanın her şeyi kontrolüne alarak kendi ideolojisini dayattığı, ensesinde boza pişirdikleri toplumu ise kullaştırıp, en tepeye de herkesi haraca berece kesen bir zorbanın yerleştiği özgürsüzlüklerden yanalar. Üçüncü bir yol yok! Durum bireysel olarak da böyle. Ayrıntısı ne olursa olsun, sonuçta insanlar da bu iki cenahtan birine teşneler: Özgürlükçü demokrasiden yana taraf olanlar ile, özgürlükçü demokrasiden yana taraf olmayanlar. Bu kadar net! Lisedeki kimya hocamızın deyişiyle, yer küre adeta, su içip amonyak işeyen karbon sistemi ile amonyak içip su işeyen azot sistemi tarzında biçimlenmiş, birbiriyle taban tabana zıt iki farklı dünya olarak ayrışmış gibi gözüküyor. Peki, bizler hem toplum, hem bireyler olarak bu iki kategoriden hangisinde yer alıyoruz ve bunu nasıl belli ediyoruz? Vandal Putin Ukrayna'ya saldırdı ya herkesin kucağındaki taşlar bu vesileyle ortalığa saçıldı. Kimileri öyle şeyler söyler oldular ki neredeyse Ukrayna'ya, "Batı'ya gülücük dağıtmayacaktın! Kendi vatan toprağın bile olsa, buralar benden sorulur diyerek babalanan Rus ayısı Putin'in, idrarıyla işaretlediği bu yerlerde ona posta koymayacaktın!" diye akıl verenlerin, mahallenin kopuğu, malı bellediği kızcağızı saçlarından kavradığı gibi sokak ortasında evire çevire döverken "o da ortalıkta fink atıp delikanlıyı tahrik etmeyeydi" diyenler arasında böylece hiçbir fark kalmamış oldu. Rusya'nın haydutluğu üzerine tavır geliştirmeye çalışan Batı'ya ve özellikle de Amerika'ya, "Elli küsur sene önce sen de Vietnam'a saldırmıştın." diye bahaneler uyduranlar da "Artık bundan sonra cumhuriyetimizi demokrasiyle taçlandırmalıyız." tarzı söylemleriyle adeta partisini bile aşan Kılıçdaroğlu karşısında, "Ama 1930'larda siz bizim camilerimizi ahır yapmıştınız!" şeklinde kelalaka yanıtlar veren Erdoğan anakronizmiyle "pişti" dahi oldular. Böylelikle bir de ne görelim! Türkiye'nin solcuları, milliyetçileri, dincileri, velhasıl bütün "yerli ve milli" entelijansiyası meğer hiç olmadığı ölçüde Batı'ya düşmanlık besler hale gelmemişler mi? Tabii, teslim edelim ki Kemalist ulusalcılar başı çekiyorlar. Gözümüz görmese, sanki savaşı çıkaranlar Batılılarmış da zulüm altında olanlar Ruslarmış sanırsınız! Televizyonlara çıkıp ahkam kesen, Türkiye'nin naftalin kokulu sivil-asker bürokratik strateji uzmanları ki kendilerine genellikle Avrasyacı ulusalcılar deniyor, küresel ilişkilere hala "territorial" gözlüklerle bakıyorlar. Oysa toprak kazanımlarına değil, pazar paylarına önem veren dünyanın gelişmiş ülkelerinin jeopolitiği, o modası geçmiş görüşlerle izah edilemez. Onların anlayamadığı, bit kadar toprağa sığışmış Güney Kore'nin ekonomisi düzeyinde olup da yeryüzünün en geniş coğrafyasına sahip Rusya'nın toprağa olan doymazlığı ise nasıl bir tarihsel gerilik içinde bulunduğunun dramatik ifadesidir de. NATO'ya gene veryansın edip, ateş püskürüyorlar. Oysa kurulduğundan bu yana, NATO'nun hiçbir üyesi saldırıya uğramamıştır. Ortadoğu cehenneminde yer alan Türkiye de, bu zaman zarfında, bölgede saldırıya uğramayan tek ülkedir. Bunu ise, NATO üyesi olmasına borçludur. Diyorlar ki üyeleri bakımından NATO hangi savaşı önledi ki? Hani hiç yaşamadığımız, hiç görmediğimiz, kentlerimizin yerle bir edilmediği, gerçekleşmemiş savaşlar var ya işte onları önledi. Ruslara gelince, onlara hiç toz kondurmuyorlar. Rus milliyetçisi Putin'in çağ dışı yayılmacılığı konusunda, doğru dürüst laf eden bir Allah'ın kulu olsun, yok! İyi ama Amerika, Avrupa, NATO, bunlar masum topluluklar mı? Bir sürü kusurları, bir sürü iki yüzlülükleri yok mu? Yoksul ülkelere ne acılar çektirip sadece kendi çıkarlarını düşünmediler mi? Yanlış kararlar almadılar mı? Elbet de yaptılar bütün bunları; hatta belki de daha fazlasını. Ama bu sizi, Rusya gibi, Çin gibi, İran gibi, despot yöneticilerin elinde kolayca haydutlaşabilen devletlerin safına çekmeye yetmemelidir. Ne söyleyecekseniz, ne yapacaksanız, nasıl eleştirecek ve mücadele edecekseniz, bütün bunları bu cenahta, uygar dünyanın bu safında kalarak yapmalısınız. Diğer kanatta zaten sizi hiçbir konuda hoş görmezler, canınıza okurlar. Hiç değilse burada kötülüklerle savaşma imkanı bulur, kavganızı verirsiniz. Batı değerlerine düşman olmak, son tahlilde Recep Tayyip Erdoğan iktidarına müstahak olmak demektir. Gün gelir bütün bunlar geçer gider sevgili dostlar. Mehmet Altan'ın yazdığı gibi "Hepimiz için geçen zamandan geriye, sizin o zamanın içinde nasıl durduğunuz kalır."