Namık Kemal’in meşhur ifadesiyle; “Tiyatro, faydalı bir eğlencedir”. Eğlendirirken öğretir. Roman ve hikâye gibi tiyatronun da hayatı yansıtan bir ayna olduğu açıktır. Yalnız fark şudur:

Tiyatro, yazma tekniği bakımından diyaloglara dayanır, karşılıklı konuşmalar üzerine kuruludur. Hayat kadar canlıdır. Roman ve hikayede tasvir ve tahlillerle anlatılanlar yerine sahnede oyuncuların yeteneği söz konusudur. Tiyatro eseri sahnede canlandırılmak üzere kaleme alınır. Roman ve hikayenin okuyucusu yerine tiyatronun seyircisi vardır. Eskiden "temaşa" da denilen seyirlik sanatları, geleneğimiz içinde çeşitli örneklerle ortaya konulmuştur. Orta Asya Türklerinin hayatında Şamanların , ozanların dini özellik de taşıyan toplum içinde kendi başlarına yaptıkları sazlı-sözlü gösteriler ve sonraları saz şairlerinin karşılıklı atışmaları aslında teatral özellikler taşımaktadır. Orta oyunu ve Karagöz ise Anadolu'da gelişen geleneksel Türk halk tiyatrosunun iki önemli eseridir. Kukla da öyledir. Dünya edebiyatının tiyatro geçmişi de Eski Yunan'dan Eski Çin'e veya Mısır'a kadar her köklü ve zengin kültürün kendi özellik ve şartlarına göre ele alınmaktadır. Avrupalı yaklaşım, tiyatronun kaynaklarını M.Ö. 5. yüzyılın Yunanlılarına dayandırmakta, büyücülerin konuşmalarıyla başlatarak sonra da Diyonizos şenliklerinin oyunlarıyla birleştirmektedir ki bu tür şenlikler bütün eski toplumlarda vardır. Yunan tragedyasını, bu şenliklere bağlayanlar komediyi de Sicilya adasında yapılan Komos törenleriyle başlatırlar ki başka toplumların onlardan evvel komiklikler yapmadığını, Karagöz-Hacivat yahut Nasrettin Hoca ile karısı misali karşılıklı konuşurken birbirlerini güldürenlerin olmadığını sanabilirsiniz. Komedi de trajedi de insana hastır ve her toplumda rastlanması kadar normal ne olabilir ? Tiyatro kavramları zamanla gelişir, çeşitlenir. Yazıla, oynana, işlene zengin bir tiyatro edebiyatı ortaya çıkar. Trajedi, hayatın acıklı taraflarını, facialarını verirken komedi, hayatı gülünç ve komik tarafından alır. Halbuki hayat, dramatiktir. Hem acıklı hem de güldüren taraflarıyla karmaşıktır ve sürprizlerle doludur. Sonraki tiyatrolar içinde müzikli olanına melodram, cin ve peri masallarını yansıtan tiyatrolara feeri denilmiştir. Müzikal tiyatroların baştan sona orkestra eşliğinde sahnelenen çeşidine opera veya konusuna göre opera-komik, yarı müzikal olanına da operet denilmektedir. 1945'ten sonra ilkelerinin Bertolt Brecht tarafından konulduğu bilinen epik/destani tiyatro da tarihi konuların idealize edildiği, edebi değer taşıyan tiyatroları temsil eder. Dünya edebiyatının en ünlü tiyatro yazarı, Shakespeare'dir ve İngilizlerin gurur kaynağıdır. Komedide ünlü yazar Fransız Moliere'dir. Bizde modern tiyatronun ilk adımı Şinasi'nin Şair Evlenmesi adlı komedisi, ilk sahneye konulan ise dramatik sayabileceğimiz Namık Kemal'in Vatan yahut Silistre'sidir. Sonraki yıllarda bunlara yeni isimler eklenmiştir. A. Vefik Paşa'nın Molyer'den adapte / uyarlama ve tercümelerinden Recaizade'ye ve A. Hamid'e kadar ilk örnekler yazılır. Cumhuriyet döneminde yeni isimler ve eserler katılır. Haldun Taner, Cevat Fehmi, Necip Fazıl, Orhan Asena, Turgut Özakman, Turan Oflazoğlu, Recep Bilginer, Tarık Buğra bu isimler arasındadır. Cumhuriyet yıllarında tiyatro hareketini geliştiren kurumlar arasında İstanbul Şehir Tiyatrolarını, Devlet Tiyatrolarını ve özel tiyatroları belirtmek gerekir. Tiyatro kültürümüzün ve tekniğimizin gelişmesinde Muhsin Ertuğrul ve Vasfi Rıza Zobu iki sembol isimdir. Geleneksel tiyatroda İsmail Dümbüllü de bu arada hatırlanmalıdır. Tiyatro; oyundur, piyestir, sahne sanatıdır. Perde açılır, oyun başlar. Perde kapanır, oyun biter. Hayatın kendisi bir tiyatrodur ve hepimiz kendi rollerimizi tabii olarak oynarız. Son yüzyıl, tiyatronun yanı sıra hayatımıza sinemayı, son elli yıl da televizyonu getirerek yepyeni imkanları, tiyatro sahnesinden alıp önce beyaz perdeye sonra da beyaz cama, ekrana taşımıştır. Bilgisayar ve internetin nerelere gideceği şimdilik meçhuldür. Elimizdeki uzaktan kumanda ile hazır programları, piyesleri seyretme imkanları vardır. Fakat diğer taraftan da tiyatrolarda, konservatuvarlarda, özel kuruluşlarda bu işin eğitimi alınmakta, eserler, senaryolar yazılmakta, binlerce program hazırlanmaktadır. Senaryo, modern zamanların gitgide gelişen sinema hareketi içinde, filme alınacak tiyatro tekniğine uygun yazılmış, diyaloglara dayandırılmış metninin adıdır. Sinemanın sanayileştiği, film yapımlarının hızla arttığı son yüzyıl içinde metin yazımı çok önemli hale gelmiştir. Çünkü, her filmin çekim öncesi hazırlanmış bir metni olur. Oyuncuların hangi durumlarda neler yapacakları burada belirtilir. Konuşmaların davranışlara uyması için filmi yöneten, senaryoyu yazanla işbirliği yapmak zorundadır. Senaryosuz bir film çekimi düşünülemez. Seyrettiğimiz her başarılı yapımda; yazarın ince dikkatleri, yönetmenin senaryodaki incelikleri anlaması, oyuncuların metnin ruhuna inmeleri, eserin özünü anlamaları, rolleriyle özdeş olmaları, halleri çehrelerine yansıtmaları ve nihayet mekanlarla eşya ve kıyafetlerin uyumu gibi küçük ama önemli ayrıntılar vardır. Bütün bu sebeplerle senaryo yazarlığı roman ve tiyatro yazarlığının yanında önem taşıyan bir özel bilgi alanına da dönüşmüştür. Usta ve sanatkar mizaçlı bir yazar eğer senaryo tekniği konusunda bilgilere sahip değilse, bu işi uygulayanlarla birlikte çalışmamışsa, eserinin filme alınması mümkün olamaz. Eserin baştan sona yeniden ele alınması, özü değişmemek kaydıyla işlenmesi, açıklamalarının yapılması, oyuncu ve teknik ekibe bu bilgilerin yansıtılması gerekir. Eserde anlatılan çehre, filme yansımıyorsa, oyuncudan kameralara ve ışıklara kadar uzayan bir hatalar zinciri var demektir. Eski aşk veya kahramanlık filmlerimizden bahsedilirken hep alaylı sözlerle taklitler yapılır. Sebep, ne söylenileceğinin önceden tahmin edilebilmesidir. Halbuki son otuz kırk yılın filmleri için bunu söylemek mümkün değildir. Artık senaryolar belli kalemlerden çıkmamaktadır, uzmanları yetişmiştir. Ciddi eleştiriler yapılmaktadır. Rekabet artmıştır, devreye televizyon kanalları girmiştir. Milletler arası haberleşmenin kolaylaşması ve uydu yayıncılığı sebebiyle yabancı yapımlar da seyredildiği için sıradan programlar ilgi görmemektedir. Senaryo, televizyon yayıncılığının hareket noktası, uygulama ve akış planıdır. Son zamanlarda klasik tiyatro eserleri ve romanlar yeni senaryo teknikleri ve yorumlarıyla dizi filmler halinde ekrana gelmektedir. Reşat Nuri'nin Yaprak Dökümü ve Çalıkuşu adlı eserleri bunlar arasındadır. Birinde aslına sadık kalınmış diğeri bambaşka bir eser olmuş senaryosu neredeyse yüz bölümlük dizi olacak kadar değiştirilmiştir. Bu bir yorum meselesidir. Ekmek Teknesi adıyla bir başka televizyon dizisi, seyirciyi haftalarca ekrana bağlamış, oyuncuların yeteneği, metnin dilinin güzelliği seyredenlerden yüksek notlar almıştır. Son aylarda gösterilen birçok dizi gibi mesela yakın tarihten mesajlar da veren Elveda Rumeli dizisi de senaryosunun başarısı ile orijinal mekanı ve oyuncularla teknik ve mali kadronun uzmanlığını topluca yansıtmaktadır. Güzel bir senaryonun meyvelerini toplayabilmek bütün bu şartların bir araya gelmesine bağlıdır. SİNEMA ve DİZİLER. Son on, yirmi yıl içinde sayıları artan resmi ve özel televizyon kanalları uzun soluklu dizi filmler hazırlamaya ve hatta bunları dünya piyasasına açarak sermayelerini artırmaya başlamışlardır. 100-150 bölümlük diziler hatta bazen 500 bölümü aşan iddialı ve seyirciyi bağlayan yapımlara şaşılmamakta, halkın nabzını tutabilmek, onun temayüllerine hitap edebilmek önem kazanmaktadır. "Kurtlar Vadisi" nin yirmi yıla yaklaşan "derin devlet"e göndermeler yapan "kahraman sembolü" etrafında başlayan ilgi yakın zamanda "Teşkilat" dizisiyle daha gerçekçi mesajlarla gündemdedir ve seyirciye "devlete güven" telkin etme görevini üstlenmiş gibidir. Tarihi diziler "Diriliş-Ertuğrul" ile büyük ilgi görmüş, yaklaşık 150 bölümün, birkaç kanalda tekrarlanır ve yurt dışına da ihraç edildiği söylenir olmuştur. Onu takiben "-Uyanış- Büyük Selçuklu (Melikşah)" ve devam etmekte olan "Alpaslan-Büyük Selçuklu" ile "Barbaroslar-Akdeniz'in Kılıcı" gibi bizi ekrana bağladığı tarihi yapımlar belki daha büyük tarihi projelerin de habercisi olacağa benzemektedir. Çünkü Türk tarihi sayısız zenginliklerle doludur. Yeter ki senaryo yarışmaları, usta çehrelerle oyuncu seçimleri ve bütçe destekleriyle "milli Holivud" oluşsun. Kısmen oluşmaya başladığı da söylenebilir. Yine yakın zamanlarda seyredip beğendiğimiz "Sakarya-Fırat" ile "Vatanım Sensin" ile devam eden "Osman Bey"in merkez alındığı "Kuruluş" zamanlarının hikayesi olan yapımlar hep "sembolleşen kahraman"ları öne çıkarmaktadır. Tarihin seyri biraz da bunu gerektirmektedir. Bir zamanlar rahmetli Tarık Buğra'nın Küçük Ağa adlı romanından başarılı bir dizi film yapan rahmetli Yücel Çakmaklı "milli sinema" anlayışının öncülerindendi. O zamanlar hem yazarını hem yapımcısını tanıyıp eser ve yapım konusunda mülakat yapma fırsatını bulduğum günleri hatırlıyorum. "İstanbullu Hoca" ve "Gazi Paşa"nın liderliğindeki "Kuva-yı Milliye" gerçeğinin ekranlarda yer alması seyircide hayırlı tesirler uyandırmıştı. Aslında "polisiye" özelliğindeki, emniyet kuvvetlerimizin disiplini ve görev duygularındaki ciddiyeti hafif mizah ile aile bağları, arkadaşlık sadakati, mertlik, cesaret, hukuka bağlılık ekseninde veren, neredeyse 500. bölümden 1000. bölüme doğru yol alan "Arka Sokaklar" dizisi de başarısını isbat etmiş gibidir. Aynı çizgide başlayıp ders verici özellikte bir "aile ve sosyal problemler" mesajlı "Böyle Bitmesin" dizisinin, başarısına ve usta kadrosuna rağmen niye devam etmediğini anlayabilmiş değiliz. Bu arada yine 500 bölümü rahatlıkla aşıp 1000'e doğru yola çıkan ve tiryaki bir seyirci kitlesi bulan "Seksenler" in baş oyuncusunun o yıllarda "Liseden başarılı bir öğrencim" olması, bana ayrıca zevk ve gurur vermektedir. Bu dizi anne, baba, kardeşler, akrabalar, komşular, arkadaşlar ve mahalle esnafı çevresinde oluşan güler yüzlü dünkü hayatımıza sevimli göndermelerle ve güzel Türkçesiyle üzerinde tez yapılacak seviyede başarılı bir dizidir. O diziyle yarışacak en yakın rakibi belki de son ayların gitgide dikkat çeken "Gönül Dağı"dır ki bir Anadolu kasabasının insanlarının meselelerini nasıl gönül yoluyla çözebildiğinin, birbirine kenetlenebildiğinin nefis örnekleriyle evimize misafir olmuştur. Ve nihayet şimdilik hatırlamamız gereken son üç diziden biri; Hatay'ın anayurda katılacağı yılların gerilimlerini bir aşk hikayesi ile birlikte aksettiren "Aziz" dizisi, sonra Kıbrıs Kahramanlarını anlatan ve sinirlerimizi geren, kaşlarımızı çattıran, milli damarımızı zorlayan "Kıbrıs: Zafere Doğru" dizisi ile benim şahsen diğerlerinden farklı bir zevkle seyrettiğim "Aşkın Yolculuğu: Hacı Bayram Veli"dir ki oyuncularının kabiliyeti, filmin çekim alanı, kostüm dedikleri tarihi giyim kuşamlar, evler, tabiat, dükkanlar, çarşı vesairesiyle; en çok da "hikmetli konuşmalardaki ustaca seçimlerle" hiçbir bölümünü kaçırmak istemeyeceğim bir kaliteyi temsil eder görünmektedir. Hepsinin kadrosunu tebriklerimizle, başarılarının devamı ve dünya çapında nice uzun soluklu dizi filmler seyretmek ümit ve temennisiyle efendim.