Emekli Öğretmen Ahmet Acaroğlu

Fani ömür biter, bir uzun sonbahar olur. Yaprak, çiçek ve kuş dağılır, tarumar olur. Günler hazinleşir, geceler uhrevileşir; Teşrinlerin bu hüznü geçer ta iliklere. Yahya Kemal "Sonbahar" şiirinde ne kadar güzel anlatır bu yalnızlığı. Eski takvimde Ekim ve Kasım aylarına Teşrin denilirdi. Ekim birinci Teşrin, Kasım ikinci Teşrin. Bahar nasıl yeniden doğuşun muştusunu taşırsa , sonbahar da vedayı hissettirir solgun renkleriyle mahzun gönüllere. "Anlar ki yolcu, yol görünür serviliklere." Dalından kopan sararmış yapraklar mıdır sadece uçup giden? Vadesi gelmiş nice canlar da bizi kendi yalnızlığımıza terk edip ruhlar alemine kanatlanıp uçmadılar mı birer birer? Ben annemi 29 Ekim'de, babamı 4 Kasım'da uğurladım sonsuzluğa. Teşrinler belki o nedenle üşütüyor içimi. Ama daha da önemlisi biz Ata'mızı, Atatürk'ümüzü kaybettik 10 Kasım'da. O her şeyimizdi bizim. O; bayraktı, bağımsızlıktı ,özgürlüktü bizim için. O; önderdi, onurdu, kahramanlıktı. O; ahlakın, şanın, şerefin, sağlam karakterin simgesi, modern devletin, aziz ve kutsal Cumhuriyetin kurucusuydu. O; emperyalist devletlerin korkulu rüyası, esir milletlerin kurtuluş umuduydu. O; bu milletin gerçekten ta kendisiydi. O varken her şeyin çaresi vardı. O ; umudumuzdu bizim. Teşrinlerdeki hüznümüz derindir bu yüzden. 34 yıl boyunca inançla, azimle ve heyecanla girdiğim sınıflarda aşkla şevkle hep O'nu ve O'nun "Yüce Türklük" ülküsünü, Türk Birliği idealini ve Türk milliyetçiliği düşüncesini anlattım. 10 Kasım Atatürk'ü Anma Programlarında ne zaman görev verildiyse sahneye o bilinçle çıkmış, bilindik ve klişeleşmiş cümleler yerine en ateşli konuşmaları yapmış, Atatürk'ü Anma programlarının artık Atatürk'ü Anlama programlarına dönüşmesi gerektiğini vurgulamıştım. Peki başarabildik mi bunu? Yeni yetişen gençlerimize doğru biçimde anlatabildik mi O'nu? Daha acı ve çarpıcı şekilde sormama izin verin: Biz O'nu ne kadar anladık ki? Ne olur bu soruyu herkes kendine sorsun ve vicdanıyla hesaplaşsın. Bakın size bir şey anlatacağım. 29 Ekim'de İstanbul'daydım. Hava kararmış, yatsı ezanı yaklaşmıştı.Otomobili yakın sokaktaki özel bir otoparka bırakmış, Çapa'da bir sokak ötedeki evimize gidiyorduk. Birden yükselen bir müzik sesi, ellerde bayraklar, dillerde İzmir marşı ve yürüyen kalabalıklar. Üst sokaktaki meydanda toplanan halk bir sel gibi akıyor Millet caddesine. Anladım ki bu bir Cumhuriyet coşkusu, Atatürk'ün emanetine sahip çıkma tutkusu. Hanıma dedim; " Bu coşkuya katılmazsak bu gece uyuyamam ben." Hızlı adımlarla kafileye yetişmeye çalışırken, aynı hızla karşıdan gelen başı takkeli ,beyaz sakallı, şalvarlı bir adam yanımızdan geçerken öfkeyle ve yüksek sesle söyleniyordu. Muhtemelen camiye gidiyordu. Ne diyordu tahmin ettiniz mi? Ben söyleyeyim: " Bayrammış! Ne bayramı yahu! Azdı bunlar iyice, kudurmuş bunlar!" Misafiriz o muhitte. Müdahale etsem başıma ne geleceğini bilmiyorum.Halk ona mı sahip çıkar, bana mı kestiremiyorum. Hanım çekti kolumdan, kalabalığa yetişmeyi , o coşkuya ortak olmayı yeğledik. Aziz Atatürk'e hakaretin prim yaptığı, ona saldıranların baş tacı edildiği zamanları yaşıyoruz. Milli Mücadelemizi bile hazmedemeyip ; "Keşke Yunan galip gelseydi." diyebilecek kadar alçaklaşanlar, Cumhuriyetimizi yok etmek için emperyalist senaryolara gönüllü figüranlık yapanlar, Amerikan mandacılarının torunları, İngiltere himayesini isteyen şıh, şeyh bozuntularının meczupları itibar tahtında. Horasan harcı ile mayaladığımız güzelim manevi inançlarımızı terk edip , Arap kavmiyetçiliği ve Vahhabi kültürünü İslam zannedenlerin konuşmalarına, eylemlerine, yayınlarına ses çıkarılmazken, Cumhuriyet kutlamaları ve Atatürk'e sevgi gösterileri azgınlık öyle mi? Yazıklar olsun! Yazıklar olsun! Teşrinlerin günahı yok, duygularımızı üşütenler bu densizliklere sessiz kalanlardır. Halbuki unutulmamalıdır: "Milli bayramlarını kutlamayan milletler, dini bayramlarını kutlayacak vatan bulamazlar." Tekrar soruyorum; " Biz yeterince anlayıp, onun düşüncelerini ve devrimlerini bıkmadan usanmadan doğru ve bilimsel şekilde anlatsaydık dini temsil ettiğini zanneden bu ham yobaz, kaba softalar,azınlık ırkçıları,bölücü hainler,Türk ve Cumhuriyet düşmanı hilafet özlemcileri, dinci soytarılar bu hakaretlere cesaret edebilirler miydi?! Böyle bir din anlayışı olabilir mi ? Bir müslüman, kendine hür bir vatan, özgürce dalgalanan bir bayrak , minarelerinden ezan, camilerinden Kur'an sesi eksilmeyen bir ülke bırakan insanlar için bitmeyen bir kin ve gayz içinde olabilir mi? Orta Doğu ve Afrika'da İslam ülkelerinin zavallı hali ve geri kalmışlığı ortadayken Cumhuriyetimize ve onun kurucularına yapılan hakaretler tam bir nankörlük değil midir?! Her sonbahar gelişinde seni bir başka yaşıyoruz Atam. Bazen hüzünlü,bazen başımız dumanlı. Ama kalbimizde sevgin her dem taze. Hiç eksilmeden, yediveren gülleri gibi her gün biraz daha çoğalarak hem de. Sen de bir faniydin, tüm canlılar gibi. Seni bu mazlum millete bir kurtarıcı olarak gönderen Tanrı belki bizden daha çok sevdiği için aramızdan erken aldı. Zaten sen de; "Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır. Lakin Türkiye Cumhuriyeti sonsuza kadar yaşayacaktır." dememiş miydin? Sonsuzluğa ve bize yaşattığın özgürlüklere, bize kazandırdığın değerlere son nefesimize kadar bağlı kalacağımıza yeminliyiz biz. Anıtkabir'e koşan milyonları görüyorsun değil mi? Makberinde rahat uyu Atam. Teşrinler akıp gider, mevsimler gelip geçer ama ne senden vazgeçer bu asil millet, ne de senin eserinden. --------Ahmet Acaroğlu----------