Sosyal Hesabından alıntı

Mekan: her zamanki mekan. Tringa'ın meyhanesi. Masadaki hazirun: Ateşçi Osman, Soğan kıranlardan Nazmi efendi, Fırıncı Kirkor, ve mekan sahibi Tringa Mehmet. Bu mevcuda ilaveten, nispeten yaşça daha küçük kişiler, yakın masalarda oturup, sohbetten pay almaya çalışıyorlar. Çünkü: burada, edebi, ahlaki ve tarihe not düşülen sohbetler yapılıyor. Burası sıradan bir işret mekanı değil, sohbet makamıdır. Ateşçi Osman: Osmanlı'nın son zamanlarında Yavuz gemisinde ateşçilik yaptığı için o lakapla anılıyor. Onca Osman arasında, "Ateşçi Osman" olmak onun gurur kaynağıdır.. Donanma-i Hümayunun medar-ı iftiharı Yavuz'la anılmak. Bir teftiş esnasında Enver paşayı tanımak, sonra, paşadan etkilenip, oğlunun adını Ali Enver koymak.. Ateşçi sivil hayatında, küçük tonajlı motor, çatana, taka denilen teknelerin kaptanıdır. Gençlik yılları meşgalesi de tulumbacılık. Hasılı, eski bir bıçkın, külhandır ateşçi. Osmanlı'nın son, Cumhuriyetin ilk zamanları Batum'a kadar gitmiş. Oralardan sıtma salgını için kinin, bit pire gibi haşarat için ddt türevi zehir, gaz yağı, şeker hulasa memlekete ne lazımsa getirmiş. Kimileri bu işlere kaçakçılık gözüyle baksa da; Ambargo, işgal, yokluk, seferberlik yıllarında kimine göre de hizmet gibi görülmüş. Bahriye yılları zamanındaki alışkanlıkla altta, şayak kumaştan, siyah bol paçalı pantolon, üstte beyaz gömlek üzeri yine siyah bahriye şayak kumaştan "yardan ayrıldım yelek", başta sol kaş üstüne yıkık kasket. Ayakta, ya tulumbacı yemenisi, ya küt burun yumurta ökçe pabuç. Belde, yaz-kış mutlaka kuşak. Ateşçinin, en has arkadaşlarından biri, fırıncı Kirkor. Yüksek sesle dile getirilmese de; bu dostluğu merak edenlere, ima edenlere o zaman öyle derdi koca ateşçi. "Bu, koca gavur var ya,.. Bu koca gavur, hikayesi olan adamdır." Bu, senelerce böyle sürdü gitti. Kirkor amca, bundan örtülü bir gurur duysa da; Bunların konuşulmasını çok istemez, çocuk gibi masum ve mahcup gülümserdi. Koca gavur: Kısaya yakın orta boylu, şişman, yürürken yuvarlanacak hissi veren, adeta bir bostan patlıcanı gibi, neredeyse eni-boyu müsavi gözlerinin içi gülen sevimli bir ihtiyardı. Sohbete yancı olanlar, o eski külhani, tulumbacı, Ateşçi'ye, alenen soramadıkları, lafın devamını beklerlerdi. O cevap uzun yıllar gelmedi. Bir gün Biraz daha, yaşça denk olan biri, bütün cesaretini toplayıp, sormuştu: "Hep deyip durursun da, hikayesi olan adam ne demek be Osman aga? " O zaman, muamma çözüldü;.. Ateşçi: En etkileyici ses tonuyla dedi ki: "Adam dediğin, Dünya'ya ayrık otu gelip, beygir boku gitmez. Adam: iz bırakmalı Dünya'da, serencamı, hayırlı bir encamı olmalı. Ayrık otundan bir farkı olmalı. Yağmurda yaş, kavgada taş yemiş olmalı, ardında hayırla yad edilecek şeyler bırakmalı" Sonra , bir "es" miktarı sustu, herkes sözün devamını beklerken, elini "yardan ayrıldım" yeleğin cebine soktu, tabaka, ve muhtar çakmağını çıkarıp, yavaşça masaya bıraktı. Lepiska gibi "Pişman" tütününden kız parmağı gibi ince bir cigara sardı. Yasemin ağızlığına takıp yaktı, derin bir nefes aldı. Dumanı, havaya üflerken; uzanıp kadehinden bir yudum aldı. Elinin tersiyle ağzını sildi. Gözleri boşlukta, bir şeyleri adeta film seyreder gibi göz önüne getirip; Bıraktığı yerden söze başladı. "Bu koca gavur var ya, hikayesi olan adamdır". Ve "hikayesi olan adamın" hikayesini anlattı.. *** Tekirdağ bir sahil kasabası,.. Yunan işgali ve zulmü başlamış, ahalinin bir kısmı daha hafızalarda taze olan, Rus ve Bulgar işgallerini hatırlıyor, o günleri yaşayanların büyük kısmı hayatta. O sebeple halkın bir kısmı işgalden önce Anadolu'ya geçmiş. Bir kısmı da, Kuvva-i Milliye, Karakol, Felah-ı vatan gibi gizli direniş grupları ile ilişki halinde mücadele yolu arıyor. Kirkor; Bunlardan biri. Eşraftan bazıları, ya göz altında ya hapiste. İşte o kara günlerde; bu koca gavur, fırınını satıp, büyükçe bir yük teknesi alır.. Deniz kıyısında büyümüş biri olarak, zaten bu işlerden biraz anlar. Sessiz sedasız İstanbul'a gidip, oradaki "Kuvvacı" gruplarla temas kurar. Önceleri, buna güvenmezler. Ama, samimi tavırları canını ortaya koyması neticesinde, denerler. Zaten, her şeyin kıt zamanı. Adamın, paranın, silahın teknenin yok zamanı. Gece baskınları ile, Zeytinburnu, Sütlüce, Ayastefanos cephaneliklerinden ele geçirilen askeri malzeme silah, top kamaları, mühimmat , (kendi ifadesiyle) "hassaten de monte tayyareler" kaçırır. Bu bir müddet böyle devam eder. Boğazdaki, devriye işgalci botları bir Ermeni'den uzunca bir süre şüphelenmez. Ne zamana kadar?.. Ta ki, bir ihbara kadar. Sonrası: bu ( koca gavur ) ateşçi keyifli zamanlarda ona böyle takılırdı. Mermi sağanağı altında kendini karşı sahile zor atar. İşgal biter, şehre ilk giren Milli kuvvetlerin en önünde, başında kalpak, kalpakta ay-yıldız omuzunda filintası, çapraz fişeklik bu koca gavur, bu, benim dedemin has arkadaşı, Kirkor amcam. Birkaç günlük kutlama, zafer sarhoşluğu sonrası, Kirkor amca akla gelir. Eşraftan bir heyet ziyaret eder, ve ona, sattığı fırını geri almayı, para toplayıp ona iade etme teklifini yaparlar. O zaman çok utanır, üzülür, çok da celallenir koca gavur. Der ki: "Ben malımı kaybettim lakin, telafisi mümkündür. Çalışıp gene kazanabilirim. Burası benim de vatanım değil mi? Benim buraya bir vefa, dostluk evlatlık ve size kardeşlik borcum yok mu ki? Bu toprak benim de anam değil mi?. Farz edin ki anama evlatlık vazifemi yapmaya çalıştım. Evlatlarını, ve canlarını verenlerin yanında yaptığımı söylemeye utanırım ." der. Bunları söylerken; bulgur bulgur gözyaşı dökmüş bu koca gavur. Ateşçi ile koca gavurun tanışmaları o "Türk'ün ateşle imtihanı" günlerinde olur, sonra da hiç kopmazlar Ateşçinin Tekirdağ'a yerleşme sebebi de bu koca gavurun daveti ve ısrarı iledir. Herkesin İstanbul'a gitmek için yol aradığı, can attığı devirde Ateşçi: " Bunda da bir hayır vardır, havası suyu latif, zerzevatı boldur ne de olsa Rumeli toprağıdır" deyip Tekirdağ'a yerleşir. Ateşçi sustu, cigaradan yeni bir nefes aldı. Bu, konuşma bitti demek anlamına geliyordu. Konuşmanın şahitleri sus-pus oldu. Bir hüzün bulutu çöktü herkesin üzerine, koca gavur, anlatılanlardan mahcup, bir mücrim gibi başını eğdi. Gitme vakti gelmişti, kalktılar.. Meyhanedeki herkes saygıyla kalktı. Kimse konuşacak halde değildi. Ateşçi, herkese yetecek kadar konuşmuştu. Koca gavur, başını yerden kaldırdı ateşçiye baktı. O bakışta neler yoktu ki?.. Minnet, vefa, dostluk ve saygı.. konuşmadan çıktılar. *** O şanlı gazi, İstiklal madalyasını en büyük şeref nişanı olarak sakladı. Hiç bahsini de yapmadı, maaş almayı da reddetti,.. Bir daha hiç fırını da olmadı. Yetmiş yaşını geçtiğinde, hala bir fırında işçi olarak çalışır, sabah-akşam, karda-kışta Kara bayırın başından ta, Çukur Çeşmeye kadar yürürdü. Ne zaman yanına uğrasam, fırının tavanı ile, tabanı arasındaki, en dar açının olduğu yeri "koltuk" diye adlandırır en lezzetli ekmeğin de orada piştiğini ki; Ona da "koltuk ekmeği" derdi. O koltuk ekmeğinin birini koltuk altıma sıkıştırır; "rahmetli Ateşçi bu ekmeği çok severdi" deyip, omuzuna attığı o kar gibi beyaz peşkirle fark ettirmemeye çalışarak gözlerini silerdi. *** Dün yıllar sonra yine o senin çalıştığın fırının önünden geçtim be koca gavur, gözlerim beyhude seni aradı. Olmadığını bile-bile içeriye baktım. Hey! gidi Kirkor amca.. Hay!.. Koca gavur.. Hikayesi olan adam bak, yine seni yad ettim!.. Şimdi kimseye fark ettirmeden, ben gözlerimi siliyorum. *** Selam ve muhabbetle Yahya Kaptan. NOT: "Koca Gavur" Kirkor Borucuyan'dır. En son "Destereciler" fırınında çalıştı. Destereciler ona bir işçi, eleman gibi değil, bir aile büyüğü, meslekte duayen muamelesi yaptılar. Ruhu şad olsun