Son günlerde ülkemize gelen Bulgar vatandaşlarının sayısında müthiş artış var.

Bu aynı zamanda durgun ticaretin hareketlenmesi anlamına geliyor. Gelmesinler mi? Tabii ki gelmeleri esnaf için çok yararlı. Fakat tedirginlik yaratan, halk arasında huzursuzluğa sebep olan bazı gelişmeleri de göz ardı etmemek lazım. Nitekim her gün sayıları giderek artan Bulgarca reklamlar sadece halkımızın değil aynı zamanda Valimiz ve Belediye Başkanımızın da dikkatini ve hassasiyetini celbetmiş durumda. Edirne Belediye Başkanı Recep Gürkan, kentte artan Bulgarca tabela ve afişler için komisyon kurulmasını istedi. Buna mukabil bazı esnaf ile Bulgar turistler ise Bulgarca afiş ve tabelaların faydalı olduğunu söyledi. Bu noktada elbette benim de söyleyeceklerim var. Kur farkından dolayı TL karşısında Bulgar Levası değer kazandı. Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile Türkiye'ye girişlerde vize muafiyet tanınan ve kimlikleriyle Türkiye'ye girmeye başlayan Bulgarların sayısı her geçen gün artmaya başladı. Bir zamanlar biz Yunanistan'a veya Bulgaristan'a bu şekilde gidiyor, market alışverişimizi yapıyor, yiyor içiyor, bir de depoyu ucuz yakıtla doldurup tatili bedavaya getiriyorduk. Şimdi işler tersine döndü. Bugün 1 Bulgar Levası için 10 TL vermek mecburiyetindeyiz. Cari açık kapanmadığı, enflasyon düşmediği gibi Merkez Bankasının döviz ihtiyacı da giderek artıyor. Ekonomimiz bu kadar kötüyken ve dövize bu kadar ihtiyaç varken Bulgarlar da, başkaları da gelsin tabi. Benim canımı sıkan paramızın bu kadar değersiz hale düşürülmesidir. Onlar kolilerle alırken bizim insanımızın karşıdan onlara melul mahzun bakması beni düşündürüyor. Canımı acıtan, ruhuma azap veren esas konu, mağazaların camlarını, bilbordları ve reklam panolarını kaplayan kocaman Bulgarca yazılar. Hiç kimse bana maval okumasın. Esnaflar da laga luga yapmasın. Eğer amaç müşteriyi çekmekse o ülkeler zamanında niye böyle yapmadı? Siz Bulgaristan veya Yunanistan'da hiç Türkçe tabelaya rastladınız mı? Müşteri ile daha kolay anlaşabilmek için her mağazaya Bulgarca bilen bir tezgahtar koyduğunuzda aslında meseleyi çözmüş olursunuz. Nitekim Dedeağaç'da veya Sofya'da, Filibe'de lokantalarda çat pat Türkçe bilen garsonlara bile isteklerimizi çok kolay anlatabiliyorduk. Hatay, Kilis, Urfa, Antep gibi sınır illerimizde ve İstanbul'un bazı semtlerinde Arapça tabelalara bakınca kendinizi bir Arap ülkesinde gibi hissetmiyor musunuz? Siz Irak'da, Suriye'de, Mısır'da, Libya'da, Filistin'de bir tane Türkçe tabela görüyor musunuz? Bakın arkadaşlar Türkçe'nin yanında yabancı dillerde tanıtım amaçlı daha küçük reklam yazıları veya ev ilanı reklam broşürlerine itirazım yok ama burası Türkiye. Hiçbir dil benim ülkemde Türkçe'ye egemen olamaz, Türkçe'yi unutturamaz. Türklük bilincinin ve Türk kültürünün anahtarı Türkçedir. Bir değil, birkaç tane yabancı dil öğrenelim ama yabancı dillerin soytarısı olmayalım. Kültür, ticaret kadar önemlidir. Parayı her yerde kazanabiliriz ama vatan bir pazar metaı değildir. Onu Türkçe ile ayakta tutabiliriz. Üç kuruş para kazanacağız diye şaklabanlıklara gerek yoktur. 2019 Yılbaşı kutlamalarında Edirne Belediye Başkanı Sayın Recep GÜRKAN'ın da buna benzer bir yanlışı olmuştu. O zaman da Sayın GÜRKAN bilbordlarda Bulgarca, Yunanca yılbaşı kutlamaları yapmıştı. Onun bu tutumu birçok vatandaşımız tarafından tasvip edilmemişti. Bugün geldiğimiz noktada aynı Belediye Başkanı bu durumdan kendisi de rahatsız olmuş ki, konuyu Belediye Meclisine taşımayı ve orada bir çözüm komisyonu kurmayı gerekli görmüştür. Bunu televizyon kanallarından alenen açıklaması vatandaşımızın öfkesini bir nebze dindirmiş, yüreğine su serpmiştir. Yanlışın neresinden dönülürse kardır. Dostlar, devletler arasındaki ilişkilerde mütekabiliyet, karşılıklılık esası geçerlidir. Tevazuyu hep bir taraf gösterir, alçakgönüllü olmayı hep aynı taraf şiar edinirse bu onu değersizleştirir, karşı tarafı da hırçınlaştırır, egemen kılar. Ülkemizde birçok ilimizde ve ilçemizde gayrimüslimlere ait dini ve kültürel değeri olan tarihi eserleri ihya etmek için birbirimizle yarıştık, üstelikte büyük paralar harcadık. Uzunköprü'de 1875 yılında inşa edilmiş Aziz Ioannis adında bir Rum Kilisesi vardı. Mübadele yıllarında Rumlar bölgeyi terk edince şahıs mülkiyetine geçmiş ve uzun yıllar zahire deposu olarak kullanılmıştı. Uzunköprü'de yerel basın başta olmak üzere birçok kurum, dernek kiliseyi yeniden onarmak için adeta seferberlik ilan etti. Nihayet Uzunköprü Belediyesi tarafından Kasım 2011 tarihinde başlatılan restorasyon çalışmaları 2013 yılında tamamlanmış, tarihi kilise Fener Rum Patriği Bartholomeos'un da katıldığı büyük bir törenle yeniden hayata dönmüştür. Uzunköprü'de bugün bir Rum yaşamasa bile tarihe saygımızdan dolayı bunu başardık. Sonuçta Yunanistan'dan akın akın turist gelecek, esnafımız ihya olacaktı.O günün Belediye Başkanı Sayın Enis İŞBİLEN bu jeste karşılık Dimetoka'daki bir caminin de Yunanlılar tarafından restorasyonu için girişimde bulunmuştu. Şimdi soruyorum: aradan yıllar geçmesine rağmen var mı bir gelişme? Yunanlılar da tarihi ve dini eserlere bizim kadar saygılı ve hoşgörülü mü? Aziz Ioannis Kilisesi için seferber olanlar acaba camilerimiz için de aynı heyecanı yaşayabildiler mi? Muhterem zevat, şahıs ve kurumlar, onların değerli üyeleri , yerel basınımızın bu işlere eşpekli kalemlerine soruyorum, bir tek, evet bir tek yazınız, eleştiriniz, küçücük çabanız oldu mu? Bugüne kadar Aziz Ioannis Kilisesini acaba kaç Yunanlı gelip ziyaret etti, kaç esnafımız ihya oldu? Sormadan edemiyor insan; Yunanistan ve Bulgaristan'daki metruk, yıkılmaya yüz tutmuş camilerimizin, Edirne'de onardığımız Yahudi havraları ve Hristiyan kiliseleri kadar değeri yok mudur yahu? Bu kadar tevazu ve hoşgörü beni olduğu kadar sizi de rahatsız etmelidir. Tekrarlıyorum devletler arasında mütekabiliyet esastır. Bunun aksi resmen teslimiyettir. Lütfen tabelalardaki yabancı dil istilasını biraz da bu gerçeklerin ışığında değerlendirir misiniz?