Eğitimin başına,  Cumhuriyetimizin kuruluşundan beri, 75  bakan geçtiğini yaklaşık olarak görev sürelerinin 1,2  yıl olması  yazboz tahtasına dönen  uygulamaların bir başka nedenidir.

Salgın dolayısıyla, pek çok sorunla boğuştuğumuz şu günlerde en önemli konularımız dan biri de eğitim. Çocuklarımız ve gençlerimiz sanal karnelerini alarak yarıyıl tatiline girdiler. Tüm çocuklarımıza, değerli öğretmenlerimize iyi tatiller diliyorum. Eğitim, bireyin dolayısıyla toplumun yükselmesinde en önemli etken olarak, hepimizi yakından ilgilendirmektedir. Bir ülkenin eğitim sistemini belirleyen, ülkenin içinde bulunduğu siyasi, sosyal ve ekonomik koşullardır. Siyasi, sosyal ve ekonomik koşullara yön veren olgu ve olayların altında yatan başlıca etmen ise o ülkenin benimsediği ideoloji, bir başka ifadeyle felsefedir (Yılmaz 2013: 1436). Fikri, irfanı ve vicdanı hür, bilimde eleştirel düşünme ve sorgulama becerisine ve yeterliliğine sahip, teknolojide üretme bilgisine , imkanına özendirilen, nesiller yetiştirmek ve sonucunda bir medeniyet çizgisi yakalamak eğitimdeki amacımız olmalıdır. Bu amacın gerçekleşmesi her alanda topyekun bir iyileşmenin hissedileceği bir ülke demektir. Daha çok demokrasi, adalet, iş ve aş, üretim, bilim,sanat, kültür, huzur, güven demektir.Peki neden olmuyor? Eğitim sistemimizin toplumca arzu edilen sonuçları vermemesinin en önemli sebebi dayandığı ideoloji ve felsefesinin, batı kaynaklı olmasıdır. Oysa eğitimde amaç, istenilen bir sosyal düzenin korunması, sosyal ilişkiler yoluyla da toplumun değerler sisteminin oluşturulmasıdır. Eğitim politikası bu değerleri kapsayacak alt yapıya sahip olmalı ve günün gerekleri de hiç süphesiz yer almalıdır. Eğitimin başına, Cumhuriyetimizin kuruluşundan beri, 75 bakan geçtiğini yaklaşık olarak görev sürelerinin 1,2 yıl olması yazboz tahtasına dönen uygulamaların bir başka nedenidir. Atatürk döneminden sonra, mevcut Türk milli eğitim ideolojisinin eğitimde istenilen hedefleri yakalayamaması ve sistemin Batılı eğitim sistemiyle ortak paydada buluşamaması neden gösterilerek, çözüm için batılı ülkeler ile özellikle Amerikadan eğitim uzmanlarının görüşüne başvurulmuştur. Türk eğitim sistemini geliştirmekle yetkili şahıslar, Türk eğitimcilerin tecrübelerinden istifadeyi hiç düşünmemişler,başka ülkelerden gelen uzmanlar da kendi ülkelerinde yapılıp edilenleri anlatmışlar ve kendi çalışmalarını Türkiye için de tavsiye etmişlerdir. Bu dönemde ABD tüm ülkelere yönelik olarak, sömürge zihniyetli Senatör Fulbrıght imzalı eğitim ve kültürel değişim yoluyla ortak bir anlayış geliştirme amacı taşıyan bir projeyi uygulamaya koymuştur. 1947 tarihinde İsmet İnönü basbakanlığında, Türkiye -ABD arasında, 10 milyon dolarlık kredi açılarak silah satışı anlaşması yapılır. Bu borcun ödenmesi aksayınca da bunu fırsat bilen Amerika, bu borcun iki ülke arasında oluşturulacak "Müşterek eğitim komisyonu" nun giderlerini karşılamak amaçlı kullanılabileceği Eğitim ve Kültür anlaşması teklifi yapar. TBMM'nin 1950 tarihinde kabul edilip uygulamaya konduğu "Türkiye Fulbright Eğitim Komisyonu" anlaşmasına göre, ülkemizin ödemesi gereken borç karşılıklı olarak Amerika ve Türkiye"de eğitim görmek isteyenlere burs sağlanarak, eğitim imkanı sunulmakta kullanılacaktı. Türk ve Amerikan halkları arasında ortak bir kültür geliştirmek amaçlı ,Türkiye'den dört bin sivil ve asker bürokrat seçilerek Amerika"ya eğitime gönderildi. Fulbrıght bursundan bu güne kadar yaklaşık 6500 kişi yararlandı. ABD'ye, Türkiye'de "yardım" edip "işbirliği" yapacak, geleceğin "Türk" yöneticilerini yetiştirmek üzere, Amerika'ya götürülecek Türk öğrenci, öğretim üyesi ve kamu görevlilerinin konumları da bu anlaşmayla belirlenmektedir.71 yıldır varlığını sürdüren bu komisyonun bütçesi halen Türk ve Amerikan Hükümetleri tarafından ortaklaşa oluşturulmaktadır. 1950-60 döneminde doruk noktasına ulaşan Türk-Amerikan yakınlaşmasın en önemli sonuçlarından biri, farklı alanlarda pek çok ABD'li uzmanın Türkiye'ye gelmesidir. 44 eğitim uzmanından 41'i yani % 93.18'i Amerikalıdır (Çakır 1999: 27). Türkiye'ye gelen yabancı uzmanlardan bazıları, bakanlık bünyesinde danışman olarak görev almışlardır. ABD'li uzmanların başkanlığında eğitim alanıyla ilgili çeşitli kurumlar ve örgütler kurulmuştur (Gedikoğlu, 1978: l26).Bu uzmanlar, farklı illerdeki okullarda yaptıkları incelemeler sonucunda önerilerini hazırladıkları tavsiye raporlarıyla ilgililere sunmuşlardır. Danışman Maaske, din eğitimine değinmiş ve bunun din adamlarına bırakılmasının daha uygun olacağını vurgulamışken, diğerleri fiziki imkanların yetersizliği, başarısızlık oranlarının yüksekliği, ders yükünün fazlalığı, yükseköğrenime devam eden öğrenci sayısının azlığı problemlerine dikkat çekmişlerdir.Köy Enstitülerinin şehir merkezinden uzakta, ücra yerlerde kurulmuş olmaları eksiklik olarak belirtilmiş ,öğretmen okullarıyla Köy Enstitülerinin, karma öğretmen okulları haline getirilmesi önerilmiştir. Türkiye'ye gelen yabancı uzmanların raporları doğrultusunda şekillenmeye başlayan eğitim politikaları günümüze kadar uzanan sıkıntılı bir sürecin başlangıcı olmuştur. Örneğin, ABD'nin orta dereceli okullarında haftanın beş günü, ilk ders saatlerinde Amerikan Tarihi dersi olmasına rağmen, Beals, Sosyal Bilgiler programında bulunan Osmanlı Tarihi'nin anlatıldığı bölümü, çocuğun yaşadığı cemiyetle çok az ilgisi ve anlamı olan tarihi olaylar ve şahısların ezberlenmesi olarak ifade etmiş ve gereksiz görmüş, sadece liselerde Türk Tarihi dersinde Birinci Dünya Savaşı'ndan sonraki yakın tarih üzerinde durulmasını önermiştir. Diğerleride bu husus üzerinde durmuş , öğrencilerde kendi tarihlerini öğrenmeye istek uyandıracak öneriler yerine, Türk Tarihi'nin okutulmasının gereğine inanmadıklarını belirtmişlerdir.Böyle bir öneride bulunmak ve Millet olmanın temeli olan tarih birliğini yok etmeye çalışmak nasıl açıklanabilir? "Türk Tarihi" ile ilgili tavsiye kararının halen yürürlülükte olması çok acıdır. Yine danışmanların bir başka önerisi olan, öğretmen okullarıyla Köy Enstitülerinin, karma öğretmen okulları haline getirilmesi bu okulların 1954 tarihinde Demokrat Parti hükümeti tarafından kapatılmasının bir bahanesi olabilir. Raporlar, Türk okullarında ders sayısının ve haftalık ders saatinin fazla olduğunu belirler azaltılması tavsiye edilir. 1957'de toplanan VI. Milli Eğitim Şurası'nda mesleki okulların haftalık ders saatleri azaltılılır. Halen dersler azaltılmaya devam ediyor. Bütün öğrencilerin aynı dersleri almak zorunda olması, sabit müfredat uzmanların olumsuz baktıkları bir başka konudur. Uzmanlar farklı amaçlı okul sistemine geçilerek öğrencilere ders seçme imkanının tanınmasını önerirler. Bu öneri yıllar sonra Türk eğitim tarihinde çok amaçlı liseler ve kredili sistem uygulaması ile önümüze konur. Dört yıl devam eden kredili sistem yol açtığı sıkıntılar nedeniyle başarı sağlamamış ve kaldırılmıştır. Amerikanlaşma etkileri ile yabancı dille eğitim yapmak üzere o zamanki adı Maarif Vekaleti olan Milli Eğitim Bakanlığı tarafından 1955 te Maarif Bakanlığı Kolejleri kurulur. 1975 yılında da bir genelgeyle adları Anadolu Liselerine dönüştürülür. Ankara Yenişehir Lisesi , 1951-52 öğretim yılında hazırlık sınıfları açılarak İngilizce öğretime başlar ve TED Ankara Kolejine dönüşür. En iyi eğitim anadilde eğitimdir. Bir değil bir çok yabancı dil öğretilmelidir. Yabancı dil eğitiminde başarıyı tartışabiliriz.Ama yabancı dilde eğitim sadece sömürge ülkelerinde vardır. Koyulan hazırlık sınıfları kaynak israfından , % 30 ingilizce reklamı oyalamaktan başka bir şey değildir. Milletlerin tarihi, sosyal ve kültürel geçmişleri, manevi değerleri ve inançları birbirinden farklıdır.Bir ülke için uygun olan sistem diğerine uymaz. Türk milletinin sosyal bünyesi bunların hiçbirine benzememektedir. "İnsandan Devlete Eğitim" adlı kitabında Tozlu, şu sonuca ulaşmıştır: "Eğitimin temel işlevi kişilikleri kurmaktır. Değilse, eğitim boşa dönen bir çarktır. Ki, zamanı, emeği, insanı israf eder." (Tozlu 2003: 214-215). Toplumda sosyal bütünleşme, manevi değerlerin tanınması, benimsenmesi ve korunması, bunun eğitim konusu olarak işlenmesi ile sağlanabilir (Tuncer 1990: 40). Yabancı uzmanların ruhi yapıları ve maddi varlıkları başka bir toplumda var olduklarından Türkiye'nin manevi değerlerini çok da iyi kavrayamamışlar ve önerilen raporlar doku uyuşması sağlayamamıştır. Geleneksel temellere dayanan Türk eğitimi, günümüze kadar uzanan etkileriyle, öğrenci merkezli, mikro eğitimi esas alan, yaptırım esasları öğretmen elinden alınmış yeni eğitim sistemine yabancı kalmıştır. Görünen o ki Türk eğitim sisteminde söz konusu danışman raporlarının eğitim politikamız üzerinde yönlendirici etkisi devam etmektedir.Bu süreç, Türkiye'nin ihtiyaçlarına, mevcut şartlara ve milli değerlerine uygun eğitim politikalarının belirlenmesine ve kararlılıkla uygulanmasına engel olmuştur ki; bu tespit, ülkemizin XXI. yüzyılda Türk eğitiminin içinde bulunduğu ve kimsenin içine sindiremediği durumu açıklamaya yetmektedir (Yazıcı 1984: 127-138). Yarım asırdan fazla bir zaman geçtiği halde bu pranga anlaşmalar bizi gerçek bir milli eğitim politikasından mahrum etmekte, varoluşumuzu tehdit etmektedir.Sorumluları gereğini yapmalıdır.