Tarihi yapıları, geleneksel sanatları, mutfağı ve doğasının yanında Karadeniz’de kilometrelerce uzanan kıyısıyla güneşin ve denizin tadını çıkarmayı sevenleri de davet ediyorum. Hadi bakalım hazır mısınız?

Merhaba sevgili okurlarım. Kısıtlamalar nedeniyle evlerimizde kalma zorunluluğu hissettiğimiz bu günler, her birimiz için sıkıcı olabilir. Ancak sorun etmeden, yenilenmeli, enerjimizi devreye sokmalıyız. Bununla ilgi farklı seçenekler yüzümüzü güldürebilir. İşte! Bunlardan biri, sanal seyahate çıkmak olmalı, diye düşünerek; bu haftaki yazıma başlıyorum. Daha önce bahsettiğim gibi eşim ve ben, bu kez bir iki dostumuzu da yanımıza alarak; Kuzeye doğru yol aldığımız 2018 yılında, Karadeniz'e paralel Küre Dağları'nın kuzeyini sardığı, güneyini Ilgaz Dağı'nın kucakladığı Kastamonu'ya gidelim dedik. Tarihi yapıları, geleneksel sanatları, mutfağı ve doğasının yanında Karadeniz'de kilometrelerce uzanan kıyısıyla güneşin ve denizin tadını çıkarmayı sevenleri de davet ediyorum. Hadi bakalım hazır mısınız? Ulaşımı kolay; oraya vardığımızda gördüğümüz, doğasıyla, deniziyle, tarihi yapılarıyla, lezzetleriyle, kültürüyle Kastamonu, "Sağında kalesi solunda kulesi ortasında deresi" söyleminden daha fazlasıydı. Şehir merkezinde dolaşırken; geleneksel el sanatlarının özünü koruyarak günlük hayata uyum sağladığını gördük. Ahşap kokan sokaklarında dolaşırken deneyimli ustalar, ellerindeki tahta parçasıyla adeta konuşuyor, ahşap işçiliğinin en güzel örneklerine hayat veriyorlardı. Tarihi sokaklarında gezerken gözüm bir vitrine takıldı. Yerel giysili bir teyze, dokuma tezgahında gayretli gayretli dokuma yapıyordu. Merakla selam vererek içeri girdim. Teyze, heyecanla dokuduğu çarşafları, kıyafetleri ve kumaşları gösterdi. Çarşafların kenarından sarkan dantel görünümlü süsler dikkat çekiciydi. "Sarı Kıvrak" denirmiş, yatak çarşaflarının iki uzun kenarına pamuk ipliğinden alet kullanmaksızın parmak uçlarının becerisiyle düğümler atarak hazırlanırmış. Bilirsiniz, şarkılara konu olan iğne oyaları, mendiller, yazmalar da yapılıyormuş bu yöntemle. Dokumacılık sanatının işlendiği elbiseler, havlular, örtüler, danteller, çantalar, caddelerin, sokakların vitrinlerini süslüyordu. Ahşaba ve kumaşa sevgisini katan yetenekli insanlarla sohbet edip sembolik objelerden satın aldık. Sonra, kaldırımlı dar sokaklardaki dükkanların önünde ikram edilen çaylarımızı yudumlarken şehir hakkında duyduğumuz güzel yorumları gözlemleyerek zihnimizde teyidini aldık. Geze geze yorulmuştuk, karnımızda acıkmıştı. Bir konağın bahçesinde geleneksel lezzetlerin özünü koruduğu ve doğal ürünlerle donatılan masada Taşköprü Sarımsağından yapılan çemeniyle, doğal ortamında kurutulan pastırmayı tattığımız zaman, ağzımızda bıraktığı tat karşısında şaşkınlığımızı gizleyemedik. İbrahim, daha çatalını batırmadan dağılan Kuyu kebabını yediğinde kendinden geçmişti bile. Tirit, yörenin ünlü lezzetlerinden diye duymuştum. Garsona, nedir diye sordum. Önce ne olduğunu öğrenecek sonra sipariş verecektim. Kel simit dedikleri susamsız simitlerin özellikle bayat olanlarını, elleriyle ufak parçalara bölerek sıcak kemik suyunu üzerine döküyorlarmış. Simitler ne çok fazla suya maruz kalmalı ne de fazla kuru olmalıymış. Sarımsaklı yoğurdu simidin üzerine ilave ettikten sonra baharatlarla kavrulmuş kıymayı üzerine döküp; en son yöresel tereyağını kızdırıp üzerine ilave edip servis ediyorlarmış. Bu yemeği yedikten sonra evde dostlarımız için hazırlayabileceğimiz bir lezzet diye düşünmeden edemedim. Sırada Banduma, vardı. İsmini hindi suyuna yufkanın bandırılmasından alıyormuş. Islak yufkalar çapraz şekilde tepsinin içine kat kat dizilmiş, üzerine hindi eti serpiştirilmiş. Bu böyle dört kat devam ettirilmiş. Ortasındaki boşluğa da hindi etlerini doldurup, kızdırılmış tereyağını gezdirdikten sonra ceviz serpiştirilmiş olarak masamıza getirdiler. Tabi ki bu lezzete bayıldık. Ekşili pilavın tadına baktıktan sonra ağzımda kalan tadı şöyle özetleyebilirim: Yoğurdun, siyez bulgurunun ve yeşilliğin bir araya geldiği, Karadeniz insanının içine samimiyetini kattığı sağlıklı bir yemek. Ekşili pilavı özel kılan, siyez bulguru ve ekşi yoğurttan yapılmış olmasının yanında; asma yaprağı, ebegümeci, ısırgan otu, nane, soğan ve baharatlarla tatlandırılmasıydı. Masaya getirildiğinde tereyağında kavrulmuş pul biberlerinin ekşili pilavın üzerine dökülmesiyle oluşan enfes koku başka bir gezegenden geliyor gibiydi. İlk zamanlar Daday ilçesinde evlerde ikram amaçlı yapılan Etli Ekmek zamanla tüm Kastamonu'yu sarmış. Son yıllarda şehrimizde de yapıldığını biliyoruz. İki kez çekilmiş kıyma ile ona tat veren soğan, maydanoz ve baharatların mayasız hamurun içine hazırlanıp saçta kavrulmasıyla oluşan lezzetli Etli Ekmeğin tadına varırken üzerine Eğşi, içmemiz gerektiğini söyleyen garsona, şaşkın bakışlarımla, adını ilk kez duyduğumu söylediğimde, hikayesini anlatmaya başladı: "Yıl içinde doğa cömertliğini hangi meyveye daha çok gösterirse eğşi ondan yapılırmış. Marmelat şeklinde hazırlanıp kahvaltılarda da yenebiliyormuş. Sulandırıldığında yemeklerin yanına doğal meyve suyu olarak servis edilirmiş. Ancak hakikisi elmadan yapılırmış, hafif mayhoş bir tat vermesi için de biraz ekşi kızılcık eklenirmiş. Yemek bittiğinde tamamlayıcı olarak eğşinin damağımızda bıraktığı tadın keyfini çıkarırken, insanlığa verdiği nimetler için Tanrıya şükrettik. Dünya gelişirken hayata uyum sağlayan, kültürünü koruyarak özüne sahip çıkan Kastamonu'nun, geleneksel sanatıyla, lezzetleriyle ve tarihini yansıtan yapısıyla, sosyal açıdan daha farklı bulmayı umduğumdan olsa gerek biraz hayal kırıklığı yaşadığımı itiraf etmeliyim. Nedenine gelince, 'siyasi' demekle yetineyim. Çivi kullanmadan yapılan Mahmutbey Camii'nde ahşap işçiliğinin en ince detaylarını gözlemleyebildik. Kastamonu'da külliyelerin içindeki medreseleri, camileri, türbeleri, misafirhaneleri, aşevlerini gezerek ruhani bir yolculuğa çıkabilir, kalbinizi ferahlatabilirsiniz. Saat kulesinin altında şehri izlerken, zaman olgusundan sıyrılıp, yıllar öncesine gidebilirsiniz. Kastamonu Kalesi'ne çıktığınızda ise zamanda yolculuğunuzu tamamlamış olursunuz. Şehrin merkezinde gezerken, yerleştirilmiş tabelalarla Arkeoloji müzesine rahatlıkla ulaşabilirsiniz. Biz öyle yaptık. Daha kapısında bizi estetik tarihin kalıntıları karşıladı. Her birinin ayrı hikayesi olan eserleri incelerken güler yüzlü müze görevlisi yanımıza geldi. Daha sonra da Kastamonu Valiliği'ne bağlı Mimar Vedat Tek Kültür ve Sanat Merkezi Müdürü, iknur AYHAN hanımefendi ile tanıştık. Son derece nazik tavırlarıyla genç Hanım bize Müzeyi gezdirdi. Söylediğine göre 1910 yılında inşa edilmiş ve tamamen kesme taştan yapılmış. Yüksek tavanlı yapıyı gezerken, arkeolojik kalıntıların yanı sıra Atatürk Köşesi'nin varlığı gurur vericiydi. Kastamonu'ya geldiğinde Atamızın kullandığı eşyalar bu bölümde sergilenmişti. Hava sıcaktı, müzelerden sonra görülmesi gereken doğası, şelaleleri, kanyonları vb. pek çok yeri vardı. Bu haftalık bu kadarını anlatmış olayım, haftaya devam ederim. Ne dersiniz? "Neden olmasın!" dediğinizi duyar gibiyim. O halde haftaya görüşmek üzere sağlıkla kalın. Nurcan BALIBEY