Nurcan BALIBEY (ÖYKÜ)

Karanlığı yara yara, gaza bastı, bir kaç aracı geride bıraktı. Altındaki son model bir arabaydı. Gözü yolda, geminin düdük sesiyle telaşlandı. Takip ettiği aracın da telaşı gemide yer kapmaktı. İçi para dolu cüzdanı açtı, biletini aldı. Geminin orta yerinde durakladı; "Gel gel..." diye işaret eden adama baktı. Gösterdiği yere yanaştı. Bir bir doldu araçlar, geminin düdüğü çaldı. Ardından arabanın kapısını açtı, dışarı çıktı. O, hiç babasıyla tatil yapmadı. Çocukluk düşleri ölüm kadar sessizdi, ergenlik çağı düşleri cehennem kadar gürültülü. Annesi, briçlerde, babası iş gezisinde, evde ise, sürekli çatışma halindeydi. Gizemli ve çirkindi genç adam. Kadınların birçoğunu parasıyla sevgili edindi. Saksı çiçeği gibi süslü, özenli giysisi, gür saçını sol eliyle taradı, burnu havada avına yaklaşan tazı gibi baktı. O sırada yanında babası ile yürüyen kıza, merdivenleri çıktılar birer birer. Geminin orta katında rüzgardan uzak bir yer buldu kızın babası. Keskin yağ, kızarmış ekmek kokusu kekremsi bir tatla boğazına doldu. Ocaktan yayılan çayın kokusu davetkardı. Bozuk para şıkırtısı, çay bardağı tıngırtısı arasında rengi solmuş, emprime koltuklar sohbete çağırdı. Baba - kız oturdular bir köşeye. Gizemli gencin mazereti, 'şeytana uymaktı' çift pasaportlular gibi zaman zaman şeytanın tebaasına girip çıkmak, hayat tarzı olmuştu. Gizlice düştü peşlerine, güvertede gezindi önce, elinde bardağı, omzunda montu gözünü köşeye doğrulttu. Cebinden çıkardı o mereti, yaktı. Aklına koymuştu belli! Dalgaların köpürtüşü, insanların sesiyle dolu güvertesi, yararak denizi ilerledi gemileri. Sigaradan peş peşe çekti. Gözü dönmüştü, dünya umurunda değildi. Gemi yavaşça yanaştı limana, otomobiller çalıştı. Işıklı, ışıksız yolları, dağları, tepeleri, şehirleri, köyleri aştı. Baba kız, gidecekleri yerde kamp kuracaktı. Heyecanlıydı kız, yıllardır annesinin yasından beri ilk defa tatil yapacaktı. Babasını affetmesi zaman almıştı. Ağacın en yeşiline doyacak, gökkuşağını yere indirip rengarenk çiçekleri koklayacaktı. Baba- kız yorulduklarını anlayınca pansiyonda kalmaya karar verdiler. Bildikleri bir yer vardı, oraya yöneldiler. Pansiyoner kadın gülerek karşıladı. Kalacakları dairenin iki odası bir de mutfağı vardı. Banyosu küçük ve dardı. Gece karanlığında görünmüyordu bahçesi, çiçek kokusuyla doluydu pansiyonun içerisi. Aynı pansiyona gizemli genç de yerleşti. Düşündükçe genç kızı, uyumadı serseri. Hayallere daldı; 'Kahvaltı sonrası denize girdiler, serin sularda yüzdüler, narin bedenine, pamuk tenine krem sürdü, hararet basınca soğuk bir şeyler içti. Akşam olunca güneşte kavrulan teni, rüzgarın dövdüğü bedeni gölgelik yerde serinleyecekti.' Hain hain güldü. O esnada baba kız sırasıyla duş aldılar, balkona serildi havlular. Baba, bol cepli safari bir yelek giydi, altına kısa kargo şortunu çekti. Her bir cebine bir şişe iliştirdi. Kız sarı saçlarını taradı. Pembe çiçekli balon kollu, kloş etekli elbisesini giydi. Yola koyuldular. Şehrin karmaşasından sıyrılıp, sessiz bir yer aradılar. İki yanı ağaçlı uzun toprak bir yola saptılar. Geride bırakıp gölgeleri kumsala vardılar. Temmuz ayında bir cumartesi daha biterken ve alacakaranlık vakti yavaşça yaklaşırken, güneyde ucu bucağı belli olmayan geniş topraklarda anbean kararıyordu. Gökyüzünü boydan boya kaplayan beyazımsı bulutlar, bu topraklar üzerinde tabanı tüm yeryüzüne yayılmış bir çadır gibi yükseliyordu. Gökyüzü bu soluk örtüyle kopkoyu yeşilliklerin bürüdüğü toprakların arasında uzanıp gidiyordu, ufukta kesiştikleri çizgi oldukça belirgindi. Böylesi keskin bir zıtlığın ortasında, vaktinden önce çökmüştü gece sanki. Karanlık dört bir yanı iyice kaplasa da gün ışığı gökyüzünde puslu bir halde sapasağlam duruyordu. Çitlerini budayan adam başını göğe kaldırsa işine devam etme gücünü bulacak, bakışları toprağa dönünce de işini biran önce bitirip bahçesindeki koltuğa geri dönmek isteyecekti. Gök kubbe bu görünüşüyle yarını hüzne boğabilir, nadir görülen fırtınaları kapıdaymış gibi gösterebilir, mehtapsız bir gece yarısının o donuk halini ürperti ve korkuyla bezeyebilirdi. Uzaklardan duyulan müziğin, eşsiz ve kusursuz etkisi, böyle anlarda ve şafak sökene dek süren saatlerde gizliydi. Tepelerin ve çukurların kasvetli manzarası, akşamın karanlığını saf bir sevgiyle karşılardı. Gökteki loşlukla, yerdeki loşluk yarı yolda buluşup, bu karanlıkta yarenlik ederdi, tıpkı baba ve kızı gibi. Arkadaşlarıyla alkol aldıkları bir gün av dönüşü şakalaşan babasının elinde patlayan silah, bahçede dolaşan annesinin göğsüne isabet etti. Yargı, kaza dedi. Babası, anneni unutmak için içiyorum. Dediği şişeden içtikçe içti ve sızdı kaldı aniden. Ne yapsındı kız şimdi, kalktı yerinden etrafına bakındı bilmeden. Ürkek adımlarla nefes almaktan korka korka, geldiği yoldan geri yürüdü, bir taksi bulmaktı umudu. Arkasında bir nefesin soğuk ürpertisini duydu, dönüp bakmak istedi, kontrolsüz vahşi hayvan gibi bir el uzandı, ağzını tıkadı. Müzik durdu. Ay ışığı kızıl kana boyadı yeri, göğü, denizi.