Prof.Dr. M.Mehdi ERGÜZEL

Çapa Yüksek Öğretmen Okulundan okul arkadaşımız, ağabeyimiz Prof.Dr. Ramazan Demir Bey'in Elazığ'ın ilçesi Keban'ın Gökbelen köyünde başlayıp büyük mücadelelerle devam eden ve sonunda dünyaya açılan başarı hikayesini; hatıralarını anlattığı, okurken zaman zaman gözlerimizi yaşartan kitabında okuduk, hüzünlendik, sevindik, çeşitli düşüncelere kapıldık. Bence son 70-80 yılda yetişen Cumhuriyet nesilleri, hatıralarını yazmalıdırlar. Denilebilir ki 100 yaşına yaklaşan Türkiye Cumhuriyeti, büyük ölçüde bir "Öğretmen Cumhuriyeti"dir. Devletimizin bu vasfını bozmaya çalışan her teşebbüs, akim kalmaya, hayal kırıklığına uğramaya mahkumdur. Ancak bu eğilimlerin fark edilip taşların yerine oturması, sosyal dilimler ve meslekler arasında dengenin tekrar kurulması şarttır. 1950' ler, 60'lar Türkiyesi'nin fakir Anadolu çocukları nasıl okuyabildiler ve tahsil basamaklarında yükselip bir yerlere gelerek nasıl başarılı oldular ? Öğretmen Okullarının, Eğitim Enstitülerinin ve Yüksek Öğretmen Okullarının bu başarıda payı nedir ? Bu okullar şimdi ne oldular ? Bu başarılı sistemi kimler, niçin bozdular ? Onlar kimin projelerinin piyonu oldular. Bu öğretmen okulları, parasız yatılı okullardı, devletin kanatları altına sığınan Anadolu çocuklarının yetiştirilip yarına hazırlandığı eğitim yuvalarıydı. Buralara adaletli sınavlarla seçilen gençler tavizsiz bir disiplinle yetiştirilir, okuma seviye ve yıllarına göre ilk, orta ve liselere öğretmen olurlardı. Hatta akademik çalışmaya yönelenler Üniversite hocalığına kadar yükselebilirlerdi. İşte yazımıza adını veren kitabın sahibi Prof. Dr.Ramazan Demir, inanılması güç bir mücadeleyi çocukluğundan gençliğe ve yetişkinliğe doğru bizzat yaşayarak "Işığı Gören Genç" lerden sadece bir tanesidir. Benzer zorlukları yaşayan binlerce genç şimdi nerelerdedir ? Tamamına yakını emeklidir ve ne yazık ki yorgundurlar. Ya köşelerine çekilmiş veya kendilerine bir düzen kurarak çocuklarını yetiştirdikten sonra torunlarıyla oyalanmayı tercih eder olmuşlardır. Bu nesle yazık edilmiştir. Bu neslin tecrübelerinden istifade edilmemiştir. Ucuz politika ile yetinilmiş, her konunun dini yaklaşım ve referanslarla halledileceği zannedilmiştir. Halbuki farklı alanlardan gelerek başarılı olmuş Cumhuriyet aydınlarının geniş ve zengin katılımlı toplantılarla Türkiye'nin eğitim meselelerini sık sık görüşüleceği bir TÜRKİYE ÖĞRETMEN AKADEMİSİ olsaydı, daha sağlıklı değerlendirmeler yapılabilirdi. Ramazan Demir Bey 1947 doğumludur, fakir bir köy çocuğudur, kalabalık bir ailenin son çocuklarından biridir. Okul çağına geldiği zaman, 1953 güzünde köyüne tek sınıflı bir ilkokul açılıverir, tek sınıflı, tek öğretmenli bu okul, onun çocukluğunun yarına açılan ilk kapısıdır. Mahrumiyetler içinde okuduğu birleştirilmiş sınıflı bu okuldan mezun olur ama asıl mücadele bundan sonra başlayacaktır. Aile zaten kıt kanaat geçinmektedir. İlçedeki orta okula nasıl gidilecek, nerede kalınacak, ne içilip ne yenilecek, hangi şartlarda okul hayatı sürdürülecektir ? İşte bütün bu can yakıcı sorulara cevaplar kitabın okuyanı üzen ve düşündüren sayfalarında akıp gitmektedir. Ben orta okulu okuduğum ilçenin köylerinden gelip tuttukları fakirane evlerde istikbal arayanlardan böyle çocukları tanıdım. Öğretmen olduğumda bu çocukların 10-15 yaş küçüklerini, görev yaptığım bir başka fakir ilçemizin köylerinden karda, kışta kıyamette gelip incecik gömleklerine ilişivermiş kravatlarını düzeltmeye çalışan, elleri buz gibi gözleri kızarık, lastik ayakkabıları çamurlu çocukları da yakından gördüm. Akşamları tek göz odada birkaç arkadaş 5 numaralı lamba ışığında ders çalışmaya hazırlanan bu çocuklardan okuyup adam olan ve yükselenleri de tanıdım. Ramazan Demir Hoca "Oğulcan"ın şahsında kendini anlatırken aslında Cumhuriyeti inşa eden 50. ve 100. yıllara kadar getiren idealist bir neslin, şimdi adeta elleri boş kalmışçasına başka oyunlara kurban edilişini de ister istemez acı acı düşündürmektedir. Bütün bu fedakarlıklara bugünler için mi katlanılmıştır ?" sorusuna cevap bulunulamaz ve yüksek sesle özeleştiri yapılamazsa yeni oyunlara gelinmesi kaçınılmazdır. Oğulcan'ın ortaokul yılları, ölümcül hastalık zamanları, ağabeyinin kendisi için fedakarlıkları, her hafta saatlerce gidilen köyden kasabaya inen yollarda çekilenler, satılıp harçlık yapılacak samanla yüklü merkeple yapılan sıkıntılı yolculuklar, inanılır gibi değildir ama yaşanmıştır. Binbir zorluktan sonra orta okul da biter. Nihayet devletin kanatları sarar bu ışığı arayan yolcuyu. Diyarbakır Öğretmen Okulu kazanılır. Sıkı bir disiplin içinde adeta yarı askeri bir eğitimle hayat daha derli toplu bir düzene kavuşur. Ufukta öğretmenlik görünmüştür fakat kader ağlarını örmüş, Oğulcan'ı daha ileri hedeflere taşımaktadır. Öğretmen Okulunun başarılı çalışkanları arasından seçilerek İstanbul Çapa Yüksek Öğretmen Okuluna seçilmiştir. O çocuk artık lise öğretmeni olma yolundadır. Çapa'da Hazırlık sınıfı dahil son derece zorlu beş yıllık bir çalışma didiplinine girer. Hatta Talebe Cemiyeti Başkanı olur, 1968 ve sonrası arkadaşlarıyla ideolojik gerilim yılları yaşar. Mezuniyeti takiben Lise öğretmeni olur, doktora yapar, akademik hayatta ilerlemeye başlar, Profesörlüğe kadar yükselir. Bugün 75'indeki "Demir Hoca"nın hayatının 70 yılı, bitmeyen bir mücadele ve yarış içinde geçer. Evlatları da akademisyen olmuştur. Hiçbir başarı tesadüf eseri sayılamaz. Işığı arayan en sonunda bulur. Ramazan Bey'in başta Orta Asya Türk Cumhuriyetlerine yaptığı gezilere dair tespitleri de kitaplar halinde okuyucuların ufkuna açılmıştır. Ben yazarın kendi hayatını çocukluğundan alıp son yıllara getirdiği bu kitabının değişik bazı incelemelere konu olabileceğini düşünmekteyim. Bilhassa eserde geçen mahalli kavramların, çok sayıda nesnenin, bitkinin, yemeğin, şehir insanının bilmediği o bölgeye mahsus kelimelerin listelenip incelemeye tabi tutulması gerektiğini, etimolojisiyle ilgilenecekler için lüzumlu buluyorum. Bu vesileyle Prof.Dr. Ramazan Demir Bey'i, Cumhuriyet'in idealist öğretmen nesli üzerinde bizi yeniden düşündürdüğü ve duygulandırdığı için tebrik ediyorum. Hatıralar yazılmalıdır. Her neslin sonraki nesillere vereceği dersler vardır. Aksi halde sunulanları yeterli görmek gibi yanıltıcı oyunlara gelmek kaçınılmaz olur. Basit mağduriyetleri büyük fedakarlık sayan istismarcıların sahtelikleri dinlenmeye bile değmez. Yalan ile mübalağa ile hakikat bina edilemez. Yaşamak ve yazmak lazımdır. Oğulcanlar'ın çocukları ve torunları, babalarının ve dedelerinin çektikleri çilelerin senaryosunu dizi filmler halinde bunca televizyon kanalının bir ikisinde seyretse de ders alsa ne kadar iyi olurdu . Bu kadar magazin ortasında böyle derslere ne kadar ihtiyacımız vardır. *** RAMAZAN DEMİR'İN "MUHACİRİN KIZI" ROMANINA DAİR. Prof.Dr. Ramazan DEMİR Bey, 1968 yılı sonunda tanıdığım, o zamanki ağabeylerimizdendi ve aynı zamanda yatılı okuduğumuz Çapa Yüksek Öğretmen Okulu'nda Talebe Cemiyeti Başkanımızdı. Aradan koca bir yarım asır, 54 yıl su gibi akıp geçmiş. Uzaktan uzağa başarılarını takip ettiğimiz "Demir Hoca" ile yarım asır sonra, kitapları dolayısıyla sosyal medyada karşılaşır olduk. Sayısı 30'u bulan, alanı dışında sosyal-kültürel-siyasi mahiyetteki eserlerinden önemli bir bölümünü lütfedip gönderdiler. "Turan Coğrafyası"na yaptıkları grup gezilerinin intibalarını anlattıkları dört kitabından ikisi olan "Kültür ve Sanat Ülkesi ÖZBEKİSTAN", "İdil-Ural Türkleri- Milli Uyanışın Bayraklaştığı Coğrafya" başlıklarını taşıyan kitaplar ile "Teker İzinde Ötüken" ve "Turan'ın Kalbi Horasan", yazarının gezilere hazırlıklı oluşundan kaynaklanan dikkatli tespitleri ve duygu yüklü yorumlarıyla okuyucuyu saran, düşündüren belgesel eserler halinde ufkumuza açılmıştır. Bir "Fen bilimci akademisyen" olmasına rağmen Prof. Dr. R. Demir, Çapa Yüksek Öğretmen Okulu mezunu her Anadolu çocuğunda var olan yüksek vasıflarla, memleket sevdası dolu gönlünde Türkiye'ye sığmayan hasretlerle gezdiği Turan İllerini anlatıyor ve okuyucuyu duygulandırıyor. Dünyaya açılan merak pencereleri onda milli-insani-Turani idealler" le ve bilimsel bakışlarla renklenmiştir. Bize ulaşan kitapları arasındaki "Gazi Paşa'yı Doğru Anlamak"; kendisiyle hemfikir olduğumuz değerlendirmeleri ihtiva ediyor. Bir diğer eseri "Değerlerin Rantı" ise, son yılların siyasi gelişmelerine bakışlarını anlatan fıkra tadında yorumlardır. "Sevgi Labirenti" isimli kitabında da kişisel duygulanmalar, hissi, fikri dalgalanmalarla okuyucuya ferdi tecrübeler ve hayat dersleri sunulmaktadır. Bize göre, yayınlanmaya hazır son çalışması ise, daha özel mahiyette, yarı-otobiyografik hissi uyandıran, hatıra eseri niteliğinde bir "iç ses" monologlarının zaman zaman "dış ses"e yansıdığı diyaloglarla uzayıp giden farklı bir özellik arz etmektedir. Aslında bu türde, yarı hatırat diyebileceğimiz eserler, yakın tarih araştırmalarında kaynak olabilmektedir. Ancak konuların fazla ferdi vadilere taşınmadığı, yazar tercihinin sınırlı ve ikili çerçeveye kapatılmadığı durumlarda okuyucu kendi ferdi veya sosyal hayatından da izler bulabileceği böyle eserlerden hususi bir zevk alabilir. Biz yedi bölümlük, roman edası sezilen veya o niyetle kaleme alınan eseri ana hatlarıyla başarılı bulduğumuzu bilhassa son iki bölümü beğendiğimizi söylemeliyiz. Başlangıçtan itibaren ilk beş bölüm; çocukluktan gençliğe, yetişkinliğe ve meslek hayatına doğru ikili konuşma ve hesaplaşmalarıyla, sanal haberleşmelerle, psikolojik sıkıntılar, karar bunalımları, şikayet yahut ah ü vahlar, ileri yaşlarda şükür ve memnuniyetler, hayata yeniden yorumlar getirmeler, zaafları mazur görmeler, meseleleri kendi nefsinde tekrar tekrar değerlendirmelerle o yılları kısmen yaşamış bazı akran okuyucuların ilgisine hitap edebilecek mahiyettedir. Bu tarz eserlerde yer alan kişilerin daha sembolik sunulması da rastlanır durumlardır. "Ben ve O" gibi zamirlerle sembolleşen bir kullanım bazen daha esrarlı ve merak uyandırıcı olabilmektedir. Eserde, deneme kitabına layıkıyla yakışacak, bilgece ve şairane bölümle çoktur ve ara başlıklarla bu çalışma bir otobiyografik romandan ziyade, bence daha makbul olan, "deneme-roman arası" bir çizgide yer alıp tutulabilir/tutunabilir. Roman kalacaksa, nesirle karışık şairce öğüt edalı sözlerin gerilimli ruh hallerine dönüşmesi tercihi, her zaman olduğu gibi yazarının insiyatifindedir. Eserde sık sık özdeyiş kuvvetinde tecrübeye dayalı yorumlar olması, kitabı okunur yapacak cezbedici tarafları arasında sayılabilir. Bu seviyeyi düşürmemek, eseri "deneme-uzun hikaye" tadında tutmak, tecrübeli yazarın kaleminin ucundadır ve "Demir Hoca" artık bilim adamlığı gömleği yerine "bilge adam" hırkası giydiği bu demlerde bize kendini okutturmaya devam edecektir, diye düşünmekteyiz. Yeni kitaplarını görmek ümit ve temennisi ile, şimdilik son kitabının hayırlı uğurlu olmasını diliyoruz efendim. M.Mehdi ERGÜZEL Erenköy, 1-11 Nisan 2022