Prof. Dr. M.Mehdi ERGÜZEL, Öğretmen Okullarının Kuruluşunun 173.Yılında; Arifiye, Kütahya, Tokat ve Çapa Yüksek Öğretmen Okulu Camiasına Selam Faslındadır...-

Ben, yatılı olarak yedi yıl, devletimizin kanatları altında Öğretmen Okullarında okudum. Önce iki yıl Tokat Erkek İlköğretmen Okulu'nda, son sınıfa geçince de seçilerek gönderildiğim İstanbul Çapa Yüksek Öğretmen Okulunda beş yıl. İlk görev yerim de Kütahya (Karma, Kız-yatılı) İlköğretmen Okulu'dur, iki yıl sonra Arifiye (Karma, Erkek-yatılı) İlköğretmen Okulu'nda, Kütahya ve Arifiye Eğitim Enstitülerinde, İstanbul Çapa Hizmetiçi Eğitim Enstitüsü'nde öğretmen ve yönetici olarak görevlerde bulundum. Sakarya Üniversitesi ve Biruni Üniversitesinin Eğitim Fakültelerinde, İ.Arel Üniversitesi'nde ve şimdilik sanal da olsa Yeni Yüzyıl Üniversitesinde derslere girdim, girmekteyim Gayet tabii olarak yıllar içinde, 1973-1993 arasında; Yozgat-Çekerek Lisesi, Isparta- Şarkikaraağaç Lisesi, Bilecik-Bozüyük Lisesi, İstanbul-Kadıköy M. Bayazıt Lisesi, Atatürk Fen Lisesi ve uzun süre kıpırdamadan, uslanıp karar eylediğim sekiz koca yıl çalıştığım, "ne zaman benimle uğraşırlar ?"gerginliği içinde fakat sınıflarında huzur bulduğum Bahçelievler Kocasinan Lisesi'nde. Her biri meslek hayatımın beni daima mesut eden irfan yuvaları oldular. Öğrencilerime, bana bu eşsiz saadeti yaşattıkları için minnettarım. ARİFİYE, BİR BAŞKAYDI. Kurulduğu 1937 tarihinden 2010 yılı ortalarına kadar 77 yıl içinde; Arifiye Öğretmen Okulu'nun havasını teneffüs eden, bahçesinde ve fidanlığında dolaşan, ağaçlarının altında çay sohbeti yapan, demiryoluna yakın arazisinde yağmurlu havalarda bata çıka bisikletle derse yetişmeye çalışan, geniş spor sahalarında kan ter içinde top koşturan, etütlere ve derslere geç kaldığında bahaneler uyduran, kendi dertleri dururken memleket meseleleriyle dertlenen, kim bilir hangi sebeplerle uykuları kaçan, hocalarına ağabey, abla, akraba gözüyle bakan, nezaket ve saygıda kusur etmeyen, fakir yahut orta halli Anadolu çocuklarının, has vatan evlatlarının, bir ocak başında huzur bulan köy insanlarımız misali toplaşıp tekrar yurt sathına dağıldıkları, gençliğimin, mesleğimin en heyecanlı yıllarını yaşadığım o efsanevi eğitim yuvasının saygıdeğer mensupları siz, değerli arkadaşlarım ve meslektaşlarım, hepinize, muhabbetlerimi sunuyor, Arifiye camiasını saygıyla selamlıyorum. 1975 yazında, yeni evli, toy bir genç olarak mesleğimin üçüncü yılında, Kütahya ve Yozgat'tan sonra üçüncü yerim olarak Arifiye'ye gelmiştim. Benimle birlikte yeni atanan bir de İngilizce Öğretmeni yaşıtım Vehbi Akkılınç Bey vardı. Kadro malumdu. Yıllardır oradalardı. Biz yeni seslerdik: Genç, uyumlu, mülayim ama idealist.. Sonra Mustafa Kaptan askerden döndü. Müdür Bey Süleyman Karabulut, önceki nesilden tecrübeli, çalışkan, gözü kara, asabi tavırlı, pervasız, disiplinli bir adamdı. Ondan önceki Cavit Öztürk bey Bakanlıkta görevlendirilmişti. Orta birinci sınıftan lise 6. ve 7. son sınıflara kadar öğrenci sayısı 1000'i aşan yatılı ağırlıklı, önemli bir okuldu. Öğretmen yetiştiren bu okulu, mevcudu 60 kişiyi bulan rengarenk, çok sesli bir öğretmen ve yönetici kadrosu omuzlamıştı. Biz yeni renklerdik: Gök mavisi... Mehmet Akçaylı, Mustafa Akyol ve yıllardır orada bulunanlar durumdan memnun bir üslup içinde bir gelenek oluşturmuşlardı. Ortalık süt-limandı. Kadro gençleşmeye başladıkça; Recep Ali Küçük, Kazım Oğuz, Hayriye Kocabalkan, Şerife Şahin, Ahmet Pehlivan, Bahattin Subaşı, Servet Bakırcı, Muhittin Tuzcu, Bekir Ergüçlü, Recep Albayrak, Ö.Naşit Lök, Ö.Faruk Türe, Necati Cantimer, Gültekin Demirci, Haluk Baklan, Sabahattin Sofu Beyler...geldikçe iklim değişti, çokseslilik ve kültürel hareketlilik arttı. Gidenler, gelenler, kalanlar, hepimiz bir arada, bize emanet bu vatan evlatlarını, çocukları ve gençleri meslek hayatına, irfan ordusu mensubu olarak hazırlamaya uğraşıyorduk. Seviye yüksekti. Bu okulun öğrencileri arasından, öğretmenler kadar, profesörler, iş adamları, valiler, yöneticiler, milletvekilleri, yazarlar, şairler...yetişti. Bu gerçeği gururla ifade ediyorum. Bir yıl sonra genç bir müdür geldi. Bizden birkaç yaş büyük olsa da enerjik ve heyecanlı bir insandı: M. Ozan Semerci.. Yanı başında, sakin, ağırbaşlı, müşaviri durumunda değerli arkadaşımız Ahmet Taşkıran vardı. Sonra Okan Öksüz, İsmet Koç, Halim Kılıçsoy.. derken kadromuz, birçok okulun imreneceği kültür ve tecrübe renkleriyle zenginleşmeye devam etti. Konferans salonu, kültür ve edebiyat programlarıyla dolup taşıyor, kitaplar, dergiler elden ele gezerek, okunarak eskiyordu. Sade ve samimi, milli-İslami-insani-demokrat bir hava vardı. 1977'de Öğretmen Okulunun yanı başında Eğitim Enstitüsü de açılarak bize tevdi ve teslim edildi.... Ve 78'in dalgalı ayları geldi. Yaprak dökümü başladı. Çok sesliliğe yatkın olmayanlar, bizden öncekilere bizim yapmadığımızı zaman geçirmeden bize uyguladılar. Kar kış demeden "kendine yer beğen" diyen "kırmızı volsvoslu" emir kulları güya sürgün listeleri hazırladılar. Sanki gidilecek yerler vatan değilmiş gibi ! Okulun beti benzi sarardı, soldu. Farklı renk ve üslup zenginliğine yıl sonu değil, dönem sonuna kadar bile tahammül edilemedi. Şimdi farklı üniversitelerimizde akademisyen olan iki oğlumdan küçüğü, kundakta 3 aylıkken; trenle, minübüsle, aktarmalarla tam 43 yıl önce, kış soğukları geçmemişken, dönem ortasında, kim bilir kaçıncı defa yollara düşürüldük. Yarısı ancak dolabilen eşyalar yüklü kamyonda, sevgili kitaplarım da kolilerde küskün, yeniden açılacağı gurbetlere yollanıyordu. Kamyonu menzile ulaştırma ve indirme işini, sağ olsun, -bugün kızı Aybike Hanım uzman doktor olan-öğrencim Latif Telkök'e tevdi etmiştim. Yıllar akıp geçti. Benzer halleri, 80 İhtilali öncesi ve sonrasında Yozgat'ta, Isparta'da, Kütahya'da, Bilecik'te ve kısmen İstanbul'da yaşadım. Bunca hatayı yapan ve devlet baba mevzuatının çatık kaşlarına maruz bırakılan binlerce arkadaşım gibi ben de epeyce dersler aldım. Pişman mıyım ? Asla. Çünkü bizim neslin derdi ve davası vardı. Aradan geçen yarım asır, haklı olduğumuzu ortaya çıkardı. Biz vatanımız ve milletimiz var ise, var olabilirdik. Son nefesimize kadar düşüncemiz değişmeyecektir. Meslek hayatımın 45. yılı, 25 yıl görev yaptığım Sakarya Üniversitesinde 15 Ocak 2019 itibariyle resmen sona erdi. Sonraki aylar içinde İstanbul'un üç ayrı Vakıf Üniversitesinde (İstanbul Arel Üniversitesinde 6 dönem, İstanbul Biruni Üniversitesinde 4 dönem, lisans ve yüksek lisans derslerine girmek nasip oldu. En son, kadrosuna yeni katıldığım İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi'nde "davete icabet ederek" mesut olduğumuz sınıflara hayırlısıyla tekrar döndük. Yeniden doğmuş gibi olduk. Şimdi üçüncüsünde, yüz yüze eğitimi özleyerek, "sanal" denilen sınıflardayız. Hocalık böyle bir haldir. Yoruldukça ve çalıştıkça dinlenirsiniz. Yerimize gençlerin gelmesine asla engel olmadık. Onları hazırladık. Bizim yerimiz ve yaşımız hep farklı oldu. "10 gence doktora danışmanlığı, 46 ilim yolcusuna da alanımızda yüksek lisans danışmanlığı" yaparak eser ve iddia sahibi olmalarına yardımcı olduk. Yüzlerce son sınıf öğrencimize de bitirme tezlerinde rehberlik yaptık. Torunlarımın dedesi, öğrencilerimin hocası, ideallerinin sevdalı aşığı, ilme bağlı bendeniz, arkadaşınız, 46 yıl önce 23 yaşındayken geldiği Arifiye'de ne ise, bugün de aynı ana caddededir, çizgisinde kırıklık yoktur. Saçları ağarmıştır, yüzündeki çizgiler çoğalmıştır, çabuk yorulsa da hamdolsun ayaktadır ve yürümektedir. "Beni buralara hatalarım getirdi." demektedir. Biz, nesil olarak düşe kalka, "Yüz Milyonluk Büyük Türkiye"yi özleye özleye yaşadık. Hamdolsun, kader bize 300 milyonluk Turan kapılarını açtı. O zamanlar, neredeyse bizimle yaşıt, memleket meselelerine kapılmış öğrencilerimizle görüş alışverişlerinde bulunduk. Derslerde hocalığımızı en seviyeli ve verimli tarzda yaptık, sözü ayağa düşürmedik. Onlardan "yüksek vasıflı Türk olarak alanlarında en iyi olmalarını" istedik. Kimseyi ezmedik ve ezdirmedik. Kırk küsur yıl bu, dile kolay. Arifiye'den ayrılalı iki nesil geçmiş. Allah bize bu şehrin Esentepe'sindeki Üniversitede "Prof. Dr." olmayı nasip ederken Arifiye'den mezun "Profesör Doktor" ünvanlı iki öğrencimle yine aynı ilim yuvasında mesai arkadaşı olmayı da nasip etti. Daha ne istenir ki ? Sonsuz hamd ü senalar olsun..."Artık Arifiye'nin hatıra yüklü binalarının yerinde yeller esiyormuş" dediler. Yenileri yapılır. Yeter ki gönül evleri yıkılmasın. İdeallerimiz ebedi olsun. Söz uzar gider, fazlası insaf ölçülerini aşar. Bana ve arkadaşlarımıza 40-45 yıl öncesinin hatıralarıyla vefa gösteren siz değerli kardeşlerime, Arifiye ruhuyla şahsiyetini bina eden nezaket ve asalet ehline, başta mütevazı ve iyi bir yönetici olduğunu her vesileyle ispat eden Coşkun AKTAŞ bey kardeşime ve yönetim grubuna şükranlarımı arz ediyor, bu manevi değeri yüksek, adım yazılı hediyeyi, torunlarıma bırakmak üzere, memnuniyetle alıyor, öğrencilerimizden ve arkadaşlarımızdan vefat edenlere rahmet, kalanlara nice hayırlı yıllar içinde sağlık ve afiyetler niyaz ediyorum. Allah bütün mazlum ve masumları korusun. Türklüğün bahtı açık olsun. İslam milletleri uyansın inşallah. İnsanlık da kendine gelsin, diye dua ediyorum.