Prof.Dr. M.Mehdi ERGÜZEL

1973 yılı itibariyle İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü mezunuyum. Cumhuriyet'in 50. Yılında Edebiyat Öğretmenliği nasip oldu. 100. yıla doğru hamdolsun hala sınıflardayım. 1991 yılında İstanbul Üniversitesi'nde Yeni Türk Dili alanında Prof.Dr. Mertol TULUM'un danışmanlığında doktoramı yaptım. Alanımla ilgili 10'un üzerinde kitabım, 100'ün üzerinde makalem, edebiyat ve dil kültürüne dair bir o kadar deneme yazım neşredildi. Tezlerini tamamlattığım; 10 doktor "Dr./PHD" öğrencim ve 47 yüksek lisans öğrencimin yanısıra danışmanlığımızda bitirme tezi yapmış yüzlerce lisans öğrencimiz oldu. Nihayet yıllar içinde Edebiyat öğretmeni olmuş, şimdi siyaset dahil, farklı mesleklerde görev yapan binlerce öğrencim, mesleğimin gurur tablosudur. Bu gençlerle sınıflarda yıllarca bir arada olduk. Yarım asra varan bir meslek hayatı yaşadım. Şükürler olsun. Daha ne olsun ? 1968 yılında İstanbul Yüksek Öğretmen Okuluna seçilerek geldik biz. Edebiyat ve Fen diye Üniversitenin ilgili fakültelerinde okuyup lise öğretmenleri olarak yetişmek üzere değerlendirildik. Yüksek puanlar aldık. O zaman aldığım puanla Hukuka, Siyasala, İktisada gidebilirdim ama gönlümde edebiyat ve psikoloji temayülü vardı. Şüphesiz tercihimizi şuurlu olarak, kendi irademizle yaptık. Birileri bizi zorlamadı. Beni bu alanın mesut ettiği kadar başka bir alan mesut etmeyebilirdi. Bir hoca için Türk Dili ve Edebiyatı sahası paha biçilemez bir güzelliktir. Ama ben iktisatla da, felsefeyle de, tarihle de, siyasetle de, ilahiyatla da, güzel sanatlarla da bir aydın olarak daima ilgiliyim. Şu an da acaba borsa yükseldi mi düştü mü diye merak ediyorum. Çünkü ülkemin ekonomisini takip etmeliyim. Bir ekole mensubiyet insanı daraltır ama mensubu olmakla şeref duyduğum birinci duygum, Türk olmamdır. Atatürk'ün çok güzel bir ifadesini hatırlayarak, yaratılışımda soy adımla mütenasip bir güzellik varsa Türk olarak yaratılmamdandır, diye söyleyebilirim. Şüphesiz ki Türk olmak, Müslümanlıktan ayrı düşünülemez. Ama ben yeryüzünde insani değer olarak Müslüman olmayanlara da sempati duyuyorum. Türk bana farklı geliyor. Diğer taraftan da ben insanlık ailesine saygılıyım, yeter ki insanlık düşmanlığı yapmasınlar. Gökalp bunu iyi formüle etmiştir. 'Türk milletindenim, İslam ümmetindenim, çağdaş medeniyettenim.' Yani Garp medeniyetindenim diyor. Türk-İslam-muasır dengesi, üçlemesi benim mensubiyetimin birinci rengidir. Siyasi ve ekonomik plandaki mensubiyetim, ekonomide liberal ama milli hassasiyet ve sosyal demokrat endişeleri olan bir insan olma yönündedir. Mensubiyetim bir keskin bir tavır almak yerine çok da kıvrak / kaypak olmamak kaydıyla liberal ekonomik düzende ama sosyal demokrat denetimlerle milli hassasiyetlerin göz ardı edilmediği, İslam'a da aykırı gelmeyecek, karşı çıkmayacak dengeli bir sistem. Kimisi buna üçüncü, dördüncü yol diyor. Bence hiçbir mahzuru yok. Yani bunun dinle ne ilgisi vardır, diyemezsiniz. Faiz, kar payı gibi konularda bir sürü tartışmalar var. Çok da hakim olmadığım bir alanda demagoji hatasına düşmek istemiyorum. Haddimi aşmadan bunu ifade edeyim. İstikametim budur. Yarın biri beni başka yönde ikna etmeye çalışırsa -ki hiç zannetmiyorum- hüsrana uğrar, hiçbir teori benim çizgilerimi değiştiremez. Çocuklarıma, araştırmacı ve çalışkan öğrencilerime de böyle intikal edeceğinden hiç şüphem yok. Samimi ifade etmem gerekirse, mesleğe girdiğim 1973'ten itibaren basında ve yayında Türkiye'deki iktisadi gelişmeleri takip ettiğim söylenebilir. Alanım olmasa bile ilgi duyuyorum. Vural Savaş adını belki kaynaklarınızdan okuyor, duyuyorsunuzdur. Bir zamanların ünlü iktisat profesörlerinden biriydi. 36 yaşında profesör olunca herkesin ilgisini çekmişti. O yıllarda gazetelerde iktisatla ilgili sayfalar, köşeler pek yoktu, spor ve magazin sayfaları ilgi çekiyordu. Sonra yavaş yavaş ekonomiye ilgi başladı, bir sayfa, iki sayfa iktisat bölümleri, televizyonlarda iktisat programları derken bütün Türkiye'ye yayıldı. Bugün Türkiye'de İktisat ve İşletme Fakültesi olmayan üniversite yoktur. Bu ne demektir? Yüzlerce doçent, profesör ve doktora yapmakta olan genç, üniversite ve iktisat kadrolarına açıldı, muazzam bir piyasa ve para dünyası oluştu. Garip olan şudur, Türkiye'nin iktisadi problemleri neden bir türlü rayına girmiyor ? O zaman siz alanın bilim adamlarının bunda bir mesuliyet payının olmadığını söyleyemezsiniz. Bir zamanlar, görevdeki hükümetin hukuk meselelerinde yetkili, değerli bir profesör vardı. Rahmetli oldu. Ama ben onu televizyonda dinlerken zevk alamıyordum. Türkçesini de üslubunu da beğenmiyordum. Şüphesiz alanında kuvvetliydi, iyi bir insandı ama koskoca bir hükümete hukuk alanında sadece onun yetmeyeceğini düşünüyordum. İktisatçılar için de öyle. Mecliste teorisyen derecesinde, iz bırakan iktisatçılar olsaydı herhalde millete yansıyan daha zevkli tartışmalar duyardık. Türkiye'nin dahilere ihtiyacı var. Bu yüzden iktisadi alanda tezler ve eserler ortaya konulmuş olsa bile dünyayı etkileyecek teorisyenlerin olmadığı endişesi beni rahatsız etmektedir. Ben bir aydın sıfatıyla iktisatla ilgiliyim. Ama tarihte var olan, tıpta var olduğu söylenen zenginlik umarım iktisatta da vardır da ben bilmiyorumdur yahut konuşmaya, yazmaya çekiniyorlardır. Yüzlerce akademisyen iktisatçı var. Tercih listesi oluştururken bir iktisatçı kadar keskin bakışlarım olmasa da ilgilendiğim ve yazılarını okuduğum iktisatçılar var. İstanbul Üniversitesi'nde bu fikri temeli kuran Rahmetli Prof. Sabahattin ZAİM'di. Sabahattin ZAİM, öğrencilik zamanlarımızda konferanslarını dinlediğimiz, kendisini ve eserlerini takip ettiğimiz kıymetli bir hocaydı. Daha sonra Prof. Asaf Savaş AKAT'ın adı bir ara öne geçti. Ünvanını pek kullanmasa da son zamanlarda adı duyulan rahmetli Güngör URAS. Sonra yine iktisadın sosyoloji ve sendikacılık alanlarında ismi öne çıkan rahmetli Prof.Dr. Turan YAZGAN'ı görüşleri itibariyle önemsediğimi ifade etmeliyim. Çünkü bir takım iktisatçılar holdinglerin danışmanı olarak işi idealist çizgiden pragmatist çizgiye çekebiliyorlar. O yüzden haddimi aşmadan isimleri ihtiyatla seçiyorum. Türkiye'de iyi iktisatçılar var. Prof.Dr. Recai COŞKUN'a güvenirim mesela. Prof.Dr. Salih ŞİMŞEK iyi bir iktisatçıdır. Bir zamanlar, çeyrek asır görev yaptığım Sakarya Üniversitesi ciddi bir üniversitedir. İyi insanlar ve uzmanlar yetiştiriyor. Ama Türkiye'de hangi iktisatçılar daha öndedir ben bunu ölçebilecek durumda değilim. Yüzlerce isim var. Daha parlak isimler yetişmesini temenni ediyorum. Doktoralı iktisatçılar çoğalmalıdır ki herkes aklına estiği gibi ilim dışı yorumlar yapmasın. İktisadi problemleri aşmak onların meselesi. Ama bunu bir fıkrayla özetleyeyim. Bir Yahudi başka bir Yahudi'ye olan borcunu gecelerce nasıl ödeyeceğini düşünmüş durmuş. Uykuları kaçarmış her aklına geldiğinde. Sonra Yahudi cinliğiyle borç aldığı kişiyi arayıp: 'Salamon benim sana borcum vardı ya, ben onu ödemeyeceğim. Günlerdir parayı nasıl ödeyeceğimi düşünmekten uykularım kaçtı. Şimdi de sen düşün ve senin uykuların kaçsın.' Ben de diyorum ki; ben edebiyatçıyım kendi meselelerimle uğraşıyorum, iktisatçılar da sorunlarını kendi başlarına çözsünler. Kadere inanmayanın aklına şaşarım. Kader beni kimyacı yapsaydı, muhtemeldir ki genlerim beni iyi bir kimyacı yapacaktı. Öyle bir kanaatim ve şükrüm var. Sanata, iktisada, siyasete daima ilgim olmuştur. Benim mesut olduğum yer burası. Alışkanlık kadar sevginin de bunda rolü olduğu söylenebilir. Ben kendi alanımdan size doğru gelecek bir üslupla şunu söyleyeyim: Üniversite 8 dönem, belki bu yüksek lisansla 10-12 dönem olur. Üniversite, dönemler boyu bol bol kitaplar, makaleler okunan bir yer olmalıdır.. Eğer orada da öğrenciler, liselerde olduğu gibi ikide bir finaller, vizeler, ödevlerden başını kaldıramıyorsa boğulurlar. Bizim klasik eğitimimiz galiba daha doğruydu. Her alanda olduğu gibi iktisatta da hürriyete inanıyorum. Öğrenciler rahat konuşabilmelidirler. Doktora yapan ve sonrasında akademik tercihi o yönde olanlar, düşüncelerini rahatlıkla ifade edebilmelidirler. Ama bu görüşler, sağlam verilerle ikna edici olmalı ve basında bol bol yorumlar yapılmalıdır. Zaman zaman ekonomi sayfalarını incelediğimde iktisadi açıdan benim ufkumu açan yazılar görüyorum. O ufuk açıcı yazılar, bazen ne hikmetse Türkiye'de doktora yapanlar arasından değil de İngiltere' de doktorasını yapmış Dr. Şeref OĞUZ gibi bir arkadaşımızdan ya da hiç ummadığımız bir iktisat mezunundan çıkıyor. Herhalde akademisyenlerin dünyayı biraz daha zengin bakışlarla okumasında fayda olacaktır. Akademisyenler hayatın içinde de olsalar, danışman olsalar, kalem sahibi olarak partilerde görev alabilseler keşke. Bir ara Prof.Dr. Recai Coşkun Bey'in bir genel başkanın danışmanlığını yapması gibi. Çok sayıda danışman olmalı, sık sık istişareler yapılmalı. İktisatçı akademisyenler cesur ve ayağı yere basan yorumlar yapmalı, kamuoyu ile paylaşmalıdırlar. Böyle bir tavrın çok daha faydalı olacağını düşünüyorum ve gelecekten daima ümitliyim. 19-20 yıldır iktidarın başında olan bu kadronun şüphesiz başarıları olmuştur. Ancak kendileri de itiraf etmektedirler ki bazı konularda hedeflere varılamadığı da malumdur. Temenni ederiz ki bundan sonraki gelişmeler Türkiye'nin lehine olur. İktisadi manada başarıların ve hayal kırıklıklarının olduğunu söyleyenler var. Dini manada da birtakım sarsıntılar yaşanmıştır, taşlar yerine oturacaktır. Çünkü bu millet Anadolu'da en az bin, öncesinde de en az iki bin yıllık bir geçmişe sahiptir. Siyasetin din dışında değerlendirilmesi gerektiğine inanıyorum. Çünkü Türkiye'nin ilahiyat sahasında da çok iyi yetişmiş kadroları vardır. Uzman olmayanlara, siyasi kadroları teslim edemeyeceğimiz kadar ciddi bir iştir bu. İşsizlik, benim duydukça tüylerimi ürperten bir hadisedir. Hanımların gönüllü liderliği teslim ettiği eşlerinin çalışmasını, iş sahibi olmasını öncelikli esas görüyorum. Ama Türkiye'nin bütün kızlarının yüksek tahsil yapması hatta göze alıyorlarsa kariyer yapması gerektiğine de inanıyorum. Yuva kuracak yarının gençlerinin, riyasetin erkeğe teslim edildiği dünyasında kültürlü ailelerin erkeklerinin işsizliğini düşünmek bile istemiyorum. Eve ekmek getirecek adam, mutlaka en az 6-7-8 bin lira aldığı bir işe sahip olmalıdır. Kızlarımızın 5 gün boyunca çalışıp ezilmesi değil de kendisini tatmin edecek yarı zamanlı- yarı ücretle çalışarak eşine destek olabileceğini düşünüyorum. Bu teklifimin, işsizliğe de geçici bir çözüm olabileceğini düşünüyorum . Ayrıca emeklilik yaşı, eskisi gibi, hanımlarda 45 ve erkeklerde 50'li yaşlara indirilmelidir. Görünen o ki Türkiye'de tek başına iktidara gelmiş dört önemli lider Menderes, Demirel, Özal ve Erdoğan liberal saha ekonomisi uygulamıştır. Onun dışındakiler başarılı olamamıştır. Rahmetli Ecevit'in uygulamaları hep hüsrana uğramıştır. Rahmetli Erbakan'a da pek fırsat verilmemiştir. Rahmetli Türkeş ise bütün bunların üzerinde büyük davaların adamıydı ve yetişmesine vesile olduğu nesil, Türkiye'nin istikbalinin ve istiklalinin teminatıdır. Diyebiliriz ki ki dünya iktisadına, liberal saha hakimdir ama sosyal demokrat hassasiyetlerin de olması gerektiğini düşünüyorum. Sendikacılığın zayıflamış olması bana pek sağlıklı gelmiyor. Ama ümitsiz değilim. Daha parlak isimlerle, pragmatik olmayan, samimi ve tatmin edici açıklamalarla, kelime oyunlarına dayanmayan izahlar olmalıdır. Yani IMF'ye borcumuz bitti denilirken niye cari açık olduğu da açıklanabilmelidir. Bence Türkiye'nin gücü, genç nesillerin birikimi bizi ezdirmeyecektir. Türkiye'nin büyüme hızının son birkaç yıldır kesildiği malumunuzdur. Eksilerden yüksek artılara geçildiği iddiası, bir rakam yanılmasıdır. Büyümede 2,5 ile 3 arası bir daralma olduğunu ifade edenler de vardır. Öyleyse temenni ettiğimiz ölçüde sağlıklı, istikraralı bir büyüme olmadığı da söylenmektedir. Belki de bunda bazı siyasi risk almaların aleyhimize gelişmeler doğurduğu söylenebilir. Halbuki Türkiye'nin büyüme potansiyeli siyasi bir oyun olmanın da ötesinde yüksektir. Ancak kendi tecrübelerimin, siyasi ve ekonomik temayülüm istikametinde şunu söylemeliyim; sanayileşmeden ziyade bilhassa tarımda gelişme dengesinde hatalara düşülmüştür. Türkiye'de ekonomik gidişatın dengeli olması gerektiği açıktır. Bizi temsil edecek muazzam bir ekonomik yelpazeye, başta Türk dünyası olmak üzere bütün dünyaya açılmamız gerekiyor. Merkez Bankası'nın bağımsız olmasına alışmış bir memleketiz. Dünya uygulamalarının da bu yönde olduğunu tahmin ediyorum. Ama bu mesele tahmin işi değildir, erbabı konuşmalıdır. Tabi ki hükümetin Merkez Bankası üzerinde etkisi olur. Fakat para meseleleri ince meseleler olduğu için açıklamalar yapılırken, dolar, altın ve petrol dengelerini sarsmaması için yorum erbabına bırakılsa, mesela o konuda sayın Cumhurbaşkanının yanısıra veya onunla birlikte uzman kimseler de rahatlıkla konuşsa ben daha çok etkilenirim. Hükümetlerin bu işi dengeli götürmeleri temenni edilir . Bizim elimizde sihirli bir reçete olamaz. Ben şahsen Milli Eğitim meselelerini çok iyi bilirim. Ancak iktisat kaygan zeminler üzerindedir. Planlı ve dürüst ekonomiye inanırım. 5-10 yıllık kalkınma planları eskiden beri bazı ülkelerin denediği usullerdir. Türkiye ona hala belli ölçülerde devam ediyor. Bu işi Demir Perde ülkeleri daha çok yapıyordu. Tesadüflere bırakılamayacak olan bu ciddi işlerin yine planlı ekonomiyle ama liberal hürriyet dengelerini bozmadan yürütmeleri gerektiğini, kayıt dışı ekonominin kontrol altına alınması gerektiğini en az kırk, elli yıldır okuyup dinlediğimiz için biliyorum. Ben zengin bir ailenin iflas etmiş sonra da fakirleşmiş bir torunuyum. Bunun ne demek olduğunu bizzat yaşayarak bilenlerdenim. Yedi yıl sevgili devletimin kanatları altında yatılı okuyarak mesleğine kavuşmuş, -hamdolsun- orta gelir seviyesinin biraz üstüne çıkmış bir insanım. Ama ben bu denge ve grafikleri bildiğim için çok da lükse hevesli bir adam olmadım. Milletimiz de öyle değil. Kendimize gelmemiz, hesaplı, tasarruflu olmamız şarttır. Avrupa Birliğine girmeyişimizin kaybettireceği hiçbir şey yoktur ama zaten almazlar. Almama ihtimalleri de umurumuzda olmamalıdır. Ama biz alternatif projeler oluşturabilecek potansiyele sahibiz. Türkiye'de sağlıklı bir tarım, sanayi, eğitim ve para dengesini kurduktan sonra ve bin ihtisas üniversitesini pırıl pırıl gençlerle donattıktan sonra dünyada ilk on'a, zamanla 300 milyonluk Türk Dünyasıyla birlikte ilk beş'e girebiliriz, girmeliyiz. İki milyarlık İslam dünyası, diğer dost dairedir ve nihayet sekiz milyarlık insanlık ailesinin "aç donatan yoksul giydiren adaletli" zamanlarının hasretindeyiz. Kürtler bizim bin yıllık kardeşlerimizdir. Türkiye'de etnik gruplar olduğu iddiasını ve ikide bir bu konunun açılmasını doğru bulmuyorum. Bu akrabalık çok ciddi ve samimidir. Bu konuda son derece iyimserim, bu iş bitecek. Kürt akrabalarımız bizsiz yaşayamaz. Kürtler bizim kadar sevimli ve samimi, çalışkan ve asil bir başka akraba daha bulamazlar. Akıllı Kürt bunun farkındadır. 5-6 milyon, belki daha fazla Türk-Kürt aile akrabadır. Etnisiteyi, 72,5 milletlik Amerika düşünsün. Bir terör sorunu biter yarın başka bir terör sorunu başlatırlar. Türkiye'yi rahat bırakmazlar. Milletimizin ve devletimizin her alanda güçlü olması lazım. Mümkünse harp silahlarınızı kendiniz yapacaksınız. Ona buna muhtaç olmayacaksınız. Teknolojiniz gelişecek. Teknik üniversiteleriniz, tıp üniversitelerinizin sayısı gelişerek artacak. Bilhassa, Milli Eğitimde atılımlar yapabilmek için TÜRKİYE ÖĞRETMEN AKADEMİSİ'nin kurulması şarttır. Türkiye'nin geleceğinden ümitli olmalıyız.