​​​​​​​Prof.Dr.M.Mehdi ERGÜZEL

Herhangi bir alanda isim yapmış kimselerin hayatı, şahsiyeti, meziyetleri ve eserleriyle tanıtıldığı inceleme yazıları veya kitaplara biyografi veya biyografya denilir. Yakın zamana kadar bu tür çalışmalara hayat hikayesi veya tercümeihal / hal tercümesi denilmekteydi. Zamanımızda biyografiye "yaşam öyküsü" veya de deniliyor. İşin tadını kaçırarak tamamen yabancı bir kısaltma ile CV deyip insan kişiliğinin aynası olan ciddi ve özel bir bilgi belgesini bilgisayar çıktısının basitliğine düşürme eğilimi ise pek hoş karşılanmamaktadır. Biyografilerde kendi alanında topluma veya insanlığa hizmetleri dokunan kimsenin hayatından kesitler verilir. Ne zaman, nerede doğduğundan, ailesinden, çocukluğundan, nasıl yetiştiğinden, eğitiminde payı ve rolü olan kimselerden, gençlik ve yetişkinlik çağlarından, ileride vereceği eserlerin alt yapısı sayılacak kaynaklardan, çalışmalarından ve başarılarından söz açılır. Bu bilgilerin güvenilir ve belgeli olmasına dikkat edilir. Bunlar, o kimsenin hatıraları veya kendisi hakkında ilk elden bilgiye sahip kimselerin söyledikleri ile yazdıkları da olabilir. Bütün kültür ve medeniyetlerde ünlü kişilerin hayatları ilgi çekmiş ve merak uyandırmıştır. O kimseleri örnek almak isteyenler, onların nasıl bir hayat yaşadıklarını, nasıl bir başarı yolu izlediklerini öğrenmek maksadıyla ilgili eserleri okumaya yönelmişlerdir. Tarihte bu türlü eserlerin etkili olduğu söylenebilir. Köktürk Yazıtlarında Bilge Kağan, kendisinden ve kardeşinden bahsederken, neler yaptıklarını anlatırken devirleri hakkında da ipuçları verir. Peygamberlerin hayatını anlatan Kısas-ı Enbiya tarzında eserler ve Siyer-i Nebi de denilen Peygamberimizin vasıflarının anlatıldığı metinler, bir anlamda o devrin biyografik mahiyette kitaplarıdır. Şair ve yazarların tanıtıldığı Tezkire-i Şuara denilen eserler de bu tarz kaynaklar arasındadır. Son devirde İ. M. Kemal İnal'ın yazdığı Son Asır Türk Şairleri bu türün eskiye bağlı son örneğidir. Cumhuriyet döneminde bu işi edebiyat tarihçileri yapmışlardır. M. Fuat Köprülü'den N. Sami Banarlı'ya, Ahmet Kabaklı'dan V. Mahir Kocatürk'e kadar çok sayıda araştırmacı son derece değerli biyografiler yazmışlardır. Bu çalışmaların önemli bir bölümü, yazı boyutlarını aşarak bağımsız, monografik biyografi kitaplarına ulaşmıştır. Mesela, Mithat Cemal Kuntay'ın Mehmet Akif adlı biyografisi , M.Emin Erişirgil'in Ziya Gökalp'i anlattığı, Bir Fikir Adamının Romanı, Ş.Süreyya Aydemir'in Atatürk'ü anlattığı Tek Adam, A. Hamdi Tanpınar'ın Yahya Kemal, Mehmet Kaplan'ın Namık Kemal, Orhan Okay'ın Beşir Fuad ve benzerleri sayılmalıdır. Ayrıca son yıllarda Altan Deliorman'ın Eski Albümden Silik Çehreler ile Beşir Ayvazoğlu'nun Siretler ve Suretler adlarıyla kitaplaşan yazıları, biyografi türüne hususi renk ve güzellik katan yeni çalışmalardır. Otobiyografi ise, biyografinin özel bir çeşididir. Değişik alanlarda değer ifade eden kişilerin kendi kendilerini anlattığı eserler, otobiyografidir. Hatıra türündeki kitap veya yazıların otobiyografik tarafı vardır. Sanat, siyaset ve kültür alanlarında eser vermiş ve toplumları etkilemiş bazı şahsiyetler, kendi hayatları ve çalışmaları hakkında, ya hatıralarını yazarak veya mülakat tarzı sorulara verdikleri cevaplarla açıklamalar yaparlar. Bunlar otabiyografik bilgidir. Ömer Seyfettin'in "Ben Gönen'de doğdum." diye başlayan hikayesi ile Muallim Naci'nin "Ömer'in Çocukluğu" bu bakımdan dikkate değer eserlerdir. Ünlü şahsiyetlerin kendi çocukluk ve gençlik dönemlerini ilk ağızdan anlattıkları bu türlü eserler sonraki yıllarda yapılacak çalışmalar için güvenilir kaynak niteliğinde sayılır. Bilhassa Cumhuriyet'in kuruluş yıllarını takip eden hareketli basın yayın hayatımız içinde birçok ünlü ile yapılmış çok sayıda röportaj ve mülakatlar otobiyografik bilgilerin zenginleşmesini sağlamıştır. Hele son yıllarda televizyon yayınlarının artmasıyla belgesel imkanlarının da ona paralel olarak artışı, sesli ve görüntülü sayısız özel bilgiyi kaydetme fırsatı sunmuş, şöhret sahibi değerleri kendi ağızlarından değişik zamanlarda dinleme ve anlama kolaylığı getirmiştir. Otobiyografinin kaynaklarının ve malzemelerinin çeşitlenmesi daha ayrıntılı inceleme yapacaklara, çalışmasını monografik boyutlara taşıyacaklara da fayda sağlamıştır. Ş. Süreyya Aydemir'in "Suyu Arayan Adam" adlı eseri kendisinin hayat hikayesi olmak bakımından otobiyografik bir romandır. Yahya Kemal'in "Çocukluğum-Gençliğim-Hatıralarım" yine otobiyografik mahiyette bir hatıralar kitabıdır. Adile Ayda'nın "Böyle İdiler Yaşarken" kitabında söz konusu kimseler kadar kendi hakkında ipuçları sunduğundan her iki türe malzeme vermektedir. Yusuf Ziya Ortaç'ın "Portreler" kitabı da bu grupta sayılırsa yanlış olmaz. Üçüncü Cumhurbaşkanımız Celal Bayar'ın "Ben de Yazdım" adıyla birkaç cilt olarak kaleme aldığı eser de yakın tarihimiz için önemli bir kaynaktır. Bu noktada son Osmanlı hükümdarlarından II.Abdülhamid'in "Hatırat"ı da otobiyografik eser tarafıyla düşünülmelidir. Son yıllarda ünlü yazarlar için hazırlanan "Armağan Kitap" ların bilhassa ilk tanıtma yazılarında zengin bilgiler vardır. Bazı yayın kuruluşlarınca yapılan " A. İlhan Kitabı", " Halil İnalcık Kitabı", "İlber Ortaylı Kitabı" gibi müstakil kitaplar ve 70, 80. yaşları ile vefatları dolayısıyla bazı dergilerde hazırlanan özel sayılar da, ilgili kişilerin değişik yönlerini tanıtarak hem biyografik hem otobiyografik bilgileri çok yönlü hale getirmekte, ilerde aslında birer monografi demek olan bu ünlülerle ilgili tezleri yazacaklara, inceleme ve kitap hazırlayacaklara da kaynak gösterip seçme yapabilecekleri renkli sayfalar sunmaktadır. Biyografi, otobiyografi ve monografi arasında belli açılardan yakınlıklar olduğu söylenebilir. Biyografi, bir ünlünün hayatına ve eserlerine dışarıdan objektif bir tanıtma yaklaşımı denemesi; otobiyografi ise , bir ünlünün kendi hayatını kendisinin yorumlamasıdır ki objektif olması mümkün değildir, büyük ölçüde subjektiftir yani şahsi ve hatta hissidir. Monografiye gelince bir kişinin veya bir hayatın inceden inceye, makaleleden kitaba genişleyecek bir tafsilatla bilimsel kurallara uyarak ele alma ve tanıtmadır. Bu bakımdan monografi , diğer ikisinden daha gelişmiştir daha ileri bir merhaleyi temsil eder. Bir konuda tatmin edici bilgiye ulaşmanın yolu monografik çalışmalara yönelmek ve kaynakların tamamına vakıf olmak için konuyu enine boyuna tetkik etmektir. Monografi, bir konu üzerinde yoğunlaşarak hazırlanılan inceleme yazıları veya daha geniş çapta yapılan kitaplaşmış eserlere verilen edebi addır. Bu türlü çalışmalar bir ünlü şahsiyet hakkında yapılabileceği gibi seçilen bir konunun ayrıntılarına girildiği uzmanlık incelemeleri de olabilir. Mesele, monografik olmak yani bir konuyu derinleştirmek, başka konulardan uzaklaşmaktır. Monografilerde her konu yalnız ana konu ile ilgisi nispetinde önem taşır. Zaten bilimsel çalışmalar veya uzmanlaşmaların da mantığında bu vardır. Eskilerin "ağyarını mani, efradını cami" diye özetledikleri bugün için "gerekmeyeni dışta tutan, lüzumluyu içine alan" şeklinde karşılayabileceğimiz bir mantık, monografiyi de açıklayabilir. Monografinin konusu alabildiğine ayrıntılı ve geniş olabilir. Bilimsel toplantılarda sunulan bildirilerden yüksek lisans ve doktora tezlerine kadar her uzmanlık çalışması bir monografi sayılır. Mesela büyük Türk şairi Yunus Emre'nin hayatı, kişiliği, eserleri ve bunların tasnif ve yorumları bir Yunus Emre Monografisi olduğu gibi sadece Yunus'un söz verlığına, cümle ,kelime grupları ve gramatikal dizine dair bir çalışma da monografidir. Edebiyat tarihçimiz Fuat Köprülü'nün "Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar" kitabı bir monografi olduğu gibi İskender Pala'nın " Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü" de monografik mahiyette bir sözlük çalışması bir uzmanlık eseridir. İlim hayatını geliştiren tek tek konular üzerinde iğne ile kuyu kazarcasına yapılan bu türlü çalışmalardır. Bilgisayar alanında mikroişlemci, tıpta mikrocerrahi, biyolojide mikroorganizma ne ifade ediyorsa monografik incelemelerde de kılı kırk yarmak, gerçeği bulmak uğruna her taşın altına bakmak, aynı meraklı seyahatin aydınlık sonucunu temsil ediyor. Maksat, doğruyu bulmak ve bilimin gelişmesine hizmet etmektir. Zaten inceleme kelimesinin önceki karşılığı olan "tedkik" sözünün temelinde de "ince dikkat" vardır. Eskilere göre, müdekkik / tedkik eden bir dikkat ancak gerçeği bulabilir. Bunun zıttı "üstünkörü" veya "rastgele" olabilir. İncelemek yerine işi "ucundan tutarak geçiştirenler, şöyle bir bakıp baştan savanlar" asla ciddi ve güvenilir araştırmacı ve incelemeci olamazlar ve bulundukları yerde güven uyandırmadıkları gibi uzmanlık alanlarında tutunmaları da zordur. Monografi hazırlayacak kimsenin; düzenli bir çalışmaya, alanı tanımaya, kaynakları tespit edip kendi içinde gruplandırarak ayırmaya, önem derecelerine göre incelemeye, yazmadan evvel planlamaya, benzeri çalışmalarla karşılaştırmaya, ortak ve farklı tarafları belirtmeye, tekrardan kaçınmaya, ana ve ara başlıkları tespit ederek konuyu sağlam ve düzgün bir üslupla kaleme almaya dikkat etmesi gerekir. Sosyal ve kültürel alanlarda olduğu gibi fen ve teknik alanlarında da binlerce monografi yazıldığı ve bunların sonraki çalışmalara kaynaklık ettiği bilinmektedir. Mesela Tolstoy üzerine bir dizi film çekmeyi planlayan bir şirket, senaryoyu bir kişiye verirse yanılabilir. Çünkü bu bir uzmanlar topluluğu çalışmasıdır. Edebiyatçıdan tarihçiye, bilim adamından o konunun doktorasını yapmış kimselere, hatıra kaynaklarına, tiyatro ve sinema dünyasının tecrübeli mensuplarına kadar geniş bir danışmanlar ekibiyle aylarca çalışılmalıdır. Zaten bu türlü yapımlar zamanımızda büyük bütçelerle ve ciddi hazırlıklarla yürütüldüğünde başarılı olmaktadır.