İstanbul ve yakın zamanda hizmete açılan Çanakkale’deki asma köprüleri kastetmiyorum. Onlar tam tersine, büyük şehirleri trafik kaosundan ve ulaşım çilesinden kurtarmak amacıyla planlanmış, hatta geç bile kalınmış önemli kazanımlardır. İstanbul’un nüfusu az iken bir Galata, bir Haliç köprüsü ihtiyaca cevap verebiliyordu. Düşünün 1 milyonluk şehirde bugün 17,18 milyon insan yaşıyor.Tasını tarağını alan, taşı toprağı altın denilen bu kente koşmuş. Felsefesi olmayan bir kentleşme ve plansız sanayileşmenin kaotik sıkıntılarını hepimiz biliyoruz. Bugün bu köprüler bile yetersiz kaldığı için Metro ve Marmaray projeleriyle çözüm arıyor belediyeler. Demem o demek ki; köprüler önemli. Dün de önemliydi, bugün de önemli.
Ama başta belirttim ya, benim dikkat çekmeye çalıştığım konu ; kültür mirası olarak kabul ettiğimiz tarihi köprülerdir.Trakya’da bir çok köprüyle karşılaşmak sanırım sizi şaşırtmıyordur. Çünkü denizleri gemilerle aşabilirsiniz ama nehirleri geçmeniz köprülerle mümkündür. Ergene’yi,Meriç’i,Vardar’ı,Tuna’yı başka nasıl geçebilir, kızılelmaya nasıl koşabilirdiniz? Özellikle Edirne aynı zamanda su ve köprüler kentidir. Balkanlar’ın yüksek dağlarından doğan Meriç, Arda ve Tunca ırmakları Edirne’de buluşur ve daha güneyde Ergene Irmağı’nın sularını da alarak Ege Denizi’ne dökülür. Edirne’nin tarihi, ekonomisi ve kültüründe bu ırmaklar kadar, üzerindeki köprüler de önem taşır.
Bu köprülerden; XV. yüzyılda yapılan üç kemerli Fatih (Cephanelik) Köprüsü, Mimar Hayrettin’in II. Bayezit Külliyesi ile birlikte 1488 yılında yaptığı Sultan II. Bayezid Köprüsü, 16 kemerli Gazimihal Köprüsü, XVI. yüzyılda Mimar Sinan tarafından yapılan dört kemerli Kanuni (Saray) Köprüsü, yine Mimar Sinan’ın eseri Yalnızgöz Köprüsü, 1451 yılında ünlü vezir Hadım Şahabettin Paşa tarafından yaptırılan on kemerli Şahabettin Paşa (Saraçhane) Köprüsü ve Mimar Mehmet Ağa tarafından 17. yüzyılın başında yapılan Ekmekçizade Ahmed Paşa (Tunca) Köprüsü, Tunca ırmağı üzerinde yer alır.Meriç Nehri üzerinde bulunan, Abdülmecit zamanında 1842-1847 yılları arasında yaptırılan Mecidiye (Meriç) Köprüsü, 263 metre uzunluğunda ve 12 kemerlidir.Ergene Nehri üzerindeki Uzunköprü ise, II. Murat tarafından 1427-1443 yılları arasında yaptırılmıştır. 1392 metre uzunluğunda ve 174 gözlüdür.
Bu tarihi bilgiyi de aktardıktan sonra sadede gelelim. Üç gün önce yerel basında okuduğum açıklama, ümidimi yeşerten can suyu gibiydi. Trakya Üniversitesi Sanat Tarihi Bölüm Başkanı Prof.Dr.Engin BEKSAÇ, bir ilim adamı ve Edirne sevdalısı olarak bu açıklamasında ; birer ecdat yadigarı ve atalarımızın mirası olan tarihi taş köprülerimizin daha fazla tahribata maruz kalmaması için trafiğe kapatılması gerektiğini söylüyordu. Bu konuda daha önce yazılmış makalelerime bugün yenisini eklememe fırsat açan saygıdeğer hocama teşekkür borçluyum.
Üniversiteler bulundukları şehrin ışık kuleleri, bilim merkezleridir. Üniversiteler, akademisyenlerin sadece ekmek kapısı olarak algılanmamalıdır. Gerçek bilim ve sanat adamları, o kentin ruhuna nüfuz edebilen, kentin sosyal ve kültürel yapısını gerçek belgelerle araştırıp ebedileştiren, gençlerin önüne yeni ufuklar, yeni heyecanlar koyabilen gerçek mürşitlerdir. Sayın Beksaç bence o aydınlardan biridir.
Anlamını biliyor, mesajını okuyabiliyorsanız, her tarihi eser, geçmiş yılların yadını anlatır size. Köprüler mazi ile bugünü birleştirir gönüllerde, iki yakayı birleştirir. Elveda Rumeli dediğimiz günden beri Tuna mahzundur,ardımızda bıraktığımız köprüler öksüzdür. Meriç niye sığmaz bendine, Ergene niye ağlar kara talihine, kafa yordunuz mu hiç? Ya kolu kanadı kırılan, taşları sökülüp, bağrı delinen köprülerin ıstırabını yaşadınız, iniltilerini duydunuz mu siz?
Köprülerin hikayesini bilmeden ne Edirne’yi, ne mübadillerin gözyaşlarındaki çığlığı bilemez, duyamaz, hissedemezsiniz. Son talikanın dağılan tekerleklerinden biri, belki hala o köprülerin taşları arasındadır. Kimbilir belki de kalbinin yarısını Selanik, Langaza , Drama’da bırakan, masum ve mahzun göçmenlerin yanaklarından süzülen damlaların yaşayan tanıklarıdır o köprüler.
Ben sayın Engin hocam gibi hassasım bu konuda. Uzunköprü bildiğim kadarıyla üçüncü büyük onarımı yaşıyor. Her seferinde canına, ruhuna okundu, aslına uygun olmayan tadilatlar yapıldı, orjinalliği bozuldu. Bırakın büyük tonajlı kamyonları, yıllarca demir paletli tanklar geçti üzerinden. Ecdadım 600 yıl önce başarmış bunu. Biz yeni bir köprü yapamaz,dünyanın en uzun taş köprüsünü bağrımıza basamaz mıydık? Nitekim çevre yoluyla birlikte çelik köprüyü inşa ediverdik,ama iş işten geçtikten sonra. Meriç ilçesinden gelenler için de ters tarafta bir tali köprü var bugün. Kış mevsiminde zaman zaman sular yükselse de çevre yolundaki köprü ulaşımı aksatmıyor. Sonuçta alternatif başka çözümler de bulunabilir.
Diyorum ki; Edirne’deki köprüler de dahil, tarihi Uzunköprü de trafiğe kapatılmalı, turizme kazandırılmalıdır. Uzunköprü Edirne köprüleri gibi ışıklandırılmalı, gezi parkuru haline getirilmelidir. Ergene’nin bir an önce temizlenmesi şartıyla, ana gözün etrafına mini parklar yapılarak tarihe saygısı olanlara estetik bir seyir zevki ikram edilmelidir. Biz köksüz bir topluluk değiliz. Tarihi eserlerin üzerine titremek, sadece bir vatan borcu da değil, aynı zamanda insanlığa karşı ortak sorumluluğumuzdur. Engin hocanın önerisi çok önemlidir.