"İklimi Değiştirmeyelim, Kendimizi Değiştirelim" İklim krizinin etkileri tüm dünyada giderek daha kaygı verici bir biçimde görülmeye başlandı ve artık böyle bir olgunun gerçek olmadığını en şiddetle savunanlar bile "iklim değişikliği" gibi daha masum bir terimle ifade edilen bu durumun "iklim krizi" terimine dönüştüğünü ve insanlığın karşısındaki en önemli sorunlardan biri olduğunu kabul etmek zorunda kaldılar. Gelinen noktada tartışmalar üç temel soru üzerinde yoğunlaşıyor: (1) Bu süreç nasıl yaşanacak? (2) İklim krizinin ortaya çıkmasından, çözümünden ve neden olduğu sorunların tazmininden kim, ne kadar sorumlu? (3) Dünyanın insan için yaşanabilir kalması için ne yapılabilir? İklimdeki bu değişikliğin en çok kutupları, okyanus kıtalarını ve yoksul ülkeleri etkilemesi bekleniyor. İklim değişikliğinin etkisi sıcaklıklardaki artıştan ibaret değil. Kuraklık, seller, şiddetli kasırgalar gibi aşırı hava olaylarının sıklığındaki ve etkisindeki artış, okyanus ve deniz suyu seviyelerindeki yükselme, okyanusların asit oranlarındaki artış gibi etkenler sonucunda bitkiler, hayvanlar ve ekosistemlerin yanı sıra insan toplulukları da ciddi risk altında. İklim krizi açlık, susuzluk, felaketler sonucunda ortaya çıkan yıkım ve yoksulluk, göç gibi problemlere yol açarak dünya üzerindeki yaşamı dönüştürecek gibi görünüyor. Tarım arazileri ve ürünleri iklimdeki ani farklılıklardan doğrudan etkilenenlerin başında geliyor İklim krizi tartışmalarında üzerinde yaygın uzlaşma sağlanan az sayıdaki konudan biri, bu olgunun insanlık açısından ciddi bir adaletsizlik sorununu ortaya çıkarmış olduğu gerçeğidir. "İklim Adaletsizliği" terimi, iklim değişikliğine neden olan insan faaliyetlerinden büyük kazanç sağlayan ülkeler ile iklim değişikliğinin ortaya çıkmasında çok küçük bir payı olmakla birlikte, neden olduğu sorunlardan en fazla etkilenen ve bunlarla başa çıkmak için gereken kaynaklara en az sahip olan ülkeler arasında giderek derinleşen bu adaletsizliğin tanımlamak için kullanılmaktadır. Aynı adaletsizlik dünyanın insan için yaşanabilir kalması için alınması zorunlu olan önlemlerin getireceği yükün ülkeler arasında paylaşılmasında da söz konusudur. Geleceğin en ciddi siyaseti sağlıklı çevre ve iklim politikası olacaktır. Paris'te düzenlenen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği 21. Taraflar Konferansı'nda (COP21) küresel ısınmaya karşı alınacak önlemler, 2016 yılında 195 ülkenin oy birliğiyle kabul edildi. Kamuoyunun dikkatini çekmek, iklim krizinin dünya üzerindeki etkileri ve geldiği boyutu ortaya çıkarmak amacıyla 15 Mayıs İklim Günü olarak belirlendi. Hem insanlar hem de öteki canlılar açısından yaşanabilir bir dünya için dünya devletlerinin ciddi önlemler alması gerek. Ancak bu konuda devletler kadar bireylere de bazı görevler düşüyor. İklim değişikliğine yönelik farkındalık geliştirmek, değişime yol açan unsurları ortadan kaldırmak ve geleceğe yaşanabilir bir dünya bırakmak hepimizin ortak sorumluluğu. Bizim de iklim değişikliğine karşı yapabileceklerimiz var. Bunların başında da yaşam tarzımızda birtakım değişikliklere gitmek geliyor. İnsan eliyle tahrip etmekte olduğumuz doğanın, bu kez bilinçli insanlar tarafından korunması ve kendisini onarması için gereken olanaklara sahip kılınması zorunludur. İnsanın "çevre, tarım, toprak, gıda ve iklim etiği" kavramları ile tanışması, doğa üzerindeki etkisi arttıkça artan etik sorumluluklarını anlamasında, üstlenmesinde ve yerine getirmesinde bir dönüm noktasıdır. Günümüz insanının iklim konusundaki duyarlılıklarını eylemlerine yansıtma düzeyi, tutum ve davranışlarının etik açısından değerini belirlemede en temel öğelerden biri olacaktır. Bu nedenle "iklimi değiştirmeyelim, kendimizi değiştirelim" sloganının çağdaş insanın etik pusulasının ana yönlerinden biri olduğunu vurgulamak istiyoruz. Tarım ve Gıda Etiği Derneği TARGET Yönetim Kurulu
Editör: TE Bilisim