Eski yılın takvimlerdeki son yaprağı da düştü. Bir kocaman yıl geride kaldı acısıyla tatlısıyla,hüznüyle sevinciyle. Yeni bir yılı karşılarken ne çok dilekler sıraladık dualarımızın içine. Hep güzel temenniler, hep iyilik mesajları,sağlık ve mutluluk istemleriyle gönül tellerine dokunduk dostlarımızın. Aslında her yeni yılı büyük ümitlerle karşılarken, eskiyi hep sitemlerle yolcu etmişizdir.Nedendir bu diye sormaya gerek var mıdır dostlar? Hayatın gerçeği bu. Dertsiz bir yaşam mümkün mü ki, dertsiz bir insan, dertsiz bir yıl olsun. Ama bizi yıkılmadan ayakta tutan, tökezleyip düşsek bile yeniden ayağa kaldıran, ruhlarımızı diri tutan umutlarımız olmuştur hep.
“ Âsûde olam dersen eğer gelme bu cihana,
Meydana düşen kurtulamaz seng-i kazadan.” demiş şair Ziya paşa.
Daha anlaşılır olsun isterseniz: Eğer rahat ve huzur içinde olayım dersen, bu dünyaya gelme, çünkü buraya gelen, bu dünya meydanına düşen kimse, belâlardan, musibetlerden kurtulamaz.
Necip Fazıl Kısakürek de; “Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader” derken, belki hayatın bu gerçeğine işaret etmiştir Sakarya Türküsü’nde. “Aldırma ,böyle gelmiş bu dünya, böyle gider.” Dizesiyle de bazıları çok rahat yaşarken, bazılarının da çileli yazgısına işaret etmiştir.
Yılbaşı geldiğinde eskiyen takvimler midir sadece? Günler geçiyor, ömürler tükeniyor. Zaman akıyor, tarih akıyor, sular, yıldızlar akıyor. Ne güzel bir tespittir Tanpınar’ın mısraları:
Ne içindeyim zamanın/Ne de büsbütün dışında;
Yekpare, geniş bir anın/Parçalanmaz akışında.
Başım sükutu öğüten/Uçsuz bucaksız değirmen;
İçim muradına ermiş/Abasız, postsuz bir derviş.
Muradına eren kaç kişi vardır acaba içimizde? Ama en çok murat edenler kesinlikle çocuklardır. Onlar en güzel rüyaların beşiğinde büyürken, insanın insana ihanetinden henüz habersizdir. Doğu Türkistan’da, Filistin’de, Kuzey Kıbrıs’ta, daha dünyanın bir çok bölgesinde egemenlerin çıkardığı kanlı savaşlarda, banyo küvetinde saklanırken, kundaklarında uyurken, okul bahçesinde oynarken katledilen meleklerden habersizdirler henüz. Büyülü bir dünyanın günahsız masumlarıdır onlar. Yılbaşı onlar için yepyeni bir geleceğin başlangıcıdır. Neşedir, eğlencedir.
Yaşlar ilerledikçe hayatın acımasız gerçekleri kuşatmaya başlar dört bir yanımızı. Geçim derdi, çoluk çocuğu okutmak,bir işe sokabilmek, evlendirmek gayreti, bir konut, bir otomobil edinebilme çabası, torun sevdası derken saçlara düşen aklar, yüzlerde beliren çizgiler, hastanelerde geçen zamanlar ve nihayet, "Artık demir almak günü” nün yaklaştığını hisseder insan çaresizce, ve sonra ” Meçhule giden bir gemi” yle sessizce ayrılırız bu limandan. Tersine çeviremeyeceğiz bir döngüdür bu.
Zamanla bir çok şey gibi kutlama şekilleri de değişiyor. 40’lı yaşları geride bırakmış olanlar iyi hatırlar eski zamanları. Bayramlar veya yılbaşı kutlamaları için birbirimize rengarenk ,simli, yaldızlı kartpostallar gönderirdik. Nasıl da kalabalık olurdu kırtasiye dükkanları. Özellikle kış mevsimine denk geldiği için yılbaşı kartpostalları kar manzaralı olurdu.Geyiklerin çektiği, geçtiği karlı yolda arkasında iz bırakan, içi hediye dolu faytonlar çok ilgi çekerdi mesela. Dizginleri Noel babanın elinde olan geyikler ne kadar sevimli gelirdi bize. Karlara gömülmüş, ama bacası tüten evler vardı. O kartpostalları ışığa tuttuğumuzda içimiz ısınır, gözlerimiz parlardı.
Özellikle sevgiliye gönderilecek olan kartı özenle seçer, itina ile yazardık. Gerçi şimdikiler gibi kopyala yapıştır klişe cümleler de vardı ama sevgili için yazılanlar özeldi. Yazılan diyorum, çünkü her kartı el ile yazıp, zarfa yerleştirir, postaneye gittiğimizde de uzun kuyruklarla karşılaşır, sıra beklerdik.
O güzel günler eskide kaldı. Noel Babanın artık fayton yerine savaş uçaklarına bindiğini, masum ve günahsız çocukların evlerine hediye diyerek Sam amcanın bombalarını bıraktığını görerek büyüyor çocuklar ve ürperiyorlar.
Dostlar, belki olmayacak duaya amin demek gibi olacak ama, yeni yıl; barışın, adaletin,Hakkın hukukun,merhametin,