Usta, önünde dönen çanağa arada sırada “püf!” diye üfleyerek zamanla testiyi çatlatacak olan bazı küçük hava kabarcıklarını patlatıp giderir.

Bir olayı, bir durumu, bir kavramı daha etkileyici anlatmak için en az iki sözcüğün bir araya gelmesiyle oluşan ve çoğu zaman gerçek anlamdan uzaklaşıp kendine özgü anlam kazanan kelime gruplarına deyim denir. Türkçemiz deyimler açısından zengin bir dildir. İroni yapmak, kızgınlığımızı belli etmek, ders vermek ya da yanlış davranışlar konusunda uyarılarda bulunmak amacıyla sık sık deyimlere başvururuz Günlük dilimize yerleşmiş, uzun bir meseleyi iki üç kelimeyle anlatan deyimlerimiz, iletişimi kolaylaştıran, derdimize derman olan ve diyalog mesafesini kısaltan, temel dil ögelerimizdir... Kullandığımız deyimlerin çağrıştırdığı anlamı tahmin edebiliyoruz ama neye istinaden söylendikleri hakkında pek bilgimiz yoktur. Bizler genellikle, deyimlerimizin kökenindeki hikayeleri tahmin etmeye çalışır, hayal gücümüzde kurgularız. Aslında birçok deyimimizin çıkışı bir olaya dayanıyor. İşte bunlardan bir tanesi de "püf noktası" deyimi. Bu hafta işte bu deyiminin hikayesini paylaşmak istiyorum sizlerle. PÜF NOKTASI Vaktiyle testi ve çanak çömlek imal edilen kasabalardan birinde, uzun yıllar bu meslekte çalışan bir çırak, kalfa olup artık kendi başına bir dükkan açmayı arzu eder olmuş. Ne yazık ki her defasında ustası ona: — Sen, demiş, daha bu işin püf noktasını bilmiyorsun, biraz daha emek vermen gerekiyor. Ustanın bu sonu gelmez nasihatlerinden sıkılan kalfa, artık dayanamaz ve gidip bir dükkan açar. Açar açmasına da yeni dükkanında güzel güzel yaptığı testiler, küpler, vazolar, sürahiler onca titizliğe ve emeğe rağmen orasından burasından yarılmaya, yer yer çatlamaya başlar. Kalfa, bir türlü bu çatlamaların önüne geçemez. Nihayet ustasına gider ve durumu anlatır. Usta: — Sana demedim mi evladım; sen bu işin püf noktasını henüz öğrenmedin. Bu sanatın bir püf noktası vardır. Bunun üzerine tezgaha bir miktar çamur koyar, — Haydi, der. Geç bakalım tezgahın başına da bir testi çıkar. Ben de sana püf noktasını göste­reyim. Eski çırak ayağıyla merdaneyi döndürüp çamura şekil vermeye başladığında usta, önünde dönen çanağa arada sırada "püf!" diye üfleyerek zamanla testiyi çatlatacak olan bazı küçük hava kabarcıklarını patlatıp giderir. Böylece çırak da bu sanatın püf denilen noktasını öğrenmiş olur. Her sanatın incelik gereken nazik kısmına da o günden sonra püf noktası denilmeye başlanır. İşte "püf noktası" deyimi bu şekilde dilimize girdiği rivayet edilir. Saygılarımla Elmas Balım