KIRKYAMA

Her yaz yaptığı gibi bu yaz da babasına geldi. Gelenek halini almış olan temizlik hareketine koyuldu. Kendi evinden, yerine yenisini aldığı dolayısı ile de kullanmadığı eşyaları getirdi. Geçen yıl badana yapılan duvarları, kışın tüten soba dumanıyla çoktan kirlenmiş, yerde serili duran Anadolu motifleriyle bezeli yün kilim eskimişti. Emine, kilime elini attı, bir parçası elinde kaldı. Eğildi tamamını kucakladı, götürüp avluda yanan ateşe attı. Sonra tekrar içeri girdi yatak odasına baktı: Kapının arkasında asılı duran kirli ve çok eski ceketi, sol koluna astı. Duvardaki çivide asılı duran gömlekleri tek tek gözden geçirdi. Birkaçı giyilecek gibi değildi. Onları ayırdı, kolundaki ceketle birlikte avluda yaktığı ateşe bıraktı. Yaz evlerine büyük bir temizlik hareketiyle beraber gelirdi. Emine, yıllar önce annesini kaybettiğinde, evlenip başka bir şehre yerleşmişti. Doğup büyüdüğü bu evde babası yalnız yaşıyordu. Döndü tekrar eve girdi. Odanın köşesinde yüklük, üzerinde eski püskü battaniyeler, çarşafsız yorganlar, patiskası sararmış yastıklar vardı. Yüklükteki en eski yorganı aldı yatağın üzerine açtı. Birden başka bir alemin içine daldı. Bu yorgan geçen hafta yaşadığı şehirde gittiği sergide, benzerlerinin tarihçesiyle  konu edildiği çeşitli tasarımlarının sergilendiği, onun ise çocukluğunun sıcacık anısı olan kırkyama yorgandı. Çocukluğunda annesi, küçülen kıyafetlerin sağlam yerlerini keser, terziye gittiklerinde artan kumaş parçalarını alır, onları divanın altına sürdüğü bir bohçanın içinde saklardı. Dayısının karısı olan yengesi iyi bir terzidir. Bir keresinde İstanbul´a giderken annesi, Emine´yi de yanında götürür. Üç gün kaldıkları İstanbul´ dan yengesinin verdiği bir torba dolusu kumaşla döndüler. Şimdi yatağın üzerindeki bu yorgan yüzünü: Tek tek anlam ifade etmeyen küçücük parçaları sabırla ve sevgiyle bir araya getirerek annesi dikti. Emine yorganın yırtılmış astarının içinden sarkan yün ve pamuk parçacıklarına dokundukça, gözleri  doldu. Çocukluğuna, yorganın yüzünün dikildiği günlere gitti. Annesinin, kumaşları özenle aynı tür olmasına, dokumasının ne çok sıkı ne de çok seyrek olmamasına ihtimam göstererek onları ayırdığı günü hatırladı. Bu özen annesinin çalışmasına kolaylık sağladı. Ayrıca sağlamlık açısından da önem taşıyordu. Kumaşları dikmeden önce yıkadı. Aprelerinin çıkmasını, eğer rengi solan olursa onların ayrılmasını, çeken kumaşların da son durumlarının ortaya çıkmasını sağladı. Kumaşların  içinde bulunan ince ve kaygan olanların altına tela kullandı. Şimdi, kapı çarpmasın diye gözünün önünde duran döküm ütüye baktı. O günlere ait ne çok anısı vardı. Annesi, kumaşların hazırlık aşamasındaki o gün ütünün içine kor doldurdu. Yere serdiği iki kat banyo havlusunun üzerine yerleştirdiği kumaşların üzerine telayı serdi, ütü telayı eritmesin diye de başından söktüğü tülbenti üzerine yaydı, ütüyü bastı. Amacı kumaşı kalınlaştırmaktı. Daha dün gibiydi çocukluğu. Annesini izlerken aldığı keyfi bir daha aynı güzellikte alamadı. Kumaşların rengine desenine hangisinin hangisine denk geleceğine birlikte karar vermişlerdi. Avluda yanan ateşin çıkardığı seslerin, evin içine kadar giren dumanın ve yanık kumaş kokusunun arasında Emine, kendini geçmişin içinde dolaşmaktan alamadı. O yıllarda, terzi olan yengesi, İstanbul´un tanınmış terzilerinden biriydi. Türkan Şoray bile onun müşterisiydi. Çeşit çeşit sanatçılara şarkıcılara elbiseler, kostümler, tuvaletler dikerdi. Yorgan eskimiş fakat hala parça parça dikilen kumaşların rengi solmamış, simleri kararmamıştı. Şimdi elinin tam altındaki kumaştan, kendine giysi diktirmeye gelen, yüzü çok boyalı, kalın dudaklı, upuzun boylu, kocaman ayaklı, renkli giysili, kalın sesli kadını hatırladı. O gün yengesi acele, acele onun ölçüsünü aldı. Hiç bekletmeden uğurladı. Ve o müşterisinin arkasından kederlendi. Emine o çocuk yaşında yengesinin, o günkü kederini anlamadı. O gün gelen süslü giysili kadın kılıklı bir erkekti. Yengesi o gece uyumadı elbiseyi hazırladı. Ertesi gün provasını yaptı. Bir sonraki gün de teslim etti. Emine, annesiyle kaldıkları o üç gün sonunda evlerine dönerlerken, otobüste: -Anne, neden yengem, o, süslü ablanın arkasından kederlendi? Diye sorduğunda, "Hadi bırak şimdi sen o ablayı da elindeki simidini ye!" Dediğini hatırladı. Annesi, parçaların birleştirilmesi sırasında yorgan yüzünde kullanılacak kumaşların atkı -çözgü yönüne de dikkat ederek, parçaların birbirine uymama ihtimalini de göz önünde bulundurdu, bunun için yedek kumaşlarda ayırdı. Bu basit ama önemli husus annesinin kış boyunca pencerenin önündeki şilteye oturarak parçaları bir araya getirmesinde başarılı sonuç elde etmesine yardımcı oldu. Emine içini çekti, "Canım annem, tasarruf amacıyla bu kumaş parçalarını bir araya getirdi!" Dedi, kendi kendine. Günümüzde bu uygulamanın sadece tasarruf amacından çıktığının. İşin içine renkler, desenler, motifler ve tabiki tasarım katılarak el sanatına dönüştüğünün farkındaydı. Gittiği kırkyama sergisindeki  bilgileri  hatırlarken elleri hala eski, kirli kırkyama yorganın üzerindeydi. Duvarlara asılı Panolarda: ´M.Ö - 1600´lerin başında ticari yollarla Hindistan´dan  Avrupa´ya getirilen ve çok pahalı olduğundan en ufak parçaların dahi ziyan olmaması için artık parçalar kırkyama yöntemiyle değerlendirilerek doğduğu´ yazılıdır. Ve, üretilmiş en eski kırkyama uygulamanın 1708´de Kuzey İngiltere ´de yapıldığı. Ancak; kırkyamaya ait ilk izlerin, (şimdi adını hatırlayamadığı) bir Kabile Reisi´nin mezarında ve üzerinde hayvan motiflerinin bulunduğu M.Ö 100 ile M.S 100 yılları arasına ait olduğunun sanıldığı belirtilmektedir. Anadolu´daki izlerinin Selçuklular dönemine dayandığı bilgisi de yazılıydı. Emine´nin önünde duran kırkyama, çocukluğundan gençliğine geçiş dönemine kadar "Hayal  Adası" idi onun için. Oturduğu yatağın üzerinden  kalktı, kapıdan giren dumanın pencereden çıkmasını sağlamak için kanadını sonuna kadar açtı. Yanan eskiler kor halinde bir yığına dönüştü. Döndü yine yatağa oturdu. Tek tek dokunurken  parçalara yine kafasının içinde anılar alemine yol aldı. O, parlak, dore, saten, sim, mehtap, ipekli, krep kumaşlara hayrandı. Bir gün annesine yorgan yüzündeki bu tarz parçaları işaret ederek: -Büyüyünce ben de bu kumaşlardan yapılan elbiseler giyerim. Değil mi anne? Dedi. Annesi: - Hayır yavrucuğun sen bunlardan giyemezsin. Bunlar artistler, şarkıcılar , garson kızlar, birdeee... Boş ver işte sen bunlardan elbise giyme! Dediğini hatırladı, tebessüm etti. Beton zemine serilip hortumla, arap sabunu sürülerek yıkanan yorgan, kerpiç duvara serili; kumaş yüzün, rengini güneş almasın diye altına getirilir; gece olunca altı üstüne çevrlirdi. Sabah üzerine çiğ düşmesin diye erkenden alınır; beyaz çarşafla kaplanırdı. İşte böyle zamanlar Emine´nin en çok eğlendiği oyun zamanlarıydı. Annesi yorganı kaplarken Emine, görür de durur muydu? Koşar avludaki çeşmenin başına, yerden eline bir ufak kiremit parçası alır, onunla ayaklarının altını bir güzelce ovalardı. Salonun girişindeki çivide asılı duran peşkirle ayaklarını kurular, kendini ´ Hayal Adası´ dediği yorganın üzerine koşarak atardı. Başını yorganın o yumuşacık dokusu üzerinde yere koyarak kollarının üzerinde takla da atar, gülücükleri salonun boş duvarlarında yankılanır, döner bir kaç da yuvarlanırdı. Annesinin ona: -Bak dikkatli ol, elime iğne batacak yorgan kandan leke olacak ! der, uyarırdı da ancak, o zaman dururdu, yorgan üstündeki coşkun tavırları. Şu an ki halinde o coşkun tavırlardan eser yoktu. Ellerinin altındaki kırkyama yorganı kucağına aldı sarılır gibi; yorgana değil de annesine sarılır gibi sarıldı?Gözlerinden yaşlar boşaldı. İlk gençlik yıllarında Kırkyamayı oluşturan: Kare, dikdörtgen, üçgen şekillerindeki kumaş parçalarının üzerine elini koyar, dokunduğu kumaşın büründürdüğü kadın kimliklerden biri olurdu. Bazen üzerinde gri gabardin döpiyesiyle, kolunda rugan çantası, ayağında kundurası İstanbul hanımefendisi; bazen insanın gözlerini kamaştıran ışıkların altında, upuzun payetli kumaştan tuvaletiyle şarkıcı; bazen de elinde valizi, lacivert  mini eteği ve üzerinde yelek ile boynunda rengarenk fuları, uçağa yetişme telaşında bir hostes olurdu... Oturduğu yatağın üzerinde, yorganı burnuna dayadı. Gözyaşları yorganı ıslattı. Yorgan kırk yıldır onlarlaydı. Onu kavradı, sarıldı, vedalaştı?Kucağında yorgan, gitti avludaki korların üzerine bıraktı. Kırkyama yorgan alev alev yandı. Yeni tasarımları ise her ülkede değişik tasarımlarla kendi geleneklerine ve yaşam tarzına uygun yorumlarla, yatak odalarında ve  mağaza raflarında hayat bulurdu. Emine daha bir kaç eski eşyayı da aldı ateşe attı. Evinden getirdiği eşyaların içinden sentetik kilimleri salona serdi. Yüklüğe kaldırdığı elyaf yorganlara tekstil ürünü çarşaflar giydirdi, birini yatağın üzerine serdi.                                                                                                               Nurcan BALIBEY                                                                                                                    13.07.2018