Prof.Dr.M. Mehdi ERGÜZEL

"Milletin çocuğuyuz biz. Geleceğin, öz mayamızla yeniden imarını iş edinenleriz. Halkımızın gönlünce medeniyet gemimizi elalemin dümen sularından kurtarıp milli iradenin denizlerinde yüzdüreceğiz." Ahmet Kabaklı (Tercüman 1988) Bir yazarımız "Milletler, büyük evlatlarıyla nefes alırlar." diyor. Ahmet Kabaklı böyle bir millet evladı idi. Vefatının 20. yılına yaklaştığımız zamanımızda, onun yokluğunu derinden hissederek, onun fikirlerinin aydınlığını ve rehberliğini arayarak, keşke sağlığında kıymetini bilseydik, diyoruz; rahmetle anıyoruz. Ahmet Kabaklı, Elazığ'ın, ülkemize kazandırdığı mümtaz bir münevveriydi. 1924'te Harput'ta başlayan hayatı; son nefesini verdiği, çok sevdiği İstanbul'un ufuklarından sonsuzluğu kucakladığı 2001 yılına kadar son derece verimli ve hayırlı yıllarla dolu olarak geçmiştir. Nasıl yetişti, kimlerden feyz aldı? Rahmetli Hocamız, babasını 1,2 yaşlarında iken kaybetmiş bir yetim olarak annesi Münire Hanım'ın şefkatli ellerinde ve aile çevresinin kanatları altında yetişti. İlk ve ortaokul yıllarındaki çocukluk ve gençliğe geçiş döneminde, benim de 1970'lerde tanıma ve elini öpme şansını bulduğum rahmetli Münire Hanım, onun mayasının ilk ve esaslı hamurkarıdır. Ondan dinlediği masallar, hatıralar, türküler, adeta milli karakterini yoğuran değerlerdir. Bize ara sıra anlattığı hatıralar içinde "Anam, güneş battı demezdi, güneş kavuştu, derdi." sözünü yorumlarken milletimizin irfan zenginliği ve derinliğine dair yaptığı göndermeler dikkatimizi çeker, benzeri düşünceler geliştirmemize vesile olurdu. Çocukluğunun yarı masal havası içinde yaşadıklarını Ejderha Taşı adını verdiği kitabında zevkle anlatır ve bize o yılların fakir ama asil güzelliğini düşündürürdü. Ortaokul yıllarındaki milli kültür duygu ve heyecanlarını aldığı, milli hatta Türkçü fikir ve bakışlar kazandığı en önemli insan, Türkçe öğretmeni Cemile Hanım'dır. Yıllar sonra 1985 veya 86'da bir Öğretmenler Gününde bizim de bulunduğumuz Boğaz'daki mütevazı bir yemekli toplantıda davetli bulunan Cemile Hanım, neredeyse 50 yıl sonra tıpkı dersteymiş gibi bir asalet ve heyecanla, Hoca'nın isteğini kırmayarak, A. Hikmet Müftüoğlu'nun Çağlayanlar'ından "Türk" tasvirinin yapıldığı muhteşem cümleleri yine ezberinden okumuş hepimizi kendisine hayran bırakmıştı. Münire Hanım ve Cemile Hanım.İşte bu iki asil Türk kadını, milli edebiyatımızın ve fikir hayatımızın üzerinde en az 50 yıl kanat açacak çocuk Ahmet Kabaklı'yı daha o zamandan hazırlamışlardı. Lisede Cahit Okurer ve Cemil Meriç'ten etkilenecektir. Biri disiplinli, milli şuuru ve fikri yapısı kuvvetli Mehmet Kaplan'ın sınıf arkadaşı Okurer; diğeri ise sonraki yıllarda bütün Türkiye'nin tanıdığı serazat, zeki, atak, sanatkar bir mütefekkir, Cemil Meriç.Okurer'in de telkinleriyle liseden sonra hocasının mezun olduğu İstanbul-Çapa Yüksek Öğretmen Okulu'na yatılı olarak kabul edilir. Artık fikir ve ilim aleminin en zengin sultan şehrindendir. 1944-48 arası Türklük bilimi camiasının tanınmış hocaları; Köprülü'den Tarlan'a, Arat'tan Tanpınar'a, Caferoğlu'dan Kaplan'a kadar değerli alimlerin rahle-i tedrisinden geçerken üniversite dışındaki kültür ve edebiyat dünyasını da teneffüs edecektir. Nurettin Topçu, Nihal Atsız, Osman Turan, Zeki Velidi, . devrin bilinen sembol isimleridir. Öğrenciliğindeki ilk yazısı da Yunus Emre hakkındadır ve tanınmış edebiyatçılardan Gölpınarlı'yı eleştiren bir yazıdır. 1948'de mezuniyetinden sonra Diyarbakır Lisesi'ne edebiyat öğretmeni olur. Orada kendini nasıl sevdirdiğini, ayrılırken nasıl derin bir hüzünle uğurlandığını anlatırken rahmetli Hoca'nın gözleri dolar, bize halkla kaynaşmanın ipuçları sayılacak açıklamalar yapardı. Bu tarihten 25 yıl sonra öğretmen olduğumda bana da benzer tavsiyeler taşıyan bir mektubu hala kıymetli evrakım arasındadır. Manisa'daki askerliğini müteakip Aydın'da edebiyat öğretmenliğine devam eden Hoca, burada Meşkure Hanımla evlenir. 1956'da Tercüman Gazetesi'nin fıkra yarışmasında birinci olur, aynı yıl Bakanlıkça bir yıllığına Paris'e gönderilir, dönüşünde (1958'de) İstanbul Eğitim Enstitüsüne tayin edilir. 1959'da daha önce kaydolduğu Ankara Hukuk Fakültesini bitirir.1961'den itibaren, haftalık yazıları günlük yazılar halinde devam eder. Artık hayatının en hareketli, verimli çağına girmiştir ve hızı kesilmeden 2001'e kadar 40 yıl yazmaya devam edecektir. Biz rahmetli hocamızı bu 40 yılın son 33 yılında 1968'den itibaren tanıdık, dinledik; önce öğrencisi olduk, sonra güven duyduğu yakın çalışma arkadaşları arasında yer aldık. Onun yanındaki talebeliğimiz hiç bitmedi. Hala eserleri, yazıları rehberimizdir. Ahmet Kabaklı, yazarlık hayatının bu son 40 yılında Türkiye'nin önde gelen, adı hemen hatırlanan birkaç yazarından biri olarak bilindi. Türk fikir ve siyaset hayatında yazdıklarıyla yön verici olduğu kadar, asıl alanı olan Türk Edebiyatı üzerine milli ve şahsiyetli yorumlarıyla da derin izler bırakan, Kabaklı Hocanın yazı ve makalelerinin bibliyografik künyesi bilinmektedir. Fakat bu yazıların konularına göre, dizinleri hazırlanarak tasnif edilmiş değildir. Böyle bir tasnif, kavramlar sözlüğü ve dizin yapılabilirse A. Kabaklı'nın fikir dünyası ve idealleri, kırk yıl içinde yazdıkları, istikrarlı bir istikametteki yorumları, günümüz Türkiyesinin aydınlarına ve siyasilerine ışık tutmaya devam edecektir. Çünkü o gruplar arasında taraf olmamaya, partiler üstü kalmaya büyük itina göstermiştir. Fikirlerinde kırıklıklar ve zikzaklar yoktur. Zamanımızın şartlarında Kabaklı Hocanın yazılarına nasıl da muhtaç olduğumuz izahtan varestedir. Hoca'nın son 40 yılında sürekli hareket vardır. Olgunluk yıllarına doğru gidiş içindedir. 1969'da kendisinin de mezun olduğu İstanbul Çapa Yüksek Öğretmen Okulu'na atanır ve bizim neslin hocası olur. 1970'de Türkiye Edebiyat Cemiyeti'ni kurar ve başkanı olur. 1972'de Türk Edebiyatı Dergisi'ni yayın hayatına sunar. 1978'de Türk Edebiyatı Vakfı'nın kurucu başkanıdır. 1996'da "Şeyhülmuharririn" payesi verildiğinde yarım asırlık yazar ve hocadır, Türkiye'nin en tanınan, bilinen ve okunan kalemidir. Okuyucu mektuplarının bazılarını bize de tasnif ettirip okutturduğu için ne kadar sevildiğinin ve ilgi gördüğünün bizzat şahitlerinden biriyim. Yakın arkadaşı Prof. Dr. Ayhan Songar, babasının rahmetli olduğu zaman cebinden Ahmet Kabaklı'nın kesilmiş yazısının çıktığını anlatınca Hocamız çok duygulanmıştı. Hülasa; Kabaklı Hoca, çalışkanlığı, şuurlu milliyetçiliği, insan sevgisi, sanat zevki, hayat neşesi, Peygamber ahlakına bağlılığı ile müstesna bir şahsiyetti. Türkiye'nin milli değerlere, İslami akidelere bağlılıkla ve çağdaş gelişmelere ayak uydurarak yükseleceğine inanırdı. Türkçenin başlangıcından günümüze kadarki klasik eserlerinin her yeni nesle öğretilmesi gerektiğini düşünürdü. Bu milletin masal, efsane, hikaye, türkü, bilmece, hikmet, folklorik eser adına nesi varsa ortaya çıkarılması, korunması, işlenmesi, ilmi metotlarla yayınlanıp kendimize ve dünyaya tanıtılması gerektiği fikrindeydi. Gelenekten geleceğe doğru bir Türk-İslam-Çağdaş ahenginin Gökalp-Akif-Y.Kemal ekseninde yorumunu yapar, terkibi geliştirmemizi temenni ederdi. Mevlana, Yunus, Dede Korkut anlaşılmadan, Kur'an ve hadisler ışığında en az bin yıllık tecrübeler, yeni tahlil ve terkiplere konu yapılmadan, sağlam temeller atılamayacağı kanaatindeydi. Batılıların disiplini ve titizliğini aşan bir çalışkanlığa ihtiyacımız olduğunu biliyordu. Ona göre siyaset adamlarımız halkın okumuşları arasından çıkmalıydı. Edebiyat ve yayın yoluyla zihinler gelişmeliydi. Ne varsa; okuma, öğrenme ve çalışmadaydı. Belalar, cahilliktendi. İslam, iyi anlaşılmalı, "asrın idrakine söyletilmeliydi." Tasavvuf, milli hayat felsefemiz olabilirdi. Mazide olan yarın niçin olmasındı. Tarih doğru öğrenilmeli, bu konuda ilmi-milli yorumlar yapılmalıydı. Çocuklarımızı ezmeden geleceğe hazırlamalı, hanımlarımızı mutlaka kültürlü yapmalıydık. Dış dünyada olup bitenleri yakından bilmeli, gerektiğinde müdahil olacak güce ulaşmalıydık. Kendimizi sevmeyi öğrenmeli, milletimize karşı yapılan ihanetleri affetmemeliydik. Demokrasiyi yaşatmalı ve memleket evlatlarını siyaset yoluyla da hizmete alıştırmalıydık. Anadolu birliği sarsılmamalıydı. Millet evlatları ortak değerler etrafında kenetlenmeli, birbirinin kıymetini bilmeliydi. İş işten geçerse gavur sevinirdi. Fakir, çalışkan, öksüz memleket çocukları devletin kanatları altında okutulmalı ve sahiplenilmeliydi. Eğitimimiz, milli kalmak kaydıyla sürekli yenilenmeliydi. Hasılı, Ahmet Kabaklı Hoca'nın yarım asır boyunca talebelerine anlattığı, bütün Türkiye'ye "Gün Işığında" yazdığı fikirler, yaptığı tavsiyeler dün olduğu gibi yarın da geçerli olacak milli ve evrensel gerçeklerdir. O, hocalarından ve okuduğu binlerce kitaptan öğrenerek kendi zekasıyla pişirip olgunlaştırdığı fikirleri bize emanet bırakmıştır. Ben, binlerce öğrencisinden biri olarak rahmetli hocamdan çok şeyler öğrendim: Kibarlığı, çalışkanlığı, hoşgörüyü, güler yüzü, tatlı dili, disiplini, dindarlığı, mesafeli samimiyeti, gönül almayı, sade şıklığı, devlete ve kanuna saygıyı, duygulu olmayı, sanat zevkini, çok okuyan, yazan, düşünen, ilme saygılı, idealist bir memleket evladı olmayı.O kimden öğrenmişti? Anasından, hocalarından, kitaplardan, milli tarihimizden, çağdaş dünyadaki gelişmelerden, Bu altın zincir kopmamalıdır."Üstte mavi gök altta yağız yer çökmedikçe Türk milletinin ilini, töresini kimse bozamamalıdır!" Kabaklı Hoca'nın ve ebediyete uçan bütün Türk-İslam büyüklerinin ruhu şad olsun, emanetleri ve idealleri sonsuza kadar yaşasın.