Vefatının 66.Yılında

Milletler, kendi yetiştirdikleri değerleri yeni yetişen genç nesillere örnek gösterdikçe milli kültürde devamlılık sağlanabilir. Asırlar boyunca nereden nereye gelindiğini anlayabilmenin bir yolu da geçen zaman içinde ortaya konulan eserleri okumak ve bunları yazan şahsiyetleri tanımaktır. Bir yazar "Milletler, büyük evlatları ile nefes alır." diyor. Her kültür; kendi kaynaklarını ait olduğu toplumun fertlerine tanıttıkça zenginleşir, zamanla hem milli olur hem evrensele yükselir. Cumhuriyetimizin 97 yılda yetişen nesilleri, yüz yıl önceki Türkiye'nin hangi şartlardan günümüze doğru geldiğini belli seviyede eğitimlerden geçerek öğrendiler. Fakat, Malazgirt'ten İstanbul'a ve Cumhuriyet Türkiye'sine uzanan yolda nelerle karşılaşıldığını hangi zorlukların çekildiğini, hangi gurur tablolarının yaşandığını da ayrıntılarıyla bilmek lazımdır. "Köklerden Dallara" doğru uzanan bu milli akış macerası öğrenilirse ayaklar yere sağlam basar, küçük sarsıntılar yıpratıcı olmaz. İsmail Habib Sevük, hayatının 40 yılını Türk diline ve edebiyatına adadığı, son derece dikkate değer yazılar ve kitaplar yazdığı halde neredeyse unutulmaya yüz tutmuş değerlerimiz arasındadır. Onunla birlikte diğer bütün değerli yazar, şair ve sanatçılarımızın yeniden gündeme getirilmesi bir vefa borcudur. Doğumunun 128. yılında bulunduğumuz İsmail Habib Sevük'ü saygıyla anıyor; onun, ölümünün 66. yılı olan 2020 içinde özel programlarla hatırlanmaya ve eserlerinin yeniden okunmaya layık bir yazar olduğunu düşünüyorum. Çalışmamıza merhumun kitap ve yazılarını hareket noktası aldık. Bilhassa yaptığı yüksek lisans teziyle en derli toplu biyografiyi hazırlamış olan Edebiyat Öğretmeni Zeki Gezer'e takdir ve tebriklerimi sunuyorum. İsmail Habib Sevük, üzerinde layıkıyla durulmamış, tanıtılmamış kıymetli bir edebiyat öğretmeni, yazar ve edebiyat tarihçisidir. Çocukluğu, gençliği, olgunluk çağı ve meslek yılları bakımından son asrın en önemli gelişmelerine şahit olmuş, yaşamış, hayati görevler yapmış seçkin bir Türk aydınıdır. Milli Mücadele yıllarının bütün safhalarında edebiyat öğretmeni olarak görev yapan ve Atatürk'ün liderliğindeki Ankara'yı yazılarıyla destekleyerek hizmet eden Kuva-yı Milliyeci bir Türk edibidir. Onun daha 22 yaşında Kastamonu'da önce Köroğlu, sonra Yeşil Ilgaz ve bilhassa Açıksöz gazetelerinde 1914'ten 1922 zaferine kadar yazdığı cesur, inançlı, seviyeli milli uyanış ve direniş yazıları okunmadıkça, değeri yeterince anlaşılamaz. Cumhuriyet'in kuruluş yıllarında eğitimci, edebiyatçı, yazar ve Maarif Müdürüdür. Milli uyanışın sembollerinden biri olan Kastamonu'dan sonra Edirne, Antalya ve Adana'da da güzel konuşan, kalem sahibi bir yazar olarak fikirlerini uygulama heyecanı yaşayan bir ideal adamı olarak dikkat çekmiştir. Atatürk'ün değer verdiği, yurt gezilerine yanında götürdüğü ve güvendiği,"dava arkadaşımız"diye iltifat ettiği samimi ve çalışkan bir aydındır. Cumhuriyet inkılaplarını; milletvekili, edebiyatçı, yönetici, edebiyat öğretmeni olarak yaşayan ve sayısı bini aşan yazıları, yirmiye yakın kitabı ile bir fikir adamı olarak destekleyen İsmail Habib Sevük, edebiyat tarihçiliğinin yanı sıra yurt içi ve yurt dışına yaptığı gezilerin izlenimlerini sunduğu şehir yazılarıyla da dikkati çekmektedir. Bu yazılar okunmadan o şehirler gezilirse o seyahatin zevkinden çok şey eksilir. İsmail Habib Bey, 62 yıllık ömrünün 40 yılında tam manasıyla hocadır. Akif'in "essah muallim"/hakiki öğretmen dediği herhalde onun gibi birisi olmalıdır. Eserlerini baştan sona tekrar okuduğumuz haftalar boyu süren incelememizde kendisine olan saygımız, hayranlığa dönmüştür. Tuna'dan Batı'ya, Yurttan Yazılar ve İstiklal Harbi yazıları okunduktan sonra o yılları anlatan eserlere ilgimiz daha da artacaktır. "Kökü mazide olan ati" ancak kültürle kurulur. Hele yakın tarih unutulacak gibi değildir. Nereden nereye geldiğimiz bilinmelidir. İsmail Habib, 1892 yılında Balıkesir'in Edremit ilçesinde doğar. Diplomalarında adı "Binbaşı Ağazade Habib'in mahdumu İsmail Hakkı" diye belirtilir. Babası, Kafkaslardan ana yurda sığınmış bir ailenin torunlarından jandarma binbaşısı Mustafa Habib, annesi de Abide Hanım'dır. Aile büyüklerinin, 1780'lerden sonraki bir göçte Balıkesir Sındırgı'ya gelip kök saldığı, yazarın sonraki yıllarda verdiği mülakatlardan anlaşılıyor. Babası, subay olmadan önce efedir. Anne tarafından dedesi Şeyh Mehmet Efendi, hac ziyaretinde vefat etmiştir. Annesi Abide Hanım, Kur'an'ı hıfzetmiştir. İsmail Habib, ailenin ilk çocuğudur. Annesini henüz dört beş yaşlarındayken kaybeder. Babasının sonraki eşi Saniye Hanım tarafından büyütülür. Evleri, Edremit'in Hamidiye Mahallesi Ağa Tepesinde gösterişli bir konaktır. Bütün kasabayı, ovayı ve uzaktaki denizi gören bu evde çocukluğunu geçirir. Çocukluk yıllarında çevrenin geleneksel kültür değerlerine ilgi duymağa başlar. Bu döneme ait hatıra ve izlenimler, daha sonraki yıllarda güreş, düğün ve bayram hatıralarıyla zenginleşir. Edremit'in yanısıra bazen Balıkesir ve Sındırgı'ya uzanan ilk çocukluk yılları, Edremit Mahalle Mektebine verilmesiyle yeni bir yönde gelişir. İlk üç yılda okuma yazma öğrenir ve vaktinden evvel Rüştiyeye başlatılır. Ertesi yıl Balıkesir'de iptidai (ilkokul) son sınıfa alınır. Sonra tekrar Edremit Rüştiyesine döner 1904'te yüksek derece ile okulu bitirir. Edremit'teki Kasap Süleyman Efendi'den çok etkilenir. Ondan ülkenin halini, milletin düşmanlarını, zeybek terbiyesini ve hatta kendi babasını sevmeyi, saymayı öğrenir. Ertesi yıl babası onu Bursa "İdadi-i Mülkiyesi"nin Rüştiye kısmı son sınıfına yazdırır. Genç İsmail Habib, İdadi'yi de burada okur, seçkin hocalardan öğrenim görür. Dört yıllık "Bursa Mekteb-i İdadi-i Mülkiyesi" denilen liseden mezun olur. Diploma zarfında yer alan ders adları, bugünün şartlarında düşünülecek özelliktedir: Kur'an-ı Kerim, İlm-i ahlak, Arabi Sarf-Nahiv; Türkçe Sarf-Nahiv; Farisi, Fransızca, Kıraat, Kitabet, Tarih-i İslam, Coğrafya-i Osmani ve Umumi Ma'lumat-ı Ziraiye ve Sıhhiye, İlm-i Eşya, Hesap, Ameli ve Nazari Hendese, Usul-ı Defteri, Ma'lumat-ı Kanuniye, İlm-i Servet, Hikmet, Kimya, Tarih-i Tabii, Hüsn ü Hat, Makine, Cebir ve Müsellesat, Kozmografya, Hüsn ü Hal ve Hareket. 1909'da lise bittikten sonra İstanbul Mekteb-i Mülkiye'sini kazananlardan biridir. Sınav sonrası Cenap Şehabettin onu çağırır ve "Hangi mesleğe girersen gir, elinden kalemi bırakma." tavsiyesinde bulunur. Kısa bir süre sonra açılan Hukuk Mektebi'ne kaydolur. Ünlü hocaları arasında Tevfik Fikret, Ebulula Mardin ve Abdurrahman Şeref de vardır. Okul dışında Türk Ocağı konferanslarına gider. 1950'deki bir hatıra yazısında Türk Ocakları hakkında şunları yazar: ". Anladık ki ocağın hariminde mukaddes bir büyü varmış. O zamanlar devlet Osmanlıcı, büyük kütle ümmetçi. Halbuki ileri fikir milliyetçilikteydi. Milliyet yetimi olan yalnız Türktü. Vatanda 'Ocaklı' diye bir tip doğdu. Her yerde birbirlerine rastlayınca birbirlerini en yakın akrabadan daha yakın gören bir tip." İsmail Habib Bey, Türk Ocakları Başkanı Hamdullah Suphi'yi ve ünlü edebiyat adamı Süleyman Nazif'i de bu konferanslarda tanıyacaktır. 1913'te Mekteb-i Hukuk'u bitirir; girdiği sınavı kazanarak , açık bulunan Kastamonu Lisesi edebiyat öğretmenliğine atanır. Kastamonu'da geçirdiği öğretmenlik ve yazarlık yıllarının İsmail Habib üzerinde şekillendirici ve şahsiyetini kuvvetlendirici rolleri olur. Kastamonu Sultanisi'nde yabancı öğretmenler de vardır. Orhan Şaik bu okuldan talebesidir. Gökyay'ın kaleminden hocasını şu sözlerle anlatılır: "Ondan çok şey öğrendim. (Ayrı bir) Vatan severlik dersi almadık biz. Yalnız İsmail Habib Bey'in makaleleri vardı. Yunanlılara karşı Açıksöz'de, hergün onları okuyordum. Edebiyat derslerinde, hepimize ezberlememiz için ayrı şiirler verirdi, ezberlerdik." 1919 yazında önce İstanbul'a geçer sonra İzmir Sultanisi'ne öğretmen olur. İşgal altındaki İzmir'de yaşamak onun için azaptır. Burada iken bir Azerbaycan Marşı yazar. Bu marşın kinci bölümü şöyledir: "Anamız bir babamız bir /Azerbaycan öz kardeştir / Zaten biriz, fakat yarın / Bütün bütün birleşilir! / Azerbaycan, Azerbaycan / Bildik hayal değil Turan!" Mayıs 1920 sonlarında Maarif Müdürünün uyarısı üzerine işgaldeki İzmir'den ayrılır. Not defterinde: ". İzmir ne kadar dilberdi. Kendi kendime bu şehir bırakılamaz diyorum. İçimde bir sızı var. O sırada önümden bir Yunan müfrezesi geçti." satırları vardır. İzmir'den sonra geldiği Balıkesir'de yayınlanan İzmir'e Doğru gazetesinde yayımlar fakat Balıkesir'in de işgal edileceği haberi üzerine Bandırma yoluyla Bursa'ya gider. İşgalden kaçan çoluk çocuk, kadın, ihtiyar. atlılar, arabalılar, çarşaflılar, yeldirmeliler, emzikli anneler bir sürü insan yollardadır. Bir yazısında bu ıstırap dolu sahneleri anlatırken şu sözlerle anlatır: "İki buçuk asırdır Macaristan'dan kaçanlar Rumeli'ye, Rumeli'den kaçanlar Anadolu'ya doldu, sen nereye gidiyorsun Anadolu?" İsmail Habib, Temmuz başında Bursa'dadır. Bir arkadaşında saklanır. Sahte bir kimlikle İstanbul üzerinden Karadeniz yoluyla Anadolu'ya geçer, Mayıs 1921'de Trabzon'a, oradan Haziran'da İnebolu'ya ve Kastamonu'ya döner. Açıksöz Gazetesi'nde yazılarına başlar. Bu gazetede, Ekim 1922'ye, İzmir'in kurtuluşu sonrasına kadar 109'u başyazı olmak üzere 177 yazısı yayınlanacaktır. Bu yazılarda milli, heyecanlarla yüklü, güzel bir Türkçenin ışıldadığı görülür. Mart 1922'de, bir müddet için, Ankara Erkek Lisesinde öğretmenlik yapar ve Yeni Gün gazetesinde yazıları çıkar. Ankara'da Atatürk'le köşkünde mülakat yapar, 1923 Mart'ında Gazi'nin Adana-Mersin-Konya seyahatine Anadolu Ajansı muhabiri olarak Atatürk'ün özel seçimiyle katılır, notları ve yazıları 10 bölüm halinde Hakimiyet-i Milliye gazetesinde yayınlanır. Cumhuriyet'in ilanından sonra oluşan kadroda ilk resmi görevi Nisan 1924'te başladığı Edirne Maarif Müdürlüğü'dür. Aynı zamanda Edirne Türk Ocağı başkanıdır. Bir serhat şehrinde milli eğitim ve milli kültür işlerinin lideri 32 yaşında genç bir Türk milliyetçisidir. Edirne'de Enis Behiç, Halide Nusret ve Haşim İşcan da görevlidir. Sevük, burada kaldığı üç yıla yakın süre içinde Türk Ocağını bir medeni merkez haline getirerek toplantılarla Cumhuriyet aydını yetiştirmeye devam eder. Bu arada Türk Teceddüt Edebiyatı Tarihi çalışmalarını sürdürür. Bulgaristan'ın Türk bölgelerine gezi düzenler. Adana'da Mart 1928'de "Maarif", Mayıs 1929'da da Çukurova'da "Memleket" dergilerini çıkarır. Burada asıl adıyla ve müstear olarak "Sevüktekin" imzasıyla çeşitli edebi, kültürel yazılar neşreder. Şehirlerde konferanslar verir. Bakanlığın verdiği "Türk Teceddüt Edebiyatı Tarihi"ni yazma görevini sürdürür ve eseri "Edebi Yeniliğimiz" adıyla iki cilt olarak geliştirir. Maarif Eminliklerinin kaldırılması üzerine Ağustos 1931'de İstanbul Galatasaray Lisesi Edebiyat muallimliğine tayin edilir. Bu arada Robert Kolejinde tarih dersleri okutur. Meslek hayatının son yıllarında Galatasaray Lisesindedir.1943-46 arasındaki Sinop milletvekilliği dönemi dışında hep burada görev yapacak, 1945 sonunda da bu okulun öğretmeni olarak emekliliğini isteyecektir. İsmail Habib Bey için Galatasaray Lisesinde edebiyat öğretmenliği demek, üniversiteyi okuduğu, şahsiyetinin temel çizgilerini kazandığı İstanbul'da kültür ve edebiyat deryasında bulunmak demektir. Artık 40 yaşındadır, tecrübesi artmıştır, olgunluk dönemine doğru yürümektedir. O yıllardaki öğrencisi Ziyad Ebüzziya şöyle yazar: "İsmail Habib, Galatasaray'da bizim üç yıl edebiyat hocamızdı. Tezat sanatlarıyla dolu konuşmalarını haftada üç dört saat büyük bir zevk ve hayranlıkla dinlerdik. Onun derslerinde sınıfta hiç gürültü olmazdı, hepimiz ondan çekinir ve kendisini sayardık. İçimizde dersini sevmeyen yoktu. Üç yılda kimseyi gücendirdiğini hatırlamıyorum." İsmail Habib, 1934'te üç ayı aşan bir Avrupa seyahatine çıkar. Boğaziçi, Karadeniz, Tuna yoluyla çıktığı bu yolculukta; Varna, Köstence, Viyana, Budapeşte, Belgrad, Paris, Roma, Berlin, Atina gibi şehirleri kısa ziyaretlerle gezer, oralarla ilgili izlenimlerini yazar. Çok duygulu ve bilgi yüklü olan bu seyahat hatıraları daha sonra Cumhuriyet'te yayınlanır. Bu yazılar, gezi edebiyatımızın en güzel eserlerinden biri olarak "Tuna'dan Batı'ya" adıyla kitaplaşır.1936'nın yaz aylarında da Anadolu'da daha önce görmediği illeri gezer, bunların intibalarını da yine Cumhuriyet'te "Yurttan Yazılar" adıyla yayınlar. Yıllar sonra da 1943'te kitap haline getirir. Bu Anadolu yazıları; onun kıvrak üslubunun gençlerimiz ve aydınlarımız için duygulu, içli, fikir yüklü, düşündürücü örnekleridir. 1943 yılı TBMM'sinde Sevük'ten başka; Falih Rıfkı, Agah Sırrı, Tahsin Banguoğlu, İ. H. Baltacıoğlu, İbrahim Necmi, Reşat Nuri, Fazıl Ahmet, Behçet Kemal, Ömer Asım, Hüseyin Cahit, İbrahim Alaeddin, Mehmet Emin, Hasan Ali, Mahmut Esat, Ömer Bedrettin, A. H. Tanpınar, Ahmet Kutsi, Selim Sırrı, Kemalettin Kamu, Suut Kemal, Halil Nihat, İ. H. Uzunçarşılı, Ahmet Talat Onay.da bulunmaktaydılar.1 Ocak 1946 tarihi itibariyle 30 yıl süren devlet hizmetinden sonra 54 yaşında emekli olur. Vefatına kadar geçen son 8 yılda kendini, yazılarına, kitaplarına, gezilerine ve İstanbul'daki dostlarıyla sohbetlere verir. İstanbul'un Taksim Mete Caddesindeki Hatay Apartmanı'nda bir dairede oturmaktadır. Orası, arkadaşlarıyla haftanın belirli zamanlarında buluştuğu, kendi ortak ifadeleriyle, bir "dergah"tır. Edebiyat, fikir ve musiki sohbetlerinin yapıldığı bu eve düzenli gelenler arasında samimi arkadaşları; A. Hamdi Tanpınar, H. Ali Yücel, Salih Zeki, Cevat Dursunoğlu, Avni Başman..da vardır. Bu evde yaşadığı yıllar içinde; Türk Güreşi, Dil Davası, Tanzimat Devri Edebiyatı, İkbal Konferansı, Mevlana, Yunus Emre kitaplarını ve Naima Tarihi'nin bir bölümünü hazırlar. Yurt gezilerine devam eder, konferanslar verir. Son konuşması 1952 Nisanında yaptığı Talebe Birliği Marmara Lokali'ndeki "İkbal ve Türkiye" konulu konferansıdır. 17 Ocak 1954 pazar günü sabahı hayata veda eden İsmail Habib Bey'in ölüm sebebi, kalp krizidir. Ölümünden on iki saat evvel beraber oldukları candan arkadaşı Tanpınar son hatıralarını şöyle anlatır: ". Hem çalıştığı hem de misafirlerini kabul ettiği, duvarları kitaplar ve resimlerle kaplı, balkonu Çamlıca'dan Beylerbeyi'ne kadar bütün manzarayı alan odasında, kapıda bekleyenden habersiz, her zamanki şakalarımızı yapmış, birbirimize takılmış, oyun oynamıştık.Ertesi sabah uğradığım Yahya Kemal'de haberi aldım. Habib, pazar sabahı yedide ölmüştü. Evinde bütün gün beklettiğimi sandığım adam, Beyazıt Camii'nin avlusunda, sulu sepken kar ve yağmurun altında, dostlarının gelip, bir vakitler kendisi olan şeye son vazifelerini yapmasını bekliyordu." İsmail Habib Beyin naaşı, öğle namazından sonra kılınan cenaze namazını takiben Merkez Efendi Mezarlığında toprağa verilir. Bir insanı en iyi tanıyanlar; aile çevresi, arkadaşları, beraber çalıştığı kimseler ve yetişmesine yardımcı olduğu yaşça küçük olanlardır. Tanpınar, en yakın dostlarındandır. Vefatı üzerine yazdığı uzun yazıda en canlı bilgiler onun kalemine aittir: "Güzel giyinirdi ve güzel adamdı. Esmer, kemikli, çizgili ve yüzünün ifadesi çok erkekçe ve iradeliydi. Çok güzel ve munis bakışları vardı. Ne zaman fasılası bilirdi ne de kin tutardı. O sevmek için yaratılmıştı. Hürriyeti seven adamdı. Habib bekardı ve bekar hayatını severdi. Anadolu oyunlarını çok iyi bilir ve hele zeybeği çok iyi oynardı." Taha Toros'un tespitleri de Sevük'ü bir başka yönüyle tanıtır: ". Sevap işler gibi yazı yazar, ibadet eder gibi şiir okurdu. Bütün ömrü; okumak, okutmak ve yazmakla geçti. Güzel yazdığı kadar güzel konuşurdu. Sesinin kelimelere uyum sağlayan tonu ile, kendine özgü mimik ve jestleri ile dinleyicilerini bir heyecan dalgasına sürüklerdi. Milli günlerin, ilmi konferansların ünlü bir hatibi idi. Hoca olarak mesleğine sonsuz tutkusu vardı. Güzeli ve gerçeği seçmekte titizlik gösteren bir düşünce adamıydı. Edebiyattan öte güzel sanatların her türünden anlardı." Kitaplarından seçtiğimiz bazı görüşlerini dikkatlerinize sunmadan olmaz : "Divan edebiyatında çok heybetli bir fikir hürriyeti vardı. Bundan iki buçuk asır önce Nedim, ramazanın cevrine, sonundaki bayramın şevkıyla katlandığını söyleyebiliyordu." / "Fatih'le Avni: Hükümdar çok heybetli, şair çok içli. Bu şair ki o serdarlar serdarının bitip tükenmez meşgaleleri yüzünden yetmiş kadar gazelle on yedi parça kıta ve beyit yazabildi. Belki hükümdardan fırsat bulabilseydi bu şair kim bilir daha ne kadar yücelecekti." / ". Yunus Emre'den beri yedi asırlık Türk şiirinin en büyük şairi olduğundan şüphe olunmayan Fuzuli gerçek şairin ne kadar üstün bir mahluk olduğunu da heybetler heybeti bir şiirle en yüksek perdeden terennüm etti."/ "Hoyratlarda, lirikliğin halk şiirinin en içten gelen, en saf, en tesirli parıltılarını görüyoruz." der ve "şive farkına rağmen bunların dil için çok zengin malzeme olduğunu, bu manzumelerde halk uzviyetinden gelen sıcaklığın duyuduğunu" belirtir. "... İstiklal Marşı ne yalnız bir marş, ne yalnız bir güfte, ne yalnız bir şiir; o manzume her şeyin üstünde imanın nurunu dalgalandıran bir bayraktır... Artık vaiz olan Akif gitmiş biz olan Akif gelmiştir. Asım bütün şiir alemimizde nev'i şahsına münhasır bir hüviyet sahibi: Yalnız bir kitap değil, bir mimari yapıdır... Ona kadar bütün naatlar mücerret mefhumlardır, halbuki peygamberimiz onun şiirinde müşahhaslaşmış bir hakikattir..." "... Hiç şüphesiz Gökalp'i en büyük bir mütefekkirimiz, en büyük milliyetçimiz olarak selamlamakta hepimiz müttefiğiz. O, hassas kalbiyle temiz bir şair, derin mefkuresiyle yüksek bir alim, nafiz nazarlarıyla milletin ruhunu gören hakiki bir içtimaiyatçıdır. Son senelerin bütün milli ve fikri cereyanlarında en büyük tesirin Ziya Gökalp Bey'in feyyaz dimağından döküldüğünü görebiliriz." "... Yahya Kemal'in üç ayrı cilt teşkil eden -yayınlanmamış- şiirlerinde zengin bir mimari vardır. O mimarinin her ayrı mevzuu, kendi başına bir yapı kümesidir: Aşk, musiki, rindlik, deniz, mevsim, yurt, tarih...Şairin, Süleymaniye'de Bayram Sabahı diye henüz bitirilemeyen bir şiiri var. Cami, orada bir kubbe olmaktan çıkıp bir vatan; cemaat, orada bir mümin kalabalığı olmaktan çıkıp bir millet olur..." "... Millet ile milliyeti daima vuzuhla ayırmalıyız. Ortada koskoca bir millet olur da milliyet olmaz, bazı şark milletleri gibi. Bunun aksine bir milleti parça parça ederler de gene milliyeti kalır, Lehistan gibi. Millette en kuvvetli unsur, lisan; milliyette, edebiyattır. Ruhiyat alimleri 'lisan, yoğrulmuş millettir, diyor. Edebiyatlar da milliyetin natıka haline gelmesidir. Lisanın yoksa milliyetin yok, edebiyatın yoksa milliyetin dilsiz..." Malazgirt üzerine 1922'den 1949'a kadar aralıklarla 17 yazı kaleme alan Sevük, Osmanlı devirleri hakkında yazılar yayınlar. Mesela Yavuz ve oğlu Kanuni hakkında şu değerlendirmeleri yapar: "... Selim'in dehası daha metin ve daha köklüydü. O Devlet-i aliyyenin, merkez sıkletini Garb'de değil, Şark'ta aradı. Zembilli'nin fetvası, önüne çıkmasa yekpare bir İslamiyet, ecelin pençesi yolunu kesmese başka bir Asya yapacaktı..." "... Hakikaten o ne haşmetli bir hudut ve o ne hudutsuz bir haşmetti... O zaman dünyanın en geniş hudutları bizde, en büyük orduları bizde, en galip donanmaları bizde, en mebzul servetleri bizde, hülasa haşmet ve kuvvetin ne kadar anasırı varsa hepsi bizdeydi: O kadar ki o zaman Avrupa'nın üç dört hükümetini birleştirecek en azametli bir saltanat kuran Şarlken bile Kanuni'nin karşısında bir çocuk kadar küçülüyordu..." 1920'nin Mayısında işgal altındaki İzmir'deki kısa süre görevinden ayrılırken -24 yıl sonra yayınlanan- yazısındaki duyguları: "... Sabaha karşı fecir sökerken hükümet ve kışla meydanı önünden son defa İzmir'in denizini seyrettim. Şeffaf maviden donuk pembeye kadar çeşit çeşit renklere bürünen bu deniz ne kadar güzel ve sabahın gümüşümsü sükuneti içinde henüz göz kapaklarını kaldırmaya hazırlanan bembeyaz İzmir ne kadar dilberdi. Kendi kendime, bu şehir bırakılamaz, diyorum. İçimde bir sızı var. O sırada önümden bir Yunan müfrezesi geçti, oh kurtuluyorum, diye sevinmekteyim. Beni Basmahane istasyonuna götüren arabanın içinde kendimi yokladım, ayrılışın hüznüyle kurtuluşun ferahlığı birbirini silmiş ve ben duygunun müspetinden de menfisinden de mahrum, bomboş kalmışım..." Savaşın ortasında Balıkesir'deki orduyu öven bir yazısından: "... Haydi Türk ve İslam ordusu, sen evvelce Halid bin Velid'in elinde harekete gelmiş bir ecel, Selahaddin Eyyubi'nin elinde yerinden oynamış bir zelzele, Sultan Selim'in elinde de hiddetinden kükremiş bir aslan gibi giderdin. Şimdi de git, Türk ve İslam ordusu! O esir melikeye doğru bir kasırga gibi, bir zelzele gibi, Selim'den kalmış bir aslan gibi git! Haydi git Türk ve İslam ordusu, o güzel beldede dalgaların mavi ve beyaz renklerin mavisini denizin koynuna, beyazını köpüklü dalgaların sinesine gömmek için git..." İsmail Habib, Atatürk'le ilgili bir kitap oluşturacak kadar yazı yazmış, onun yakınında yer almış, onunla defalarca görüşmüştür. Bir yazısında Osman Gazi ile Gazi Mustafa Kemal'i birlikte düşünür: "... Söğüt'te ilk menbaını, Mohaç'ta son zirvesini, Sakarya'da son inişini bulan bu altı, yedi asırlık tarihin bu üç merhalesindeki tecellilere ve o tecellilerdeki manaya dikkat ettiniz mi?... Halık, altı asır evvel nasıl başbuğsuz kalan Türklere siyah gözlü ve saf kalpli bir Gazi vermişse altı asır sonra yine bu Türklere mavi gözlü ve yüksek düşünceli bir Gazi verdi. İsmail Habib'in en tecrübeli olduğu alan şüphesiz, eğitimdir. Bu konuda yazdıklarından bazıları: "... Maarif meselesi sadece bir mektep meselesi değildir. Mektep denen müessese, gökten zembille düşmedi. Binbir bağ ile hayatın diğer bütün sahalarına bağlı... Hülasa, bir beldeyi bütün hastaneleri, yolları ve mahkemeleriyle... her şeyiyle göreyim ve bileyim, yalnız mekteplerini hiç göstermeyiniz, fakat ben size o beldenin mekteplerinin ne olduğunu hakikate yakın bir surette pekala söyleyebilirim..." "Arkadaşlar, mesleğimizin şerefi kadar kudretine de vakıfız... Yalnız bu meslekte o şerefle bu kudretin omuzlarımıza yüklediği ağırlığı da düşünüyor muyuz? Allah'ın yarattığı bir insanı öldürene katil diyorlar. Peki o insanda yaratacağımız insanlığı öldürmek de bir nevi katillik değil midir?.. Ey, küçük bir insan olan çocukta büyük bir insanlık yaratayım derken cehlinle, aczinle, beceriksizliğinle o insanlığı mahveden kimse, yaptığın işin katlden farkı olmadığını düşün ve titre!.." Sevük'e göre öğretmenin dört vasfı vardır: Müteallim, öğrenen ve öğreten, mürebbi, mürşit ve inkılapçı... Sevük, Köy öğretmenlerinin idealist olmasını, köylüyü sevmesini ve kendini sevdirmesini, köylüye yakın ve uzak menfaatlerini öğretmesini ve asla idealistliğini kaybetmemesini ister. Amerikan misyonerlerinin Amerika'dan kalkıp ne çilelerle başka memleketlerde çalıştıklarını, onların terk ettikleri konfora mukabil, bizim kaybımızın daha az olduğunu anlatır... Sevük'ün üslubu; Türkçenin imkanlarıyla canlanan, renkli, sanatlı, heyecanlı, fikirle yüklü, inandırıcı, yer yer mübalağalı, duygulu, dalgalı, tezatlarla şaşırtıcı, uyandırıcı, edebi seviyesi yüksek, hareketli... bir üsluptur. "Birileri acaba rahatsız olur mu?" endişesinden uzak bu cesur ve samimi üslup, okuyucunun ona hemen ısınmasını sağlayan ve fikirlerinin yanında yer almasını hazırlayan önemli bir göstergedir. Bu üslup milli, yer yer Türkçü ve Turancı, İslam'a saygılı ve bağlı Milli Mücadele kahramanlarını ve onların lideri Atatürk'ü daima el üstünde tutan, onu saygı ve minnetle yücelten vefalı bir üsluptur. Sevük'ün üslubunun temelinde çocukluğundan beri çok iyi yetişmiş, kültürlü, yüksek tahsilli bir eğitim ve kültür adamının açık tavırlı zengin bilgi birikimi vardır. Sevük, düşüncelerinde kırıklık olan adam değildir. Gençlik yıllarında ne ise ölene kadar aynı çizgide, gelişerek sebat etmiştir. Şahsiyetinden ve ideallerinden taviz vermemiştir, daima kibar, saygılı, seviyeli bir üslup kullanmış, sözü ayağa düşürmemiştir. Üslubu; dinleyenin veya okuyanın dikkatini toplayan, geren, rahatlatan, uyandıran, duygulandıran, hazırlayan, bilgilendiren kelime ve cümlelerle güven telkin eden bir "hatip öğretmen" üslubudur. Bu yazımızda; fikir ve edebiyat dünyamızın değerli bir yazarını, şahsiyetinin ana çizgileriyle, yetiştiği çevre, eğitim hayatı, meslek yılları, fikirleri, eserleri ve yazılarından seçmelerle tanıttığımızı düşünüyoruz. İsmail Habib Sevük, günümüzde hak ettiği ölçüde tanınmamaktadır. Halbuki sadece üç kitap oluşturacak gezi yazıları bile onun sevilmesini sağlayacak güzelliktedir. Bu eserler özenli baskılarla yeniden düzenlenerek yayımlanmalıdır. Edebiyat ve kültürümüzle ilgili değerlendirmeleri, biyografileri, Milli Mücadele dönemi yazıları, nihayet eğitim ve sosyal hayatımızla ilgili hala üzerinde durulmaya, faydalanmaya değer zengin, fikir yüklü görüşleri yeniden ele alınabilir. Ruhu şad olsun. ( Prof. Dr. Mehmet Mehdi Ergüzel)