EŞİKTE

Yattığı yün yatağın altında buğday sapından yapılmış harar vardı. Kımıldadıkça hafiften gelen hışırtılı sese yanında yatan Ali´nin nefesinin sesi karıştı, bedenini fazla oynatmadan göz kapaklarının altında gözbebeği kıpırdadı. Bütün gece onları sarıp sarmalayan karanlık, usulca çekildi, yerini dünyanın bütün güzelliklerini gözler önüne seren gün ışığının sımsıcak hissine terk etti. İlknur usulca açtı gözlerini yanında yatan genç adama döndü yüzünü, pencereyi kapatan basma perdenin aralığından sızan ışıkla aydınlanan yüzü şeffaf bir görünüme büründü. İlknur beş ay önce on sekizinci yaşını nişanlısı ile birlikte kutladı. Evlilik hazırlarının sürdüğü o günlerde ailesiyle arasında çıkan bir tatsız durum yüzünden nişanlısı Ali: ?Ya bugün benimle gelirsin ya da bir daha beni göremezsin,? dedi. İlknur ailesi ve nişanlısı arasında tercih yapmak zorunda kaldığı için çok üzgündü. Bunu ona dayatan Ali´den o an nefret etmek istedi. Edemedi? Ali onun aşkı ondan başkasıyla bir hayat düşünemezdi. Peki ailesini terk edebilir miydi? Bunları düşünürken: ? Hadi sana söylüyorum, benimle geliyorsan düş önüme, buradan gidiyoruz,? dedi Ali. İlknur, nişanlısıyla babasının arsında çıkan kavgaya tanıklık etmiş annesinin yüzüne baktı. Annesi sinirli bir halde hiç kullanmadığı kelimelerden başı boş cümleler kuruyor, cümleler peş peşe takılıp  küfürlere dönüşüyordu, öfke büyüdükçe küfür de yetmedi, tehdit etmeye başladı. Ağzından ateş püskürüyor gözleri öfke saçıyordu. ?Bu evden gelinliğinle çıkmıyorsan kefeninle dönersin ancak? dedi. Son söylediği sözler İlknur´un içini yaktı. Annesinin bunu öfkesinden söylediğini ona kıyamayacağını gitse bile sonra onunla barışacağını düşündü. Kararını verdi. Ali´nin elini tuttu, gözlerinden süzülen yaşlar attığı adımdan önce yere düşüyor adeta ona yol gösteriyordu. Gecenin yarısıydı köyler arası yürüme mesafesi iki saatti. Yürüdüler gecenin bahar serinliğinde. Ali´nin evine vardılar. Çaldıkları kapıyı açan Ali´nin annesi durumu hemen kavradı. Ali ile İlknur´un ailesi arasında yaşanan olumsuzluklardan haberdardı. Ağlayarak boynuna sarılan İlknur´a: ? Üzülme bu kadar  ben yarın sabah gider anne ve  babanla konuşur, durumu tatlıya bağlarım,? dedi. Evlerinin bir odasını onlar için hazırladı,?Hadi kızım siz şimdi uyuyun, yarın her şey hallolur üzülme,? dedi ve gitti. İlknur olup bitenler karşısında şaşkın hipnoz olmuş gibi sadece verilen komutlara uydu. Kendini tamamen bu ailenin ve nişanlısı Ali´nin güdümüne bıraktı. Sabah olduğunda Ali´nin annesi Gülay kapılarını açarak İlknur´dan yatağın çarşafını toplayıp kendisine vermesini söyledi. İlknur bu geleneğin ne anlama geldiğini biliyordu. Yatağından çıkmadan yorgana sarılarak doğruldu, yüzü kızardı önce, sonra uzandı Gülay hanımın elini öptü. ? Özür dilerim efendim ama ben, bu geleneği pek hoş bulmuyorum, çarşaf yerine onu simgeleyecek kırmızı bir kumaşı hediye paketi yapıp götürmenizi rica ediyorum,? dedi. Gülay hanım önce bir durakladı? Şaşkındı böyle bir tepki beklemiyordu. Biraz düşününce, bu fikir ona da mantıklı geldi. ?Peki kızım, öyle yapayım.? dedi. Şehre gidip aldığı kırmızı kumaşı hediye yapıp İlknur´un ailesiyle konuşmaya gitti. İyi haberlerle döndü. Ailenin öfkesi geçmiş kızlarının mutluluğundan başka bir şey istemediklerini söylemişlerdi. Bundan sonra yapılacak iş düğün hazırlıklarına başlamaktı. Bir ara da nikah için gün alınacak düğünden önce nikah kıyılacaktı. Mevsim yazdı, ummalı bir hazırlık yapılıyordu. Avluda yakılan ateşte kazanlar kaynadı; yorgan, yatak, yastık doldurulacak yapağılar kaynar sularla haşlandı; çamaşır tellerine serilerek kurutulduktan sonra ertesi gün sabahın nemi üstüne düşsün diye tekrar avluya serilen hasırın üzerine yayıldı; ince bir kızılcık sopasıyla dövülerek yapağıların kabarması sağlandı. Bütün bu  işler İlknur´u öylesine yormuştu ki; kendini hasta gibi hissetti. Avuçları yapağı dövmekten su topladı. Ali ise bu durumu eğlenceli buldu İlknur´la dalga geçti. İlknur evliliği böyle hayal etmemişti. Gece yatağına girdiğinde bütün vücudu sızım, sızım, sızlıyor ayak tabanları şişmiş, ağrıları uykuya dalmasını zorlaştırıyordu. Zihnini bulandıran birtakım düşünceler yüzünden neredeyse evlilik kurumunun ve kırsalda gelin olmanın kadına eziyet olduğunu düşünüyordu. Hayatının bu kırsalda geçmesine müsaade edecek olursa; hiçbir zaman gelişemeyecek, köyde yaşayan diğer gelinler gibi tarlada çalışan, evde yemek pişiren, çamaşır yıkayan, çocuk doğurup onlara bakmak ve günü geldiğinde de onları evlendirmekten başka bir kaygısı olmayan biri olacaktı. Fakat annesinin söylediği son sözler kulağından silinmiyordu. Ne zaman evliliği sorgulamaya kalksa annesinin söylediği sözleri hatırladı.  ?Bu evden gelinliğinle çıkmıyorsan, kefeninle dönersin?  ?Pişman oldum evlenmek istemiyorum,? diyemezdi. Artık bu benim kaderim, dedi. Her durumu kabullendi. İki başı pirinç oymalarla süslü karyolanın demirine tutunup kalktı. ?Bugün önemli bir gün? dedi içinden, duvarda asılı duran aynaya baktı, kendiyle göz göze gelince bir adım geri gitti. ?Bu ne hal böyle ışıltınız yok!.. Hadii!.. Parıldayın biraz!..? Dedi, gözlerini ovuşturarak. Üzerine bir şeyler giydi hızla dışarı çıkıp avludaki çeşmede yüzünü yıkadı. Döndü mutfaktaki ocağı yaktı, çayı koydu. Koştura koştura safra bezini yaydı sundurmaya, üzerine sofrayı koydu. Kahvaltılıkları doldurdu safraya, ekmeği kesti. Çay bardaklarını ve su kupasını safranın bir yanına, içi su dolu maşrapayı safra bezinin üstüne bıraktı. Teker teker kalktı ev halkı önce, Gülay anne, Selim baba, görümce Neşe ve kayınbirader Musa, yüzlerini yıkayıp sofraya oturdular. En son Ali geldi. Neşeli görünmüyordu mutsuz bir ifadeyle sofraya baktı ve İlknur´a: ?Git bana yumurta pişir bunlarla doymam ben,? dedi. Yumurtayı tavadan yemeyi sevdiğini bildiği için getirdi, önüne koydu. ?Bu ne ya böyle yine sarılarını patlatmışsın! Kaç defa söyledim sana, önce şunları beyazından ayır sonra karıştır diye.? İlknur açıklamak istedi, ?hayır patlatmak istemedim ama kaşık değince patladı, deniyorum ama yine de patlıyor bu meret sarıları yumurtaların,? ama demedi. Yararı olmayacaktı biliyordu. Her seferinde bu zılgıtı yiyecek bir sebebi oluyordu. Oturdu, soğumuş  çayını yudumladı. Herkes kahvaltısını edip kalktı. O bekledi?Sofrayı topladı telaş içinde en son sofra bezini silkeliyordu ki  Gülay anne seslendi: ? Hadi ama gelin! Elini çabuk tut! Bak, nikaha geç kalacaksınız. Ben, taksi çağırdım. Siz, onunla gideceksiniz bir kısmımız köyün otobüsüyle geleceğiz,? dedi. Eli ayağına dolaştı İlknur´un daha ne kadar hızlı olabilirdi, bütün işleri onun yapmasını bekliyorlardı. Kendi çabasının farkında olmasa tembel ve uyuşuk olduğuna inanacaktı. Odasına gittiğinde Ali´nin hazırlanmış olduğunu gördü. O, dışarı çıkınca da odasının duvarında asılı duran beyaz takım elbisesini, içine siyah bir bluzla üstüne giydi. Özenle taradı saçlarını, kulağının arkasına tel tokayla tutturdu sağından, solundan. Her ne kadar hoşlanmasa da ince çorabını giydi, burnu açık ayakkabısından ucu görünecek olduğunu bile bile. Çünkü Gülay anne evli kadın çorapsız gezmez demişti. Eee! Anneye karşı gelinmezdi, giydi çorabını da. Yeni alınan rugan ayakkabılarını, eline aldığı kalemi kullanarak çekecek yaptı ayağını içine yerleştirdi, hazırdı. ? Gidebiliriz,? dedi. Ağır adımlarla ilerledi. Avlunun önünde bekleyen taksiye bindi. Yanına görümce Neşe oturdu. Ali öne geçti oturdu. İlknur, içinden bu davranışını kabalık olarak değerlendirdi. Müstakbel eşi ?yanında oturmalı onun elini tutmalıydı,´ diye düşündü içini çekerek. Kelimelere dönüşemeyen harfler karman çorman zihninin her yanında kovandan kurtulmuş arılar gibi vızıl, vızıl uçuşurken, yol alan taksi şehirdeki belediye binasının önünde durdu. Silkelenerek kendine geldi İlknur. Ali Taksiden indi binanın kapısına yöneldi. İlknur özenle eline aldığı çantasını koluna taktı zarif hareketlerle taksiden inince önce eteğini düzeltti, sonra saçını yokladı; tokalarının yerinde olduğundan emin olduktan sonra karnını içine çekti; omuzlarını arkaya attı; boynunu uzattı başını yukarı kaldırarak yürüdü. Merdivenleri tek başına basamak, basamak topuk sesini dinleyerek çıktı. Gelin olduğunu, nikah masasına yürüdüğünü hissetmek istedi, onun heyecanını yaşamalıydı. Heyecan falan yoktu. İçinde anlamlandırdığı burukluğun sebebi ailesinden hiç kimsenin yanında olmaması, nikahında bulunmamasıydı. Ailesi kaçak gelin saydığı için nikahına gelmedi. Salondaki masanın karşısında yerini aldı Ali´de yanına oturdu, sağına bir tanıdıkları, soluna da Ali´nin arkadaşı oturdu nikah şahidi oldular. İlknur başka bir alemde, konuşmaların hiç birini duymuyor, refleks hareketlerle nikah seremonisine uyum sağlıyordu. Evet dediği anın bile farkında değildi. Birden herkesin ayağa kalkmasıyla kendine geldi. Üzerinde bordo kaftanıyla nikah memuru elinde tuttuğu borda büyükçe bir defteri eline verdi : ? Bu sizin evlilik cüzdanınız, içini çocuklarınızın isimleriyle doldurun, ? dedi. El öptü, nezaket gülümsemeleriyle tebrikleri kabul etti. Zaten kalabalık olmayan salonda bulunan üç-beş kişi salonu hemen boşalttı. Binadan çıkarak onları şehre getiren taksiye bindiler. Dönüş yolunda da Ali yanına oturmadı. O an fark etti, ikisi bir birini tebrik etmemişti. Sıyrılmak istedi düşüncelerinden, Ali böyle dümdüz biriydi. İçi sıkıldı birden haziran ayı temmuz sıcağından emanet aldığı en sıcak gününü yaşattı onlara. Terlemek istemedi üzerinden ceketini çıkardı, kırışmasın diye de güzelce katladı, kucağına uzattı. Bundan sonraki hayatı Ali ve onun ailesiyle birlikte şekillenecekti artık, onların kontrolünde ve onların himayesinde adı bile söylenmeyen gelin diye anılan biri olarak hayatını sürdüreceği düşüncesi, beynini kemirdikçe kemirdi yol boyunca. Köye girerken şoför: ?Benim acil bir yere yetişmem gerekiyor, sizi köy meydanında bırakacağım kusura bakmayın,? dedi. Ali: ?Tamam abi sorun değil, biz orada ineriz? İlknur ise ayağındaki topuklu rugan ayakkabısının köyün tozlu yolunda zarar göreceğini kirlenip çizileceğini düşündü, bu durum hiç hoşuna gitmedi. Köy meydanına geldiklerinde taksi durdu. Ali hemen indi. Ardından görümcesi Neşe. İlknur kucağında duran ceketini özenle aldı koluna taktı, eline de çantasını aldı. En zarif haliyle taksinin kapısını açtı ayağını dışarı çıkardı sonra diğer ayağını, bastı yere, başını gövdesiyle birlikte uzattı, oturduğu yerden bedenini kaldırdı, hamledip dışarı çıkmaya çalışırken ceketinin yarısı yere kadar sarktı. Daha tam doğrulmadan taksi tekerini öttürerek tozu dumana katarcasına hareket etti. O sırada bir çığlık karıştı, havaya. Çığlığın sahibi İlknur, elinden bırakmadığı çantası kolunda; yarısı parçalanmış rengi gri olmuş beyaz ceketi. Tek ayağının üzerinde zıpladı acıyla, yukarı kaldırdığı ayağından sızan kanların yerdeki toza karışmasıyla çamura dönüşen yere yığılıp kaldı. Kahvehaneden koşarak gelen meraklı kalabalık arasında Ali onu kucağına alıp köyün sağlık ocağına taşıdı.  İlk müdahalesi yapıldak sonra Kapının önünde bekleyen bir başka bir taksiyle eve döndüler. Ali bu kez onun yanında oturdu elini hiç bırakmadı. Kucağına alarak taksiden indirdi. Evlerine geldiklerinde, kucağında İlknur olduğu halde kapıyı açtı. İlknur: ?Dur!.. ? dedi.  ? Bu anın tadını çıkarmalıyım, nede olsa kocasının kollarında evli bir kadın olarak, ilk defa eşikten geçecek gelinim,? dedi. Ali´nin boynuna sarıldı sevgiyle? Ali mahcup gülümsedi?                                                               Nurcan BALIBEY                                                               02.11.2018