Mençuna Şelalesi

Merhaba sevgili okurlar; Pandami dolayısı ile bir anda sosyal hayattan uzak olmak zorunda kaldığımız, bu günlere alışmak hepimiz için zor oldu. Bu nedenle zaman zaman dışarı çıkma isteğimizin artması çok normal. Ufak gezintileri bile özlediğimiz dönemde kendimizi dışarıda gibi hissetmemizin bir yolu var diye düşüyorum. Covid-19 salgını nedeniyle Türkiye'de ve dünyada birçok önlem alındı. Özellikle insanların kalabalık gruplar halinde ziyaret ettiği yerler bir süreliğine kapatıldı. Buna yönelik olarak daha önce gitmediğiniz yerleri sanal olarak keşfetmemiz mümkün sanıyorum. Emekli olduktan sonra eşimle çıktığımız Türkiye turu bana ülkemizin tarihi ve doğal dokusunun ne denli güzel olduğunu gösterdi. Hayranlıkla gördüğüm antik kentler, camiler, kiliseler, dağlar, nehirler, şelaleler, bana bunları başkaları ile de paylaşmam gerektiğini düşündürdü. Bu fikir Hasan ERGE, ağabeyimin talebi ve desteği ile de yeşerdi. Bu yazıyı oluşturma maceramda böylece başlamış oldu. Ülkemizde yaptığım bu seyahatlerde beni en çok etkileyen gezdiğim, gördüğüm yerleri edebi bir üslupla anlatabilmeyi çok isterdim. Yapabilir miyim? Bilmiyorum, sizler için deneyeceğim. Betimlemelerime kendi düşüncelerimi de katarak, anlatmaya çalışacağım. Tatil denince aklıma gelen şey; değişik yerler görmek, yeni insanlar, yeni kültürler tanımak. Zekamın ve sahip olduğum kültür birikimimin müsaade ettiği ölçüde; gezdiğim yerlerin ilginç özelliklerini aktarmaya çalışacağım. Yazımı, okuduğunuzda ilginizi uyanık tutmayı başara bilirsem. Normal sürece döndüğümüzde o, yerleri görme isteğinizi de uyandırmış olacağım. Tabii ki, bir gezi yazarı değilim. O ayrı bir ustalık gerektirir. Affınıza sığınarak; bunu da aklınızda bulundurmanızı rica edeceğim. Gezilerimde, kronolojik zamanlı bir plan uygulamadık. Gezi için yaptığımız hazırlıkları; yolculuk sırasında gördüğüm ilgi çekici olayları ve ya varış izlenimlerimi, bu yazımda aktarmayacağım. İleride bu konuda ustalaşırsam belki! Yazımda kendimden önceki söylenmişlerden, yazılmışlardan farklı bir şeyler anlatmaya çalışacağım. Aynı yerler daha önce de başkaları tarafından görüldü ve yazıldı. Bakalım, yaşadıklarımın ne kadarını aktarabileceğim? Eşim İbrahim ve ben yola çıktığımızda herhangi bir planımız yoktu. Gideceğimiz yerle ilgili bir düşüncemiz, öngörümüz, o da yoktu. Rastlantısal olarak ilerlediğimiz seyahatimizde 6350 kilometre yol kat ettik. Bu bizim, ilk uzun tatilimizdi. İbrahim, şelaleleri sevdiğimi biliyordu, en çok onları görmek istediğimi de. Tabii ki onun da bundan büyük keyif aldığını biliyorum. Bu konudaki ilkyazımda; Mençuna Şelalesi'nin görkemini anlatmak istiyorum. Ama kısa bir anlatım yetersiz ve haksızlık olur gibi geliyor bana. Bazen öyle oluyor ki, gördüğümüz güzellikleri anlatmak mümkün olmuyor. İşte Mençuna Şelalesi bunlardan biri. Hafızamda yer etmesiyle, ömrümün sonuna kadar unutamayacağım görüntülerden birini yaşattı. O gün hava biraz rüzgarlı ve bulutlu olmasına rağmen oldukça kalabalıktı. Çevrem fotoğraf çeken, fotoğrafa poz vermeye çalışırken kadraja giren tanımadığı kişilere içinden saydıran insanlarla doluydu. Artvin ilinin Arhavi ilçesinde bulunan bu Şelale'ye gitmek için yarım saat tırmandık. İlk gördüğüm anda nutkum tutuldu. Arılı Dağlarından eriyen kar ve yağmur sularının beslediği küçük dereler oluşmuş. Bu küçük dereler, Sazlık ve Taşlık yaylalarında birleşerek, Kamilet Vadisi kısmından aşağı dökülerek Mençuna Şelale'sini oluşturuyormuş. İlkbaharda, suyun debisi en yüksek noktaya çıkığından; Su siyah kayaların üzerinden çarparak döküldüğü yerde bembeyaz köpükler oluşturuyor, bu köpükler görsel bir şölene dönüşüyordu. Şelale, iki kısımdan oluşmuştu. Üst kısmındaki su 80 metre gibi bir yükseklikten akıyor ve iki kola ayrılıyordu. Akan suyun kayalara çarpmasıyla oluşan köpükler ve gürültü benim için tarifi mümkün olmayan bir müziğin eşliğinde köpüklerin dans ettiği bir sahneye benziyor, adeta bakanı büyülüyordu. Alt kısmındaki su yaklaşık 9-10 metre gibi bir yükseklikten akıyordu. Birinci Şelalenin oluşturduğu havuzun Suyuna ayağımı soktuğumda buz gibiydi. Yine de kendimi atmadan duramadım. Bedenimi suyun üstüne bıraktığımda, Şelale'den üstüme dökülen suları, yemyeşil doğasıyla adeta bir şemsiye gibi uzanan ağaç dallarını, suyun sihirli sesini, etrafa yüksek oranda yayılan nemi ve serinliği; suyun içinde ayaklarımı gıdıklayan, şelalelere özgü kırmızı benekli alabalıkları unutmam mümkün değildi. Derin ve dar bir vadide olduğu için şelalenin etrafı piknik veya kamp yapmaya müsait değildi. Burası bir Milli Park statüsünde olmadığı için de giriş ücretsizdi. Mençuna Şelalesi, doğal bir alan olduğu ve herhangi bir işletmeye bağlı olmadığı için günün istenen saatinde ziyaret edilebilirdi. Fakat doğal yaşam alanı olduğundan güneş battıktan sonra ziyaret etmek tehlikeli olabilir. Bunu da söylemiş olayım. Şelale'nin alt kolunun üzerine karşıya geçmek için yapılmış olan asma köprü, ayrı bir estetik güzellik katıyordu. Bizim orada bulunmamızdan beş gün önce şenlikler yapılmış. Bilsek belki de şenliklere yetişirdik. Artık başka bahara kaldı. Neyse ki; Şelale'nin etrafındaki mekanlarda yöresel lezzetleri tadabildik. Özellikle sıcak mısır ekmeğiyle yaptığımız kahvaltı unutulmaz anılarımda saklı kaldı. Hamsili ekmek, Laz böreği, karalahana sarması gibi lezzetlerle Şelalenin dibinde buluşmak paha biçilmez farklı bir tat almamızı sağladı. Doğal yaşam konusunda arayışta iseniz Şelale'ye yakın çevrede pek çok pansiyon ve otel bulabilirsiniz. Burada tanıştığımız bir ailenin yirmi yaşındaki kızı ile sohbet ederken bize Şelalenin bir hikayesi olduğunu söyledi. Nasıl sevindim bilemezsiniz! Sohbet tam da benim arayıp da bulamadığım şekilde ilerliyordu. Mençuna Şelalesi, Arılı ve Küçükköy sınırları içinde bulunuyormuş. Geçmiş yıllarda her iki köy de bu şelalenin kendilerine ait olduğu konusunda ısrarcıymış. Hatta bu nedenle çok büyük kavgalar bile yaşanmış. Her iki köy sakinleri de geri adım atmayınca, şelaleyi paylaşmaya karar vermişler. Bunun içinde akıllarına şöyle bir çözüm gelmiş: Laz lehçesinde "hissedar" anlamına gelen Mençu "yer" anlamına gelen "na" ekini de ekleyerek hisseli yer anlamında buraya Mençuna adını vermişler. Gün batmadan oradan ayrılmak durumundaydık. Daha gidilecek, görülecek o kadar çok yerimiz var ki. Gece yolculuk yapmayı tercih ediyorduk, amacımız zaman kazanmaktı. Umarım, evlerimize kapandığımız bu günlerde bir nebze de olsa keyifli vakit geçirmenizi sağlayabilmişimdir. Sevdiyseniz bu konuda yazmaya devam edeceğim. O nedenle de yazımın şimdilik bir başlığı yok. Başlığını birlikte koyalım istedim. Sağlıkla kalın. Evde Kalın. 2021'de tekrar satırlarda buluşmak üzere, Mutlu Yıllar hepinize. Nurcan BALIBEY 29.12.2020