Prof.Dr. Mesut Şen Hoca’mızın  AYASOFYA yazısı

Ayasofya konusunda dile getirilen bazı tutarsızlıkları -ya da çifte standardı diyeyim- anlayamıyorum. Şöyle ki: Endülüs Emevilerinin en ünlü camii olan Kurtuba Camii 13. yüzyılda kiliseye çevrildi. Bugün adı Cordoba Katedrali'dir. Orta Çağ dünyası içinde kalarak olayı değerlendirirsek gayet olağan bir davranıştır. Nitekim 2004'te Cordoba'daki bazı Müslüman topluluklar, mabedin, İspanyolcadaki adı "Mezquita" (yani mescit) olarak kalsa da sadece katedral olarak hizmet verdiğini, Müslümanlar için de ibadet edecekleri bir bölümün ayrılması gerektiğini talep ediyorlar. Ancak Vatikan bu talebi reddediyor, Müslümanlara "tarihi kabullenin" diyor. Fatih Sultan Mehmed de İstanbul'u aldığında Ayasofya'yı kendi mülkü yapmış, bir vakıf kurmuş ve kiliseyi camiye çevirmiştir. Bu olayı da dönemi içinde değerlendirdiğimizde olağan görmemiz gerekir. Hıristiyanların da bu çerçevede Ayasofya'nın tarihte camiye çevrildiğini kabullenmeleri gerekiyor. Bugün her iki mimari yapı da UNESCO tarafından Dünya Mirası olarak ilan edilmiş yapılardır. Cordoba Katedrali tam olarak müzeye çevrilmemiştir. Zaten Dünya Mirası olarak ilan edilen yerlerin müzeye çevrilmesi gerekir diye bir kural yok. Tam tersi tarihi yapıların statülerinin de korunması önemli görülüyor. Zira Kurtuba Camii'nin cami olarak inşa edilmesi ne kadar tarihi bir olgu ise 13. yüzyılda kiliseye çevrilmesi de o kadar tarihi bir olgudur. Aynı şey Ayasofya için de geçerlidir. Yirminci yüzyılın başlarında Türkler Balkanlardan kovulunca büyük insan kıyımı da yapıldı. Birikimlerine, miraslarına el kondu. Çünkü Balkan devletlerini kuranlar eşkıyalık yöntemleri ile kendi devletlerini kurdular. Düzen eşkıyalık düzeni idi. Ermeniler de doğuda aynı düzeni benimsediler, bugün PKK da aynı düzeni benimsiyor. Bu düzen Türklere ait mirası yok farz ediyor. Binaları yakıp yıkıyor, insanları öldürüyor, topraklarına, mülklerine el koyuyor, camileri kiliseye çeviriyor, üstelik modern zamanlarda yapıyorlar bunları... İşte Yunanistan da eşkıya düzeni ile kurulmuş bir devlettir. Özünde eşkıyalık olduğu için haktan hukuktan konuşulduğunda Karagöz gibi "ham hum şaralop" demeyi bilir. Hep almak ister eşkıya... Bugün Adalar Denizi'nde statüsü belirgin olmayan küçük ada ve kayalıkları da işgal ediyor, eşkıyalığa bağlı kalarak... I. Dünya Savaşı'ndan sonra İstanbul işgal edildiğinde işgalci güçler Ayasofya'yı da zevkle kiliseye çevirmeyi düşünüyorlardı. Komutanları İstanbul'u Fatih gibi muzaffer komutan edasıyla turladılar, ancak tertibat iyi alındığı için pek bir şey çalamadılar bizden, ya da Balkan halkları gibi eşkıya olmayı gururlarına yediremediler. Ayasofya'yı da kiliseye çeviremediler. Çünkü Ayasofya'nın içi Türk askerleri tarafından korunmakta idi. Askerler oradan çıkmadılar. Hatta müdahale olursa Ayasofya'yı havaya uçurmakla tehdit ettiler. O günkü ruh hali genç Nazım'a da 857 şiirini yazdırmıştır. Cumhuriyet daha yeni kurulduğunda bir kadın gazeteci Atatürk'ün başını ağrıttı. Büyük devletlerden Papalık'tan haberler getirip durdu. Anlaşılan Atatürk'ten bir jest bekleniyordu, o jest de Ayasofya'yı tekrar kiliseye çevirmek olabilirdi. Atatürk Ayasofya'nın bahçesinde bir müze yapılmasına razı olmuş. Bu çok belirgin, ancak caminin içinin müzeye çevrilmesini istediğine dair kesin bir şey yok. Yusuf Halaçoğlu'nun iddiaları bu açıdan bence de önemli. Zaten Ayasofya etrafındaki düzenlemeler tam bitmeden Atatürk vefat etmiş, araya II. Dünya Savaşı girmiş, bu sırada büyük camilerde Türk askerleri konuşlandırılmış. Savaş boyunca, yani 1945'e kadar, Ayasofya ve Sultan Ahmed camilerinde Türk askerleri kalmış. Sonrasında tekrar Ayasofya'daki düzenlemelere devam edilmiş. Bence Ayasofya'nın içi İnönü döneminde müzeye çevrildi. Savaştan çıkılmıştı, büyük devletlerin tavrından çekinildi. Diğer iktidarlar da bu çekingenlikle bir değişiklik yapamadılar. Nitekim "Önce Sultan Ahmed'i sabah namazında doldurun." sözü bu çekingenliği açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Tabii bu durum Türklerin milli gururunu incitmiştir. Altan Deliorman Tanıdığım Atsız kitabında belirttiğine göre Atsız'a, "Dünyaya tekrar gelecek olsaydınız, ne olmak isterdiniz?" sorusunu yöneltir. Atsız bu soruya "Dünyaya bir daha gelsem Ayasofya imamı olmak isterdim." der. Altan Deliorman Atsız'ın sözünü şöyle değerlendiriyor: ''Atsız, Ayasofya'nın camiye çevrilmesini gönülden istiyordu ama bunu İslami bir görüş olarak ileri sürmüyordu. Milli gurur incitilmişti. Batının sinsi emperyalizmi karşısında bir gerilemeydi bu. Düzeltilmesi lazımdı." Bugün siyasetin hangi saikle Ayasofya'yı camiye çevirmek istediğini bilemeyeceğim. İncinen milli gururu mu düzeltmek istiyor, yoksa bozulan ekonomiyi mi gizlemek istiyor? Niyet okuyucusu değilim, bilmem söz konusu olamaz elbette... Milli gururu inciten bir durum daha var: Rusya Ayasofya'daki gelişmeleri yakından izliyormuş, sözcüsü tam böyle dedi. Ayasofya'daki gelişmeleri neden yakından izliyor Rusya?.. Türkiye Rusya'nın kendi ülkesindeki egemenliği ile ilgili hangi durumu yakından izliyor? Amerika neden müzenin camiye çevrilmesine tepkili? Tarihi yapıların statülerini korumaları daha doğru değil mi? Ayasofya'nın son tarihi statüsü cami değil mi? Tarihi kabullenmek gerekmiyor mu? Eşkıya devleti Yunanistan Ayasofya'nın minaresiz fotoğraflarını resmi belgelerine koyuyor. Bu bir ulusun egemenlik haklarına tecavüz değil mi peki?.. Cami yapılmasına karşı çıkanların bu uluslararası tavırlara sessiz kalması da ilginç...