Prof.Dr. M.Mehdi ERGÜZEL

".Türk toplumunun manzarası da Türk ordusunun manzarasından farksızdır. Aynı sessizlik, servet içinde sadelik, kudretine güvenenlere mahsus tevazu, halk tabakalarına kadar yayılmıştır. Türklerden alacağımız dersler sonsuzdur." O.G.de Busbeck Bu yazımızda Turgut Güler Bey'in , Türk tarihinin ihtişam devirlerini kaleme aldığı "üçleme" nin, son kitabı olan " Demir Kuşaklı Cihangir"i okuma zevkimizi sizinle paylaşmak istedik. Tarihimizin muhtelif devirlerini, yarım asırlık okuma ve tefekkürünün meyveleri halinde eserlere dönüştüren yazarımız, Fatih-Yavuz-Kanuni zamanlarının hangi milli-İslami-insani temeller üzerinde yükseldiğini de okuyucuya düşündürmektedir. Mübarek-bad ola, devamı gele... Altı yüz sahifelik bu dört başı mamur, dört dörtlük eseri dört bölüm halinde düşünürsek, ilk dörtte birlik kısım, "başlayış, hazırlık" mahiyetindedir, Yavuz Selim devrine göndermelerle, cihan padişahı olacak " Muhteşem Süleyman"ın yarınına temel teşkil eden önceki zamanların hatırlatılması mahiyetinde bilgilerle yüklü, erbabına malum bahislerdir. İkinci dörtte birlik birlik bölüm, Süleyman-name'nin "zaferler çağı"na "agaz-ı dasıtan" olan Mohaç Ovasında kopan Türk fırtınası etrafında, Yavuz oğlu Süleyman'ın rüştünü ıspat etmeye adım attığı yılların hikayesidir. Bu sayfalar, İbrahim Paşa'nın Pargalılıktan kurtulup "makbul" olduğu, yıldızının parladığı ve fakat Devletlu Hünkar'ın gözbebeği oğlu Şehzade Mustafa'nın istikbalinin karardığı ve dünyaya veda ettiğinin anlatıldığı bahisleri de içine alır. Kırk altı yıl sürmüş, Türk tarihinin neredeyse en uzun hükümdarlık çağının çağının sahibi muhteşem Süleyman'ın etrafında devreden hadiseler, okuyanı yoran, sarsan, düşündüren, kıvandıran, bazen de "keşke olmasaydı" yahut "iyi ki öyle olmuş" dedirten, her fasılda şaşırtan, sevindiren, üzen gelişmelerle doludur..Bu bakımlardan tarih, bir ibretler aynasıdır... Bu 1520-1566 arası, Yavuz sonrası "devr-i Süleyman" yılları, Türk gücünün karada, denizde hakim olduğu, şarktan garba, şimalden cenuba "Bir biz vardık dünyada, bir de küffar" sözünü haklı çıkaran zamanlardır. Tuna'nın nazlı gelini Budin, bu yıllarda kapılarını ve gönlünü Türk' e açar. Belgrad, her yaz kafilelerle çıkılan sefer şahrahında orduların Batı ufuklarına giriş kapısıdır. İnce donanma, Tuna üzerinde yüzlerce zarif ve kıvrak gemiyle süzülür gönenirken, Bali Bey'in akıncıları, Estergon önlerinde "gönüllerini yakan sinsi firak"ı dindirmeye, yatıştırmaya çalışırken, "Barbaros donanmayla seferden dönmekte" , yalın kılıç leventleriyle belki de bir akşam vakti hep birlikte "yeni doğmuş aya baktıkları yerden gelmektedirler..." Akdeniz artık, elimizin uzandığı yerde, bir iç deniz vasfını kazanmış, Hayreddin Paşa'nın dualı dilinde bizim diyarımızın sular güzeli olmuştur. O sular artık "Adalar Denizi"dir. Saltanat beşiği "Şehr-i Stanbul" her Sefer-i Hümayun dönüşü, şenliklerle ışıldamakta, zenginlik, refah, huzur, her sahada; Yahya Efendiler, Ebussuudlar, Koca Sinanlar yetiştirmekte, mübarek akşamlarda Kur'an sadaları, Süleymaniye'nin kubbelerine ilahi nakışlar sunmaktadır. Ancak bütün bu güzellikler; belki de Osmanlıya "çağlar atlatabilecek" talihsiz Şehzadenin ahının, intizarının döne döne göklere yükselmesine mani olamamış, diğer şehzade Bayezid'in gurbet ellerde Cem Sultan'ın uğradığı akıbetin benzerinden kurtulmasına yetememiştir. Ahlar, figanlar arasında, babaların vicdan azaplarıyla birlikte "bu cihanın bir yanı " daima yıkık kalmış, "ecel celalileri" can üstüne can almaya devam etmiştir. Fethin Hümaları, Tebriz ve Bağdad üzerinde uçarken, Rodos, Midilli kıyıları, kendilerine yakışan yeni sahibine göz kırparken, "seccadeler suya salınmakla" kalmayıp Cezayir, Tunus kıyılarına ulaşmakta, hutbeler ".Es sultan es sultan Sultan Selim Han oğlu Sultan Süleyman Han" adına okunmakta, ama bütün bu haşmet, Taşlıcalı Yahya'nın mısralarında tutuşan Mustafa'nın ahını hafifletmeye yetmemekte, Hürrem Sultan'ın Topkapı Sarayı'nın kubbelerini çınlatan kahkahaları, Mahidevran'ın misilsiz ve teselli kabul etmez ıstırabını anlamaya çalışan ve istikbaldeki asırlara yanan bizim de gönlümüzü yaralamaktadır.. "Va hayfa.."Keşke devran başka türlü tecelli edeydi! N'olaydı devran gönlümüze göre döneydi, denilemez. Çünkü, kader hükmünü icra eder...Dünya Sultan Süleyman'a da kalmaz, kalmadı, kalmayacak. Turgut Güler Bey, tarihimizin üç zirvesi olan "Fatih-Yavuz-Kanuni" ve devirlerini yorumladığı bu üçüncü iddialı eserinde çok yorulmuş olmalı. Yarım asra yaklaşan bir hükümranlığın hikayesi elbette çetin olmalıdır. Eserinde bizim Peçevi İbrahim diye bildiğimiz Peçoylu İbrahim'in tarihinden iktibaslarla okuyucuyu o devrin üslubuna celbeden yazarımız bizi adeta o yıllarda yaşatmış gibi oluyor. Dipnotlarla aydınlatılan bu tarih sohbeti, 500 yıl öncesinin münevver Türkçesidir ve erbabına malumdur. Turgut Bey'in eseri, sanırsınız ki, Peçoylu tarihinin açılımı, renkleneni ve günümüzde "Turgutça"söylenişi gibidir. Eserde Sinan'ın sanat kudreti, Piri Mehmet Paşa'nın kemali, Oruç reis'in celadeti, Turgut Reis'in zafer iştiyakı, okuyucunun rikkat, dikkat ve heyecanını besleyen, bazen ışıltılı bazen mahzun sayfalarla akıp gider. Entrikalar, makam hırsları, zaaflar, oyunlardan sonra kaçınılmaz akıbet gelir. Altın şafaklar, yerini solgun akşamlara bırakmaya hazırlanır. Ömrü seferden sefere ordunun başında "İ'la-yı Kelimetullah üzre" geçen şanlı hükümdar, babası Yavuz ve büyük dedesi Fatih gibi seferde iken Zigetvar önlerinde , fetih müjdesi beklerken son nefesini verir. "Meydan-ı celadet" asırlarının hız keseceği Sarı Selimler, sarı sayfalar devrine doğru nice gaflet sayfalarının açılacağı nice demler başlar.. Muhibbi'nin değer verip beğendiği devrin "Sultanü'ş-şura"sı Baki, "İbret gözünde niceye dek gaflet uykusu ?" diye soruyor meşhur Kanuni Mersiyesinde. Biz tarihin tozlu denilen sayfalarını mütebessim-mütefekkir çehreli "müceddit" kalemlerden yeniden okudukça, bu soruya da cevap arıyor, yetişmekte olan nesillerin "milli romantizmin idraki" yolunda bu ve benzeri eserlerin çeşmesinden içmeye, feyz almaya ihtiyaçları olduğunu düşünüyoruz. Turgut Güler Bey, vazifesini müdrik bir münevver sıfatıyla, bizi teyakkuza getiren eserleriyle hayırlı bir yol üzerindedir. Ben yola girenlerden ve yola gelenlerden naçiz bir okuyucusu olarak şükranlarımı tekrar ile hissedar yaptığı kitabı karşısında takdir ve tebriklerimi sunuyorum efendim. M.Mehdi ERGÜZEL Erenköy, 25 Haziran 2016 (Şehr-i Ramazan'ın 20'si.)