"BU BÜTÇEDE YANDAŞA BALLI BÖREK, MİLLETE KURU EKMEK VAR" CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Faik Öztrak, bugün Genel Merkez'de düzenlediği basın toplantısında şunları söyledi: Ucube tek adam vesayet rejiminin üçüncü bütçesinin, TBMM'deki görüşmeleri bugün sona eriyor. Kibir gemisinin kaptan köşkünde oturan Erdoğan'ın, üçüncü bütçesinde de; esnaflarımız yok, çiftçilerimiz yok, işçilerimiz yok, emeklilerimiz yok. Yani koskoca bir millet yok. Bu bütçede millete kuru ekmek, yandaşa ise ballı börek var. HAK MIDIR, REVA MIDIR? Aylar önce Genel Başkanımız, esnaflarımız için 17 maddelik bir paket açıkladı. Şimdi bunun zoruyla, esnaflarımıza vere vere 5 milyar lira verecekler. Bütün dünya salgında alınan kapatma önlemleri nedeniyle işyerlerini kapatıyorlar vatandaşlarının sağlını korumak için. Ama beraberinde şunu da yapıyorlar: Kapattıkları işyerlerinin ciro ve gelir kayıplarını karşılıyorlar. Özellikle küçük iş yerlerini ayakta tutacak, batmasını engelleyecek, pandemi sonrasında işlerine hızla dönmelerini sağlayacak tedbirleri alıyorlar. Saray ise tek bir Katarlı yayıncı kuruluşun 90 milyon dolarlık borcunu bir kalemde silerken, yani bugünkü parayla, tek bir şirkete 700 milyon TL verirken, 1 milyon 200 bin esnafa 5 milyar verebiliyor. Bu hak mıdır, reva mıdır? Bugünde duyuyoruz ki bu kuruluş kulüplerin paralarını da ödemiyormuş bu indirime rağmen. DELİK BÜYÜK, YAMA KÜÇÜK Esnaflarımız da; "Cepteki delik büyük ama yapılan bu yama küçük" diyor. "Verilen bu parayla ancak faturaları öderiz" diye feryat ediyorlar. Ama Sarayın getirdiği bu bütçede, esnaf yok. Yine, müzisyeninden, tiyatrocusuna binlerce sanatçımız pandemi döneminde perişan. Bu bütçede sanatçılarımıza bir destek var mı? O da yok. Bula bula buldukları çözüm; "Video çek, gönder. 2021'de bir defaya mahsus bin lira verelim." Artık sanatçılarımızın takati kalmadı. Pandemi kısıtlamaları nedeniyle, 10 aydır iş yapamayan bir müzisyenimiz bu hafta canına kıydı. Bundan utanan, hicap duyan bir yetkili var mı? Ne gezer. Kültür ve Turizm Bakanı; ultra lüks oteli satın almakla meşgul. Bakan Bey sanatçıların halini görecek durumda değil. ÇİFTÇİYE ÇIKACAK YOL KOYMADILAR Çiftçilerimiz de bu bütçede yok. Mazotun, gübrenin, tohumun, fidenin fiyatı katlandı, ama bütçedeki destek yerinde sayıyor geçen senenin altında. Hatta mazot, gübre desteği bu yıla göre düşürülmüş. Borca batmış çiftçilerimiz, traktörleri, inekleri, arazileri haczedilirken, Ankara yollarına düşüyorlar. Ama pek çoğu Ankara'ya sokulmuyor. Ankara'ya girebilenler de TBMM önünde polisle köşe kapmaca oynamak zorunda kalıyor. Çiftçilerimiz: "Artık çıkacak yol koymadılar. 'Derdimizi anlatalım' diyoruz, müsaade etmiyorlar. Çiftçiye bu kadar düşmanlık neden anlamadık" diye isyan noktasına geldiler. Saray ülkemizin üreticisini perişan ederken, elin oğlunu abat etmeyi de unutmuyor. Buğday, arpa ve mısır ithalatında gümrük vergisini sıfırladılar. Çiftçilerimizi ithalatla dövmekten vazgeçip bari bir de üretimi destekleseler o zaman görecekler işler nasıl düzeliyor. ÇİFTÇİ BANKAYA, KOOPERATİFE; DEVLET ÇİFTÇİYE BORÇLU Şimdi çiftçilerimizin gözünü boyamak için, Tarım Tefeci Kooperatifleri üç ay süreyle hacizleri durdurmuş. İyi de üç ay sonra ne olacak? Çiftçinin borcu kendi kendine azalacak mı? Kaç kere çağrı yaptık: "Gelin çiftçinin borcunun faizini silelim. Kalanı 5 eşit taksitle yapılandıralım. Çiftçinin devletten 211 milyar lira birikmiş kanuni alacağı var. "Gelin kanuni olarak devletten alınacak parayı çiftçinin borcuna mahsup edelim" dedik. Ama bütçe yapılırken, bu çağrılarımızı da duymadılar. SARAY SOSYETESİNE MENSUPSAN SORUN YOK Bu memlekette 20-29 yaş arasında, taşı sıksa suyunu çıkaracak 4,5 milyon gencimiz, ne okuyor ne de bir iş bulabiliyor. 4,5 milyon gencimiz evinde oturup, anasının babasının eline bakıyor. Bir gencimiz, "28 yaşındayım başımda saç kalmadı. Evleneceğim, evlenemiyorum. Giden sadece para değil, benim hayatım" diye isyan ediyor. Peki, bu bütçede bu gençlerimizin, derdine derman olacak herhangi bir program var mı? Hayır! O da yok! Tabi saray sosyetesine mensupsanız sorun yok. Üçer, beşer maaşlar, ballı yönetim kurulu üyelikleri dolayısıyla tuzunuz kuru. YÖNETİM KURULU'NDAN AYRIL, MİLLETTEN ÖZÜR DİLE Bugün gazetelerden Milli güreşçi Hamza Yerlikaya hakkında, sahte diploma iddialarının gerçek olduğunu öğrendik. Sahte lise diplomasıyla üniversiteye girmek, kabul edilebilir bir olay değil. Mahkeme, herhalde Sarayın kalkan kaşını da dikkate alarak, Yerlikaya için şimdilik hükmü erteleme kararı almış. Ama bu gerçeği saklamıyor, değiştirmiyor. Hamza Yerlikaya milletimizin gözündeki konumunu, Sarayın gözündeki konumundan daha fazla önemsiyorsa, yapması gereken bellidir. Vakıfbank Yönetim Kurulu üyeliğinden derhal istifa etmeli, milletimizden de özür dilemelidir. FAİZ BARONLARINA 179 MİLYAR TL, EMEKÇİYE 39 TL Saray sosyetesi üçer beşer maaşı götürürken, yurttaşlarımız artık çöp konteynerlerinden, pazar döküntülerinden karnını doyurmaya çalışıyor. Meclis'te bir milletvekili bakıp, "Kuru ekmek yiyorsa, millet aç değildir" diyebiliyor. Ne de olsa; "Ön teker nereye, arka teker oraya." Sarayın kibirlisi "eve ekmek götüremiyorum" diyen esnafa: "Abartma, keyif çayı iç" derse, Partisinin kibirli milletvekili de elbette bunları söyler. Koskoca bir milleti, ufak ortaklarıyla beraber, milleti askıda ekmeğe, kuru ekmeğe muhtaç edenler, faiz baronlarını, sarayın beslemelerini, sarayın havuz müteahhitlerini ihya ettiler. Bir yanda, milletin geçmediği köprü, yatmadığı hastane için beş tane havuz müteahhidine üç yılda ödenecek 109 milyar lira; diğer yanda devletine 40 yıl vergi veren milyonlarca esnafımıza, vere vere 5 milyar lira. Bir yanda faiz baronlarına bütçeden 179 milyar lira, diğer yanda ücretsiz izne çıkardıkları emekçilerimize günde 39 lira. Ne diyordu üstatları; "Allah'ın on pulunu bekleye dursun on kul; bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul. Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa." SARAYIN TERCİHİ MİLLET DEĞİL, YANDAŞ Saray, tercihinin millet değil yandaş olduğunu, bu bütçeyle bir kez daha göstermiştir. Milletimiz de elbette tercihini sandıkta yapacaktır. Kendisini unutanlara okkalı bir şamar atacak, millete sırtını dönenleri evlerine gönderecektir. SARAYIN TENSİBİ OLMADAN SU BİLE İÇEMİYORLAR Uzunca bir süredir ülkede yaşanan devlet krizine dikkat çekiyoruz. Bu bütçe müzakerelerinde, bunun bir başka yüzene daha şahit olduk. Tek adam rejiminde saray mensubu memurların kibrine, millet iradesine vesayet koyma cüretlerine tanıklık ettik. Sarayın memur Cumhurbaşkanı Yardımcısı ve memur Bakanları, milletin seçtiği vekillere, meclis kürsüsünden milli iradenin tecelligahı olan meclis kürsüsünden ayar vermeye kalktılar. "Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatlarıyla" "Sayın Cumhurbaşkanımızın tensipleriyle" "Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğiyle" demeden cümle kuramayan, "Sayın Cumhurbaşkanlarının tensibi olmadan" su bile içemeyen bu atanmışlar, milletin seçtiği vekillere saygısızca cevap verme, "Siz anlamazsınız" deme, hatta hatta "yalancı" diye hakaret etme, bağırıp çağırma cüretini acaba kimden alıyorlar? KENDİ KOKULARIYLA SARHOŞ OLMUŞLAR Cumhurbaşkanı Yardımcısı, başka ülkelerdeki gibi Cumhurbaşkanıyla birlikte sandıktan çıkmadı. Bu atanmış Bakanlar, başka ülkelerdeki gibi Millettin Meclisinden güvenoyu alarak da Bakan olmadı. Yani bu atanmışlar ne millete; ne de milletin vekillerine karşı sorumlu. Bunlar sadece ve sadece Cumhurbaşkanına karşı sorumlu. Kaldı ki, Başkan Yardımcısının, Başkanla birlikte seçildiği, Bakanların Senato onayıyla atandığı ABD'de bile Bakanlar, Temsilciler Meclisi ve Senato üyelerine bu üslupla konuşamaz. Sarayın kibir kulelerinde, belli ki bu atanmış memurların da başı dönmüş. Kendi kokularıyla sarhoş olmuşlar. Meclise sadece bilgi vermek için geldiklerini unutup, milli iradenin tecelligahı Gazi Meclisin üyelerine ayar vermeye kalkıştılar. SÖYLEYECEĞİ VARSA MECLİS'İN KARŞISINA ÇIKSIN Biz bu üslubu, meclisin hukukuna, milli iradeye yapılan bu saldırıyı reddediyoruz. Yıllarca, "Atanmışların seçilmişlere vesayetini" siyaset malzemesi yapanlara şimdi sormak lazım: "Memurlarınızın yaptığı, vesayetin daniskası" değil mi? Bu bir "devlet krizi" değil mi? Sarayın kibirli başı AK Parti Genel Başkanının Meclis'e bir söyleyeceği varsa, memurlarını öne sürmeyi bıraksın, çıksın Meclisin karşısına. Bütçesini de, yaptıklarını da savunabiliyorsa savunsun! Bir de şunu öğrenmek istiyoruz: uzunca bir süredir soruyoruz, eskiden bir devlet vardı nerede bu devlet protokolü? Neden bir türlü açıklanmıyor? Yoksa bu atanmış memurları, milletin seçtiği vekillerin önüne koydunuz da açıklamak için uygun bir zaman mı kolluyorsunuz? SARAY YİNE NABIZ YOKLUYOR Önümüzdeki hafta asgari ücrette son dönemece giriliyor. Avrupa'da asgari ücretle çalışan oranının en yüksek olduğu ülke Türkiye. Çalışanlarımızın yarıya yakını asgari ücretle çalışıyor. Memleketimizde asgari ücret ortalama ücret haline geldi. Ama aynı zamanda, asgari ücretin en düşük olduğu ülkelerden birisi de Türkiye. Dün Sarayın havuz medyasında; "2021 için net asgari ücretin 2 bin 605 lira olacağı" dedikoduları vardı. Anlaşılan Saray yine nabız yokluyor. Daha önce oynadıkları ve kabak tadı veren senaryonun bir benzerini bu defada oynayacakları anlaşılıyor. 2 bin 605 lirayı beğenmeyen işçi sendikaları seslerini yükseltecek. İşveren sendikaları da bunlara "direnirmiş" gibi görünecek. Mesele Sarayın hakemliğine götürülecek. Sarayın gönlünden de artık 50 - 100 ne koparsa, 2 bin 605 liranın üstüne eklenecek, sonrada alayiş valayişle asgari ücret olarak ilan edilecek. Bu arada olan da emekçinin gasbedilen alın terine olacak. MİLLET BU ISTIRABI ÇEKTİRENLERİ UNUTMAYACAK Biz şunu söylüyoruz: Saray, yandaşlarına verdiği dolara, avroya endeksli garantileri cansiperane nasıl savunuyorsa, salgın döneminde artan garanti ödemelerini liraya çevirmemek için her türlü gerekçeyi nasıl üretiyorsa, işçinin asgari ücretine de aynı yöntemi uygulasın. Bu asgari ücreti daha düşük vermek için gerekçe üretmesin. Asgari ücret pazarlığında taban 3 bin 100 lira olsun oradan pazarlık başlasın. Ama Saray; "Benim gönlümde millet yok, benim felsefem millete kuru ekmek, yandaşa ballı börek" diyorsa bu durumda milletimizin ıstırabı da sandık önüne gelene kadar, devam edecektir. Milletimizde kendine acı ve ıstırap çektirenleri günü geldiğinde elbette unutmayacaktır. ELALEM FAİZ İNDİRİRKEN BİZ ARTIRIYORUZ Hafta içinde Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Başkanı, 2021 yılının para ve kur politikasını açıkladı. Görünen o ki, TCMB önümüzdeki hafta yapacağı toplantıda, Faizleri bir kez daha artıracak. En azından yeni başkanın, "Parasal duruşumuzu daha da sıkılaştırabiliriz" mesajı, piyasalar tarafından böyle algılanmış görünüyor. Diğer taraftan, BDDK da bugün, daha önce gevşetmiş olduğu düzenleyici ve denetleyici çerçeveyi yeniden sıkılaştırmaya başladı. Bazı mallarda kredi kartı taksit sayıları azaltıldı. Salgının ikinci zirve dönemini yaşıyoruz, ekonomi yeniden kapanıyor, bugüne kadar izlenen yanlış politikalar, hem para hem de maliye politikalarını dar bir alana sıkıştırmış gözüküyor. Elalem ekonomisi durmasın diye faizi indirirken, bankacılığın düzenleyici denetleyici çerçevesini gevşetirken, biz hem faizleri yükseltmek zorunda kalıyoruz, hem düzenleyici çerçeveyi sıkılaştırmak zorunda kalıyoruz, hem de bütçe açıklarını azaltmak durumundayız. Umarım bu, aşırı bir daralmayla sonlanmaz. O zaman buradan çıkmak daha da zor olur. Bu; daha az iş, daha az aş ve giderek daha da ağırlaşan borç yükü demek... BUNLAR YAPILABİLİRDİ Aslında bu ikinci pik döneminde yani salgının zirve yaptığı dönemde faizleri bu kadar artırmadan da, sonuç alabilecek bazı adımlar atılabilirdi. Hiçbir maliyeti olmayan, hiçbir yasal düzenleme gerektirmeyen, ancak piyasalarda güveni artıracak bazı düzenlemeler yapılabilirdi. Her şeyden önce; güvensizliğin panzehri şeffaflıktır, hesap vermektir. Bu çerçevede mesela: TÜİK, "Enflasyon", "Milli Gelir" gibi kamuoyunun artık hiç güvenmediği temel istatistikleri bağımsız akademisyenlerin denetimine açabilir. Hazine; Kamu Özel İşbirliği projelerine verilen garantilerin ve koşullu yükümlülüklerin maliyetini, milletle paylaşabilir, bankacılık sisteminde, geri dönmeyen kredileri saklamaya yönelik idari uygulamalara son verilebilir, başta kamu bankaları olmak üzere, tüm bankalar, Uluslararası standartlarda stres testinden geçirilebilir, Merkez Bankası'nın buharlaşan 128 milyar dolarının neden, nerelere ve kimlere gittiği açıklanabilir, yine bu 128 milyar doların eritilmesi işlemlerinde imzası olanlar hakkında idari soruşturma başlatılabilirdi. Diğer taraftan Bütçe ve baz yılı çökmüş olan OVP, Meclis'te değiştirilebilirdi, böylece ekonomide reform sürecine bütçe süreciyle birlikte başlanabilirdi. Ama tüm bunların hiçbiri yapılmadı. Bunlar yapılsaydı, "İşlerin değiştiğine", "Kasabada yeni bir şerif olduğuna" yönelik, piyasalara kuvvetli bir sinyal verilmiş olurdu. Ama anlaşılan buna cesaret edilemiyor. Faizlere yüklenme ve hukuk reformu oyunuyla topu dar alanda çevirme tercih ediliyor. KULAKLARININ ÜSTÜNE YATTILAR Salgın yönetiminde de saydamlığa ihtiyaç var. Vatandaşından canıyla ilgili gerçekleri gizleyen bir yönetim, kimseye güven veremez. Saray gerçek vaka sayılarını aylarca milletten gizledi. Sonra bir gece mızrak çuvala sığmadı, gerçek vaka sayıları açıklanıverdi. Bir anda, Dünyada salgınla mücadelede en kötü durumdaki ülkelerden biri olduğumuz ortaya çıktı. Rakamlar karartılarak, tehlikenin büyüklüğü vatandaşlarımızdan gizlendi, hala da gizleniyor. Vatandaş hem kendi alması gereken önlemleri bu durumda almadı. Hem de devletin aldığı önlemlerin yetersizliğini maalesef göremedi. Yüzlerce, binlerce vatandaşımız, Saray yönetiminin gerçekleri gizlemesi yüzünden hayatını kaybetti. Defalarca; "Sorumlu bir yönetimin yapacağını yapın, istifa edin" dedik. Kulaklarının üstüne yattılar. İÇ İÇE GEÇMİŞ ÜÇ KRİZ Tek adam vesayet rejimi ülkemizi yönetemiyor. Bu ülkenin vatandaşlarına, bizlere, iç içe geçmiş üç büyük krizi aynı anda yaşatıyor. İlki, ülke yönetimini felç eden "devlet krizi". İkincisi, artık derin bir buhrana dönüşen "ekonomik kriz" ve kötü yönetim nedeniyle, bir türlü dizginlenemeyen "Covid-19 krizi." Tek adam vesayet rejimi elinde, ülkemiz oradan oraya savruluyor. Buhran yaşıyor. SARAY REJİMİNİN İLK ALAMETİ KUYRUKLAR Bunların beceriksizliğinin önemli bir alameti "Uzayıp giden kuyruklar." Kış vakti soğan patates kuyrukları, salgında gasilhane kuyrukları, hastanelerde test kuyrukları, 10 kuruş ucuz olsun diye, vatandaşın girdiği "Halk Ekmek" kuyrukları. 50 yıl öncesinin tüp kuyruklarını ağızlarından düşürmeyenlerin, 2020'de ülkeyi getirdikleri yer işte burası. BU SİYASET MESELESİ DEĞİL, İNSANLIK MESELESİ İstanbul'da Büyükşehir Belediyemiz ekmek kuyruğunu azaltmak için "Hemen daha fazla Halk Ekmek büfesi açalım" diyor. Belediye Meclisi'ndeki AK Parti Grubu karşı çıkıyor. Salgınla ve kuyruklarla uğraşacaklarına, Belediyelerimizle uğraşıyorlar. Vatandaşa destek için, Belediyelerimizin başlattığı kampanyalarda toplanan 15 milyon 250 bin liraya bloke koyuyorlar. Yetmiyor, fakir fukaranın içeceği, bir tas sıcak çorbaya bile göz koyuyorlar. Eskişehir Büyükşehir Belediyemizin Aşevinin parasına bile bloke koymuşlar. Bunlar siyaset meselesi değil, bunların parti meselesi olmaması gerekir. Bunlar insanlık meselesi. Buradan tüm vatandaşlarımıza söyleyeyim. Sayın Genel Başkanımızın Büyükşehir Belediye Başkanlarımıza bir talimatı var. Belediye Başkanlarımız, ne kadar engellenmeye çalışılırsa çalışılsın, hukuk içinde kalarak, hukuk dışına çıkmadan milletimize en iyi, en güzel hizmeti vermeye devam edecekler. İKİNCİ ALAMET LİKAYATSİZLİK Bu rejimin bir diğer alametifarikası "Liyakatsizlikleri." Devlette liyakat yerini, Saraya sadakate bıraktı. Bu çürümeden bilim yuvası üniversitelerimiz de payını aldı. Doğru dürüst akademik yayını olmayan, kişiye özel düzenlemelerle rektör atanan yandaşlar her gün televizyonlarda. Böyle olunca isminin önünde profesör unvanı olan bir kendini bilmez, üniversitelere "fuhuş yuvası" diyebiliyor. "Bu üniversitelerde bu milletin çoluğu çocuğu okuyor" ey densiz. Bu ne cüret? Cüretin nereden geldiğini de bu profesör müsveddesinin sözlerinden anlıyoruz: "Sayın Cumhurbaşkanımızın vurguladığı, neredeyse fuhuş evleri." Cümleye "Cumhurbaşkanımızın" diye başlanınca, Beylere her şey mubah. Kendisine hoca diyen bu insan müsveddesine, idari ve adli soruşturma açılması tamam da. Onu oraya atayanların sorumluluğunu nereye koyacağız? Bu karanlık vesayetçi kafa, artık milletimizin yaşam biçimini formatlamaya cüret ediyor. Tepkiyi görünce de ricat eder gibi yapıyor. ÜÇÜNCÜ ALAMET HAKSIZLIK, HUKUKSUZLUK, ADALETSİZLİK Bu rejimin bir başka alameti ise haksızlık, hukuksuzluk, adaletsizliktir. Bir düşünür şöyle diyor: "Halkın ekmeği adalettir. Ekmek gibi adalet de her gün gereklidir. Ve ekmek azalırsa, açlık başlar..." Bu rejim, Hakim cübbelerinin önüne ilik açtı, düğme dikti. Görevi sırasında Kavala davasından, MİT TIR'ları davasına kadar pek çok adrese teslim soruşturmayı yürüten eski bir başsavcı, mükafat olarak, Yargıtay'da tek bir dosyaya bakmadan, Yargıtay üyelerinin üçte birinin oyunu aldı ve Anayasa Mahkemesi'ne ışınlanmasının önü açıldı. FETÖ TAKTİKLERİ YENİDEN DEVREDE Bu, FETÖ taktiklerinin yeniden devrede olduğunu gösteriyor... Anayasa Mahkemesi'ne ışınlanacak bu Başsavcı, nerenin başsavcısı? Kavala, Berberoğlu, Cumhuriyet gazetesi davalarının görüldüğü mahkemelerin, Anayasa Mahkemesi kararlarına uymayı reddeden mahkemelerin olduğu bir adliyenin başsavcısı, Anayasa Mahkemesi üyeliğine aday olması için talimatın kimden, nereden geldiği belli yoksa bu, Sarayın Anayasa Mahkemesi'ne yeni bir meydan okuması mı? Tabii bir sorum da; bu isme oy veren 107 yargıca... Yargıtay'da aranızdan seçebileceğiniz hiç mi tecrübeli bir hakim yoktu? Gökten zembille inen, bir tek Yargıtay dosyasına daha bakmayan, hukuk devletini, acınacak duruma düşürenlerin başında gelen bir isme, vicdanınız sızlamadan nasıl oy verebildiniz? BU SEFER "HAKİM MARİFETİYLE" MIZIDILAR Artık biliyoruz, Saray için demokrasi, "Vakti gelince inilecek bir tramvay"; Adalet ise siyasetlerinin oyuncağı. Seçimlerde mızımanın daniskası da bunlarda. Anlaşılan İstanbul'daki mızıkçılıklarından ders almamışlar, Milletin attığı şamarı unutmuşlar. Bu defa da AK Partililer, Menemen Belediye'sinde, yöntemini kendilerinin belirlediği Belediye Başkan Vekilliği kurasından kendi adayları çıkmayınca sonuca itiraz ediyorlar. Sarayın vesayeti altındaki Hakim de, aramış taramış, "Seçim öyle olmaz, böyle olur" diyerek, kanunda olmayan bir yöntem üretip siz buna uymadınız diyor. O nedenle de yürütmesini durduruyor bu seçimin. "Hakim marifetiyle mızıma" işte buna denir. Milletimiz bunu da görüyor. Notlarını veriyor. İlk sandıkta da yerlerini gösterecek. REVİZE, RESTORE, REHABİLİTE EDİLEMEZ Böyle bir rejim, revize edilemez, restore edilemez, rehabilite edilemez. Bu vesayet rejiminden topyekun kurtulmak gerekir. Bunun yolu da, Güçlendirilmiş Demokratik Parlamenter Rejimi ülkemize getirmektir. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak, Cumhuriyetimizi gerçek demokrasiyle taçlandırmaya kararlıyız. Sözlerimi tamamlamadan önce; bir çağrıda bulunmak istiyorum Sosyal Güvenlik Kurumuna. Emeklilerimizden partimize çok sayıda telefon alıyoruz. Yılbaşında dört gün sokağa çıkma yasağı uygulanacak. Bu nedenle aybaşında maaş alan emeklilerimizin, maaşlarını çekmelerinde sıkıntılar ortaya çıkabilir. Emekli maaşlarının 31 Aralık'tan önce hesaplara yatırılması bu sıkıntıyı azaltacaktır. TÜİK'in makyajlı rakamlarıyla kumpas kurduğunuz emeklilerimizi en azından bu hususta mağdur etmeyin. Benim söyleyeceklerim bu kadar. Şimdi sorularınız varsa alabilirim. Soru- Aile Bakanı dün TBMM Genel Kurulunda BM'ye göre Türkiye iki yıldır yüksek insani gelişmişlik düzeyinde dedi. Aşırı yoksullukla ilgilide satın alma gücü paritesiyle günlük 1.9 doların altında kazancı olanları kastettiğini, artık günlük 1.9 doların altında kazanan kalmadığını ifade etti. Sayın Bakanın yüksek gelişmişlik değerlendirmesi ve günlük 1.9 dolar üzerinden böyle bir yorum yapmasını siz nasıl değerlendirirsiniz? Faik ÖZTRAK- Sayın Bakana önce şunu söyleyeyim, bugün dünyada da 1.9 dolara göre mutlak yoksulluk sınırı kalmadı. En son Dünya Bankası 2018'den buyana alt, orta gelir grubu ülkeleri için satın alma gücü paritesine göre hesaplanan günlük kişi başı 3 dolar 20 cent hesabını üst orta gelir grubu ülkeleri için ise 5,5 ABD doları hesabını kullanıyor. Günlük 5,5 dolar aylık 165 dolar. Bugünkü kurla 1.254 lira eder. Sizin ücretsiz izne çıkarılan işçiye layık gördüğünüz rakam ise günlük 39 lira, aylık 1.168 TL. Buraya bakacaksınız Sayın Bakan. Asgari ücret 2.324 lira. 4 kişilik ailenin açlık sınırı 2.517 lira buraya bakacaksınız. 4 kişilik ailenin yoksulluk sınırı ise 8.198 TL. Öyle 1 dolar 90 centlik hesapları falan bunlar mazide kaldı. Bütün dünya artık bu hesapları daha farklı yapıyor. Her şeyi bir yana bırakın sadece sokaktan yükselen feryatları duysanız bu ülkenin ne halde olduğunu anlarsınız. Bakın, 2017 yılında yani Türkiye bu ucube tek adam parti devleti rejimine geçmeden önce eşdeğer hane halkı gelirinin yüzde 60'ına göre hesaplanan yoksul sayıları 15 milyon 800 kişiymiş. 2019'da bu sayı 17 milyon 200 bin kişiye çıkmış. Siz bunlara bakacaksınız, bunları çözmeye çalışacaksınız Sayın Bakan. Soru- Roboski katliamının üzerinden 9 yıl geçti failler hakkında herhangi bir soruşturma yapılmadı savcılıkta takipsizlik kararını vermişti. Sizin bu hususla ilgili değerlendirmeniz nedir? Faik ÖZTRAK- Son derece vahim bir olay. Uludere'de bu olayda 34 yurttaşımızı kaybettik. Dolayısıyla aslında bu Roboski meselesi için kaza dendi, şu dendi, bu dendi ama yitirdiğimiz 34 tane yurttaşımız var o nedenle bu olayın ciddi bir şekilde sorgulanması ve kazaysa da sorumluların ortaya çıkarılması gerekir.
Editör: TE Bilisim